Türk hükümetinin bu ay başında, 80 yılı aşkın süredir müze olan Ayasofya’yı camiye dönüştürme kararı ülkenin hangi yöne gittiğine ilişkin tartışmaları canlandırdı. Bazı uzmanlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı yayılmacı politikalarla Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırmaya çalıştığı görüşünde.
567 yılında inşa edilen Ayasofya, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra camiye dönüştürülene kadar önemli bir kiliseydi. 1935’te modern Türkiye’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Bizans’ın bu görkemli yapısını herkesin ziyaret edebileceği bir müzeye dönüştürdü.
Tüm dünyadan gelen tepkilere rağmen, ibadete açılan Ayasofya’da geçen hafta ilk Cuma namazı kılındı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararını, en büyük başarısı ve ülkenin yeniden doğuşu olarak niteledi.
Columbia Üniversitesi’nin Barış İnşası ve İnsan Hakları Programı Başkanı David Philips, “Erdoğan kendisini Müslüman dünyasının halifesi olarak görüyor, Türkiye’nin dışında yayılmacı bir politika izliyor” sözleriyle durumu değerlendiriyor.
Philips, “Erdoğan, terörle mücadele kisvesi altında, Suriye ve Irak’ta Kürtlere saldırdı, orduyu Türkiye’nin Libya’daki nüfuzunu genişletmek amacıyla kullandı” diyor.
Uzmanlar, iç savaşın harabeye dönüştürdüğü Suriye’den Kuzey Irak’a, petrol zengini Katar’dan yoksul doğu ve batı Afrika’ya; Balkanlar’dan Libya’ya, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana, Türk ordusunun askeri müdahalelerinde artış gözlemliyor. Bu uzmanların çoğu, Erdoğan’ın daha önce açıkça ifade ettiği ülkenin küresel askeri alandaki nüfuzunu genişletme vaadini gerçekleştirmeye çalışıp-çalışmadığını düşünüyor.
VOA’ye konuşan “Erdoğan’ın İmparatorluğu: Türkiye ve Ortadoğu Politikası” kitabının yazarı Soner Çağaptay, Erdoğan’ın mini bir imparatorluğu olduğunu söylemenin mümkün olduğunu kaydediyor. Ancak, uzman bunun bir Ortadoğu İmparatorluğu ya da Batı’nın desteğini alan bir imparatorluk olmadığına dikkat çekiyor.
Uzmanlara göre çoğu durumda, Türk askerleri iç veya dış tehditlerle karşı karşıya olan hükümetlerin hoş karşılanan misafirleri. Bazı durumlarda ise, Türkler ev sahibi hükümetlerin itirazına rağmen kendi hedefleri için bu ülkelere asker göndermiş durumda.
Uzmanlar, çoğu zaman Türk şirketlere yatırım fırsatını da beraberinde getiren bu askeri genişlemenin, Washington daha tarafsız bir gözlemci olarak görünse de, ABD’nin Avrupa’daki müttefiklerini ve Arap dünyasını rahatsız ettiği görüşünde.
Suriye ve Irak
İnsan hakları örgütleri, Türkiye’yi ve askeri varlık gösterdiği yerlerde destek verdiği grupları hem Suriye hem de Irak’ta insan hakları ihlalleriyle suçluyor.
Türkiye ise askerlerinin sivillere karşı suç işlediğine yönelik iddiaları yalanlayarak, Irak ve Suriye’deki askeri operasyonlarının Türkiye’de üslenen PKK ve Suriye’de üslenen YPG’ye karşı meşru müdafaa olduğunu savunuyor.
Geçen hafta internet üzerinden düzenlenen Atlantik Konseyi paneline konuşmacı olarak katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üst düzey danışmanı Gülnur Aybet de Türkiye’nin PKK/YPG terörüyle karşı karşıya olduğunu vurgulamıştı.
Washington, Ankara’ya IŞİD’le mücadelede ABD’nin güçlü bir ortağı olan YPG’ye saldırmama çağrısında bulunsa da, Ankara’nın Türkiye, ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak tanınan PKK’ya karşı savaşını anlayışla karşılıyor.
Hem Irak hem de Suriye hükümeti, Türkiye’nin askeri müdahalelerini egemenliklerinin ihlali olduğu gerekçesiyle kınıyor. Türkiye ise, öngörülebilir gelecekte Irak ya da Suriye’den askerlerini çekme planı olmadığını belirtiyor.
