Deniz UZTOPAL
Paris
Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki patlamadan tam iki gün sonra, 6 Ağustos günü apar topar ziyarete giden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron uçaktan iner inmez yaptığı açıklamayla ziyaret nedenini şu şekilde özetledi: “Çünkü Lübnan, çünkü Fransa”.
170’in üzerinde insanın ölmesi (Her gün artıyor), 6 bin kişinin de yaralanmasına neden olan patlamadan sonra en erken harekete geçen devlet başkanı olan Macron, Fransa’nın yapacağı maddi ve manevi yardımlardan da öte uluslararası yardımı örgütleme konusunda angaje oldu. Patlamanın yaşadığı bölgeleri ziyaret eden Macron, Lübnan halkı tarafından da olumlu karşılandı ve Lübnan’da siyasi değişikliklerin yapılmasına yönelik çağrıda bulundu. Üstelik bu çağrıda o kadar ileri gitti ki, 1 Eylül’de yardımların doğru kullanılıp kullanılmadığını “denetlemek” için tekrar Beyrut’ta gelme sözü verdi.
Peki Macron’un Lübnan konusuna bu kadar angaje olmasının nedenleri nelerdir?
SÖMÜRGE İLİŞKİSİ
Fransa ile Lübnan arasında geçmişi eskiye dayanan bir sömürge ilişkisi var.
Fransa’nın Lübnan ile ilk ilişkileri Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar gider. Fransa Kralı 1. François, Roma Germen İmparatorluğuna karşı Osmanlı padişahı ile ittifak yapmış ve bu ilişki çerçevesinde Fransız Kral, Osmanlı topraklarının bir parçası olan Lübnan’daki Hristiyanları koruma yetkisi almıştır. Birinci Emperyalist Savaş’la birlikte Osmanlı İmparatorluğu çözülür ve ardından 1920’deki Sevr anlaşmasıyla Fransa, Lübnan’ı kendi mandasına alır.
Artık Doğu Akdeniz’de Ortadoğu’ya açılan önemli bir kapısı olmuştur. Asırlardır süren Fransız askeri varlığı artık açıktan sömürü ilişkisine dönüşür.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Fransa’yı Nazi askeri birlikleri işgal eder ve iş birlikçi faşist Vichy iktidarı kurulur. Devletin zayıfladığı bu koşullarda Lübnan, 1943’de bağımsızlığını ilan eder ama Fransa bunu tanımadığı gibi öneriyi Mecliste onaylayan tüm milletvekillerini tutuklama kararı verir. Yurt dışına kaçan milletvekilleri ise yeni bir dünya düzeninin kurulduğu savaş sonrası koşularda ülkelerinin bağımsızlığını savunmaya devam ederler ve mesele Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi önüne geldiğinde Fransa artık kabul etmek zorunda kalır.
1946’da son Fransız askerler Lübnan’ı terk ederler. Fakat asırlardır yarattığı köklü ilişkileri devam ettirerek bağımsızlığı kabul edilen yeni devletin yönetici sınıflarıyla “abilik” ilişkileri kurar.
FRANSA ETKİSİ BAĞIMSIZLIKTAN SONRA DA SÜRDÜ
Lübnan uzun dönem Fransız emperyalizminin etkisi altında kalır, fakat bu başka ülkelerle ilişkilerin gelişmediği anlamına gelmez. Ülkede yaşanan sorunlar ne zaman BM’nin Güvenlik Konseyinin gündemine gelse, öneri metnini her zaman Fransa kaleme alır.
Onaylanan kararın hayata geçirilmesinin denetlenmesine de en aktif katılanlar arasında yine Fransa vardır.
Örneğin 1978’de, İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesinden sonra onaylanan barış antlaşmasını Fransa kaleme almıştır ve BM’nin denetleme gücü FİNUL’un (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü) aktif unsurlarından birisi Fransa’dır. Yine 1996 yılındaki İsrail saldırıları, ancak Fransa’nın çabalarıyla sona erer.
