Savunmaya Özgürlük Koordinasyonu, ölüm orucundaki avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın durumuna dikkat çekerek, taleplerinin karşılanması çağrısında bulundu.
İstanbul Barosu önünde gerçekleşen açıklamada konuşan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 1986 yılında, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde gerçekleşen ölüm oruçları döneminde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısının kendilerini gece yarısı evlerinden aldırdığını ve ölümün olmaması için aracı olarak koğuşlara götürüldüklerini anlattı. Tanrıkulu, “Ama şimdi o koşullardan daha kötü bir duvar var karşımızda. AKP’nin yarattığı duvar var” dedi.
ADALET SAĞLANSIN…
Savunmaya Özgürlük Koordinasyonu, yaptığı açıklama ile ölüm orucundaki avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın durumuna dikkat çekerek, taleplerinin kabul edilmesi çağrısında bulundu. Beyoğlu ilçesinde bulunan İstanbul Barosu önünde gerçekleştirilen açıklamaya Koordinasyon bileşenlerinin yanı sıra Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Hüda Kaya, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık ile çok sayıda hukukçu ve yurttaş katıldı.
“Adalet sağlansın Ebru ve Aytaç yaşasın” pankartı açan kitle sık sık, “ Devrimci avukatları onurumuzdur”, “Direne direne kazanacağız” sloganları attı.
“EBRU VE AYTAÇ’I YAŞATABİLİRİZ, YAŞATALIM!”
Savunmaya Özgürlük Koordinasyonu adına hazırlanan açıklamayı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Sekreteri Nergis Tuba Aslan okudu.
Bugün tek çağrılarının “Ebru ve Aytaç’ı yaşatalım” olduğunu söyleyen Aslan, “Yargıtay’ı bir an önce karar vermeye ve adil yargılanma hakkının gereklerini dikkate almaya çağırıyoruz. Ebru ve Aytaç’ın tutulduğu hastanenin yönetici ve doktorlarını meslek etiğinin gereklerini hatırlamaya çağırıyoruz! Ebru ve Aytaç’ın sağlık raporlarını avukatlarından gizliyorsunuz. Bu suçtur! Sizin göreviniz bireyleri zorla müdahale ile tehdit etmeyi değil, aksine insan onuruna sahip çıkmayı içerir. Buradan tüm kamuoyuna sesleniyoruz: Ebru ve Aytaç’ı kaybedersek sadece 2 avukatı kaybetmeyeceğiz! Savunma mesleğinin özünü, onurumuzu, direnme gücümüzü kaybedeceğiz! Bu mesleğin gereği, adil yargılanma hakkının korunmasını mutlak olarak içerir. Bizler, bu bilinç ve inançla herkesi ama herkesi Ebru ve Aytaç’ı yaşatmaya çağırıyoruz!” diye konuştu.
TANRIKULU: BU VİCDANİ YÜK SİZİ TAKİP EDER
Ardından konuşan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır Barosunun genel sekreteri olduğu 1986 yılında, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde gerçekleşen ölüm oruçları döneminde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı’nın kendilerini gece yarısı evlerinden aldırarak, ölümün olmaması için aracı olarak koğuşlara götürüldüklerini anlattı. Tanrıkulu, “Ama şimdi o koşullardan daha kötü bir duvar var karşımızda. AKP’nin yarattığı duvar var. İki avukat arkadaşımız buradaki tüm arkadaşlarımızın tanıktır ki adil yargılanmadılar. Savunma hakları gözetilmedi. İtirafçı sanıkların beyanlarıyla hızla mahkum edildiler. İstinaf mahkemesi duruşma yapmadı. Yargıtay dosyayı bekletiyor” diye konuştu.
Herkese düşen görevin eylemcileri yaşatmak için üzerine düşen sorumluluklarının yerine getirmesi gerektiğini ifade eden Tanrıkulu, tüm siyasetçilere, devletin tüm kurumlarına, İçişleri ve Adalet bakanlarına şöyle seslendi: “Ölüm orucuyla ölmek vicdani olarak en ağır yüktür. Hele insanların gözü önünde bunun gerçekleşmesine sessiz kalıyorsanız, bu vicdani yük sizi takip eder. O nedenle gelin inisiyatif kullanın. Hukuksal sorumluluklarınızı yerine getirin. Bu arkadaşların ölmemesi için bir adım atın. Bu iki genç arkadaşımız yaşasınlar. İstedikleri sadece adil yargılanmak. Buna ilişkin olarak güvence vermek çok zor değil. Bir adım atılırsa bizler güvencesi oluruz.”
DİDEM BAYDAR ÜNSAL: SABRIN MESAFESİNİN DARALDIĞI NOKTA !