Geçen hafta Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığına değinen Erdoğan, “Bin yıllık komşumuz ve kardeşimiz olan Suriye halkı özgürlük, barış ve güvenliğe kavuşana kadar bu ülkede kalmaya devam edeceğiz” dedi.
Türk şirketler Irak’ın kuzeyinde petrol, bankacılık ve inşaat sektörlerine büyük yatırım yapıyor.
Afrika açılımı
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2005 yılında Afrika’ya Açılım politikasını başlatmış, Türkiye bu kapsamda bölgedeki çok sayıda ülkeyle askeri ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştı.
Somali’nin El Kaide bağlantılı El Şebab terör örgütü tarafından hedef alındığı 2017 yılında Türkiye, ülkenin başkenti Mogadişu’da kendi sınırları dışındaki en büyük askeri üssünü kurarak Somalili askerlere eğitim vermeye başladı.
Türkiye’nin Afrika’ya müdahil olması askeri alanın da ötesine uzanıyor. Ülke son yıllarda Afrika’daki büyükelçilik sayısını artırmış durumda. Türkiye’nin 2003 yılında bölgede 12 büyükelçiliği varken, şu anda 42 büyükelçiliği bulunuyor.
Türkiye’nin Afrika ile ticaret hacmi 2003 yılında yaklaşık 5 milyar dolarken, bu rakam 2018 yılında 23 milyar dolardan fazlaydı.
Ancak nüfuzunu Afrika’ya genişleten Türkiye, Arap dünyasının uzun süredir üzerinde durduğu şüpheleri tetiklemiş görünüyor.
Merkezi Washington’da bulunan Ortadoğu Demokrasisi Projesi’nin (POMED) Türkiye Koordinatörü Merve Tahiroğlu, VOA’ya yaptığı değerlendirmede, Yüzyıllık Arap milliyetçiliği söyleminin Osmanlı İmparatorluğu’nu baskıcı emperyal bir güç olarak gösterdiğini belirtiyor, “Arap liderlerin çıkarlarını tehdit eden politikalar izleyen Erdoğan sürekli olarak Osmanlı tarihini hatırlattığında” Arap liderlerin bu tarihi gerçeği bir kez daha hatırlamalarının normal olduğunu kaydediyor.
Türk-Arap çatışması
2015 yılında Türkiye Katar’da askeri üs kurdu. Bu üs, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana Ortadoğu’daki ilk üssüydü. Üstelik bu adım Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın Katar’dan büyükelçilerini çektikten bir yıl sonrasına rastlamıştı.
2017 yılında İran Körfezi’ndeki diplomatik krizin Suudi Arabistan ve müttefiklerinin Katar’a karşı doğrudan ekonomik ambargoyla daha da derinleşmesinin ardından, Türkiye müttefikine yönelik olası bir askeri saldırıyı önlemek amacıyla Katar’a asker gönderdi.
Ancak Arap ülkelerinin en çok tepkisini çeken şey, Türkiye’nin petrol zengini Libya’ya asker göndermesi oldu.
Türk askerleri son dönemde Libya’daki iç savaşın dengesini Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Halife Hafter güçleriyle savaşan Ulusal Birlik Hükümeti (GNA) lehine değiştirdi.
Mısır meclisi geçtiğimiz hafta GNA’ya karşı Libya’ya asker gönderilmesini öngören tezkereyi kabul etti. Birleşmiş Milletler ise büyük bir bölgesel savaş riskine dikkat çekti.
Soner Çağaptay, Libya’da Türkiye’nin birden fazla hedefi olduğu görüşünde. Çağaptay’a göre Türkiye başkent Trablus’ta Ankara’nın dostu olan hükümetin devrilmemesini sağlamaya çalışıyor. Uzman bunun nedenini de Türkiye’nin, eski Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi döneminden milyarlarca dolarlık borçları tahsil etme arzusuna bağlıyor. Çağaptay, Türkiye’nin aynı zamanda Libya’nın yeniden yapılandırılması sürecinin de bir parçası olmayı amaçladığına dikkat çekiyor.
Çağaptay’a göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi arasında gittikçe artan düşmanlığın ideolojik görüş ayrılıklarıyla da bağlantısı var.
Müslüman Kardeşler’in Mısır ve Arap coğrafyası üzerindeki etkisi konusunda iki liderin görüş ayrılıklarını vurgulayan Çağaptay, “Erdoğan’ın laik generalleri hapse atan siyasi İslamcı bir lider. Sisi’nin ise siyasi İslamcıları hapse atan laik bir general” olduğunu kaydediyor.