1995’de Fransa’da iktidara gelen Jacques Chirac, ABD’nin Birinci Körfez savaşından sonra eski müttefik Saddam’ın zayıflamasından sonra ciddi bir “Arap politikası” geliştirir. Bu politikanın bir yönü de Lübnan’a yönelik yeni siyasi yatırımlar yapılmasını gerektirir. 1992’den itibaren iktidarda olan Rafik Hariri ile çok yakın bir ilişki kurulur. Hariri, Fransa’nın tüm çıkarlarını savunur, karşılığında ise Chirac’ın desteğini alarak zenginliklerine zenginlik katar ve çevresinde “batılaşmış” bir yeni bir burjuva kliğinin yetişmesini sağlar. Hariri, 2004’e kadar 5 hükümeti yönetir fakat 1998’den itibaren Lübnan Cumhurbaşkanı olan Eski Genelkurmay Başkanı Emile Lahoud’la Suriyeli askerilerin ülkelerinde kalmasına verilen izni devam ettirme konusunda gerginlik artar ve Hariri, yeni seçimlerle güçlenerek dönmek için istifa eder. Hariri, ülkesinde Suriye’nin etkisini kırma ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına yönelik Fransa politikasını savunur. Chirac’ın da desteğiyle Eylül 2004’te BM Suriyeli askerlerin Lübnan’ı terk etmesine yönelik bir karar verir.
Fakat 14 Şubat 2005’te düzenlenen bir bombalı intihar saldırısında Rafik Hariri hayatını kaybeder. Fransız emperyalizmi bu saldırının ardında Beşar Esad’ın parmağı olduğunu savunur ve iki ülke arasındaki ilişkilerde bir soğukluk dönemi başlar.
SARKOZY’NİN YENİ ‘ARAP POLİTİKASI’
2007’de Nicolas Sarkozy Cumhurbaşkanı seçildiğinde Fransa’nın “Arap politikası”nda da değişiklik yaşanır. Yeni Cumhurbaşkanı “Akdeniz için Birlik” projesiyle Fransa’nın bölgede etkisini artırmak ister fakat bunun için “yeni dostluklar” ve “ittifaklar” yaratılmasını düşünür ve gerektiğinde bunu eski dostluklar aleyhine yapılması gerektiği fikrini savunur. Ona göre “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez”.
Bu yeni politika çerçevesinde eski “terörist” Muammer Kaddafi 10-15 Aralık 2007’de Paris’e davet edilir. Ardından Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad da Fransa Ulusal Bayramı vesilesiyle 13-14 Temmuz 2008’de Paris’e davet edilir. Eskinin “Selam verilemez” kişileri artık kırmızı halılarla resmi törenle karşılanır.
Fakat Sarkozy’nin “Akdeniz için Birlik” projesi birçok nedenden dolayı gerçekleşemez ve 2011’den itibaren “Arap baharı” diye adlandırılacak isyan dalgası tüm Akdeniz Arap ülkelerini sarsar ve bazı ülkelerde emperyalist ülkelerin farklı müdahaleleriyle bölgede güçler dengesinde önemli değişikliklerin yaşanmasına vesile olur.
2012’de Fransa’da iktidara gelen François Hollande da Fransız emperyalizminin gerileyen etkisini durdurmaya yönelik Afrika’nın eski sömürgeleri içinde coğrafi olarak merkezi bir rol oynayan Mali’de savaş başlatır. Bir yandan da Suriye’deki savaşın taraflarından birisi olmaya devam eder, fakat artık eski gücü olmayan Fransa, Lübnan gibi eskiden ileriden etkilediği birçok bölgede de etki kaybetmeyi göze almaya mecbur kalır.
FRANSA ETKİSİNİ PEKİŞTİRME DÖNEMİ
2017’de Emmanuel Macron Fransa’da iktidara geldiğinde, ondan önceki iki cumhurbaşkanının tersine Lübnan’da da Fransız emperyalizminin etkisini arttırmaya karar verir. Ona göre Suriye’de ABD’nin geri çekilmeye karar vermesiyle artık eski politika devam ettirilemez ve zaman “Artık elde bulunanları muhafaza etme” zamanıdır.
Mali ve çevre ülkelerindeki savaşa ağırlık verilir ve Lübnan’da etkiyi artırmaya yönelik Hariri ailesi üzerine yeniden yatırım yapılır. Rafik Hariri’nin oğlu Saad Hariri, 2016’dan itibaren başbakandır fakat 4 Kasım 2017’de Suudi Arabistan’dan istifa ettiğini açıklar. Daha sonra rehin kaldığını ve bu açıklamayı yapmak zorunda olduğu belirtilir. Macron, Saad Hariri’nin serbest bırakılması için özel bir çaba sarf eder ve 5 Aralık 2017’de tekrar Lübnan’a dönen Saad Hariri’nin başbakanlığının devam etmesini sağlar. Fakat Saad Hariri babası gibi Fransa’nın tüm çıkarlarını savunma konusunda ısrarla çalışmaz, ülkesindeki güçler dengesi de, koşullar da değişmiştir. Fransa çok memnun olmasa da elde olan şimdilik budur.