Ölüm orucundaki Avukat Aytaç Ünsal ‘ın yanında refakatçi olarak kalan eşi ve meslektaşı Didem Baydar Ünsal ise, sabrın mesafenin daraldığı noktada olunduğunu vurguladı. Adalet Bakanı ve Yargıtay Başkanlarının iki avukatın ölümüne göz yumduğunu, sesiz kaldığını kaydeden Ünsal, “Biz bu suça ortak olmayacağız. Bunu sessizlikle karşılamayacağız. Bugün bu ülkenin aydınları, hukukçuları Ebru ve Aytaç’ı yaşatacak, yaşatacağız, yaşatacaksınız. Bugünlere nasıl geldiğimizi anlatmaya ne hacet. Bugün bu ülkede hukuktan azıcık anlayanlar nasıl bir hukuksuzlukla bugünlere geldiğimizi çok iyi biliyorlar” diye konuştu.
Eşinin tutulduğu Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nde refakatçisi olarak kaldığı birkaç gün yaşananları da anlatan Ünsal, o tecrit hücresinde sistematik işkenceye eşiyle birlikte maruz kaldıklarını belirtti. Orada 24 saat izlediklerini anlatan Ünsal, “ Bizi izlemekten o kadar utanmıyorlar ki orada kaldığım ilk gece, refakatçisi olduğumu bildikleri halde ayrı bir koltukta uzanırken biz yattıktan iki saat sonra 10 jandarma, 1 başgardiyan içeriye baskın yapar gibi girdiler. Işığı açmamızı istediler. Halbuki ışık yanıyordu ve tuvaletin kapısı açıktı ve bizi çok net görüyorlardı. Onların zihniyeti, onların ahlakı işte bu kadar ” dedi.
AYTAÇ ÜNSAL’DAN MEKTUP: HASTANE YÖNETİMI, BAŞHEKİMİ VE DOKTORLAR BELKİ DE ÖLMEMİZE NEDEN OLACAKLAR…
Açıklamada son olarak Aytaç Ünsal’ın tutulduğu Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesinden gönderdiği mektup paylaşıldı. 30 Temmuz’dan bu yana Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tutulduğunu belirten Aytaç Ünsal mektubunda şu ifadeleri kullandı: “Hasta değilim, tedavi kabul etmiyorum, hayati tehlikesi bile olsa hiç kimse bu ülkenin kanunlarına göre hastanede zorla tutulamaz. Taburcu edilmeliyim. Taburcu edilmiyorum, suç işleniyor.
Tedaviyi kabul etmeyen bir kişinin zorla hastanede alıkonulması hekim meslek kurallarına, tıp etiğine aykırıdır. Taburcu edilmiyorum, meslek kurallarına uymuyor, disiplin suçu işleniyor.
Tüm bunların sorumlusu Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi başhekimidir, yönetimidir ve benden sorumlu olan doktorlardır. 3 haftadır İl Sağlık Müdürlüğü ile top çeviriyorlar. Bir yandan da bizim yüzümüze gülüyorlar, iyi niyet gösterileri yapıyorlar, inanmayın onlara. Onlar şu an sadece sorumluluktan kaçmayı ve kendi açılarından en az zararlı bu olayı atlatmayı düşünüyorlar. Fakat gerçek yüzlerini ve sorumluluklarını gizleyemezler. Şu an hastane yönetimi Başhekimi ve doktorların işbirliği ile bir hastanede tutsak edilebiliyorum. Eğer doktorlar ve hastaneye yönetimi görevini yapmış olsa, hastanede bir tecrit hücresinde tutsak edilmem. Taburcu edilip hapishaneye gönderilirsek, ardından tahliy edilebilirsek bu hukuksuzluk kısmen aşılmış olacak ve sorunun çözümü gündeme gelecek. Fakat hastane yönetimi, başhekimi ve doktorları yapmaları gerekeni, kanuni olanı, tıbbi olanı yapmayarak bu sürecin önüne geçiyorlar. Burada sağlığımızın bozulmasına ve belki de ölümümüze neden olacaklar. Bizi hayati tehlikemiz nedeni ile taburcu etmediklerini söylüyorlar, onlar doktor değil yalancıdır. Çünkü insan hapsetmek için bile yapılmamış bir tecrit hücresinde, sağlığımızın her gün nasıl bozulduğunu kendileri görüyorlar, ‘hapishanede kalamazlar’ denilen insanları mahkum koğuşunda tutarak yaşam hakkımıza kastediyorlar. Bu hukuksuzluğun sürmesini sağlayarak ölmemizi bekliyorlar. Hayatımızı düşündükleri yoktur. Gerçek korkarak ve kayıtsız kalarak mesleki sorumluluklarını yerine getirmedikleridir, suç işliyor oluşlarıdır.” (İstanbul/EVRENSEL)
Reklam