2018’e gelindiğinde ise Lübnan’ın ekonomik durumu kötüleşmiş ve ciddi bir kriz yaşanmaktadır, bu koşullarda Saad Hariri, krizin faturasını halka yüklemek için yeni vergiler gündeme getirir. Nüfusun en zengin yüzde 1’inin ülke zenginliklerinin yüzde 60’ını elinde bulundurduğu ve yolsuzluğun artık devletin normal işleme biçimine haline gelmesine karşı bu yeni vergiler artık bardağı taşıran damla olmuştur. Halk sokaklara inerek hükümetin istifa etmesini talep eder. Mücadelelenin 13. gününde Hariri hükümeti istifa eder.
Aralık 2019’da Cumhurbaşkanı Michel Aun, Hasan Diyab’a hükümet kurma yetkisi verir, fakat Mecliste çoğunluğu elde etmesi için aralarında Hizbullah’ın da bulunduğu birçok partiyle anlaşma yapması gerekir. ABD, Hizbullah’ın desteklediği bu Diyab koalisyonuna katılan tüm şahsiyetler hakkında yaptırım uygulayacağını açıklar ve yeni hükümetin siyasi renginin belli olmasıyla ve halkın taleplerine cevap vermeyeceği belirginleşince halk yeniden sokaklara inmeye başlar.
Ocak ve şubat ayı boyunca Lübnan sokaklarında birçok çatışma yaşanır. Bu gösteriler Kovid-19 salgınıyla durdurulur fakat ülkenin ekonomik sıkıntıları hızla derinleşmeye devam eder.
BEYRUT PATLAMASI MACRON İÇİN ‘VESİLE’ OLDU
Fransa, 2020’de Lübnan’ın kötü maddi durumunu değerlendirerek etkisini arttırmaya çalışır ve 23 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian Beyrut’a iki günlük resmi bir ziyaret gerçekleştirir. Birkaç gün önce Fransa’nın senatosunda sorulan bir soruya cevap verirken Lübnanlı yöneticilere seslenen Le Drian “Size gerçekten yardımcı olmak istiyoruz fakat size yardım edebilmemiz için bize yardım edin” diyerek Fransa’nın sözde sunacağı mali yardımın gerçek siyasi nedenlerini aslında açıkça ortaya koyar. Ancak Le Drian ziyaret esnasında umduğunu bulamaz ve tam tersine birçok bakan açıktan Fransa’ya karşı bir tutum alır. Le Brian Fransa’ya hiç memnun dönmez.
İşte böylesi bir ortamda 4 Ağustos Salı günü Beyrut Limanında patlama yaşandı. Macron ve Fransız emperyalizmi için tüm Lübnan devlet yetkililerine baskı yapmanın bir “vesilesi” doğdu. Onlara göre bu fırsat kaçırılmamalıdır ve diğer devlet başkanları gibi “başsağlığı” dilemenin de ötesinde Macron. uçağına binerek soluğu derhal Beyrut’ta almıştır. Olay yerinde halk ile temaslar kurduktan sonra açıktan Lübnan’da siyasi bir değişiklik çağrısında bulunmaya kadar ileri gitmeyi bile göze alır. Diplomaside alışılmış bir yöntem değildir bu ama Fransa açısından artık bu noktaya kadar varılmıştır.
Hatta aralarında Hizbullah’ın da bulunduğu temsili gücü olan tüm siyasi güçlerle görüşme tertiplemiş ve hem kendi yardımını hem de uluslararası yardımı koordine etme çabalarını bu koşula bağlar, fakat bu siyasi güçlerin onayına bağlı kalmamak için çağrıyı açıktan kamuoyuna yönelik yapar ve zira zaten aylardır sokaklarda mücadele yürüten halkın önemli bir kesiminin desteğini alacağını bilir.
Yolsuzluğun diz boyu yükseldiği bu ülkede halkın öfkesinin sokaklara taşması Hasan Diyab hükümetini kısa bir süre içinde devirdi. Fransa şimdi kendi lehine iş yapacak bir hükümeti kurmak için perde arkasında yoğun bir çabaya girmiş durumda.
Reklam
[