Türkiye, Yunanistan’ın Mısır’la yaptığı deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının ardından Oruç Reis araştırma gemisinin sismik çalışmalar için Akdeniz’e açılacağını, Pazartesi günü yayımladığı bir NAVTEX ile duyurdu. 10-23 Ağustos arası geçerli olacak NAVTEX kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait iki savaş gemisi de Oruç Reis’e eşlik edecek.
Yunanistan da aynı gün aynı bölge için NAVTEX ilan etti ve Türkiye’nin duyurusunun yasa dışı olduğunu kaydetti.
Almanya’nın başlatması beklenen arabuluculuk girişimi, Yunanistan’ın Mısır ile anlaşma yapması, Türkiye’nin de gemilerini yeniden ihtilaflı bölgeye göndermesi ile daha başlamadan son bulmuş oldu.
Her iki tarafın denizde ve havada askeri varlıklarını artırıyor olmaları bölgedeki gerginliğin sıcak çatışmaya kadar varması riskini de beraberinde getiriyor.
Yunanistan, gelişme üzerine güvenlik kurulunu toplarken, Türkiye de son durumu haftalık kabine toplantısında değerlendirdi.
Böylece Türkiye ile Yunanistan arasında son dönemde giderek artan Doğu Akdeniz gerginliği, Almanya’nın arabuluculuk girişiminin başlamadan sona ermesiyle yeni bir aşamaya girdi.
Ege Denizi’nden kaynaklanan kıta sahanlığı, karasuları, adaların statüsü ve hava sahası hattı gibi konularda on yıllardır süren anlaşmazlıkların, özellikle son bir yılda Akdeniz’e de yayılması Ankara-Atina hattında çok daha sert bir sürecin başlamasına neden oldu.
Gerilim nasıl tırmandı?
Türkiye, 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma anlaşması ile Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmiş ve bu anlaşmayı BM’ye kaydettirmişti.
Anlaşmanın uluslararası hukuka göre bir geçerliliği olmadığını savunan Atina, 1982 tarihli Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre adaların kıta sahanlığı hakları olduğunu, Türkiye’nin ortaya koyduğu haritanın Yunanistan’ın egemenlik haklarını çiğnediğini ilan etmişti.
Avrupa Birliği (AB) de Yunanistan’ın açıklamalarını desteklemiş, Türkiye’nin, “yasa dışı” olarak tanımladığı hidrokarbon çalışmalarını durdurmasını talep etmişti.
Siyasi alanda yaşanan bu gerilime rağmen, 2019’un ikinci yarısından itibaren Ankara ile yeni kurulan Atina hükümeti arasında diyalog kanalları açık tutuldu.
İki ülke savunma bakanlıkları arasında Akdeniz ve Ege’deki sorunların çözümü için 3 tur görüşmeler yapılırken, iki ülke liderleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Kiryakos Miçotakis ile dışişleri bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ve Nikos Dendias da teması kopartmadılar.
Ancak Yunanistan’ın Fransa ile Türkiye arasında son dönemde giderek gerilen ilişkileri kendi lehine kullanma çabası ve başta AB olmak üzere uluslararası platformlarda köşeye sıkıştırmaya çalışması Ankara’nın tepkisini çekti.
Türkiye, Yunanistan’ın Kıbrıs Rum tarafı ile Akdeniz’deki diğer kıyıdaş ülkeler Mısır ve İsrail ile hidrokarbon faaliyetlerini devam ettirmesi, bunu yaparken de Türkiye ve Kıbrıs Türkleri’nin çıkarlarını göz ardı etmesine tepki duyarak pozisyonunu sertleştirdi.
21 Temmuz’da Türkiye’den ilk NAVTEX
Türkiye, 13 Temmuz’da Fransa’nın girişimiyle toplanan AB Dış İlişkiler Konseyi toplantısından bir hafta sonra 21 Temmuz’da “denizcilere duyuru” anlamına gelen ilk NAVTEX’ini yayımlamış ve Oruç Reis araştırma gemisinin Türkiye’nin BM’ye bildirdiği kıta sahanlığı sınırları ve 2012 yılında TPAO’ya verilen ruhsat sahaları içinde kalan bölgede sismik araştırmalar yapacağını ilan etmişti.
Yunanistan ise Türkiye’nin araştırma yapacağı alanların kendi kıta sahanlığı içerisinde olduğunu açıklayarak, sert tepki vermişti. Egemenlik haklarını koruma konusunda geri adım atmayacağını bildiren Yunanistan’ın teyakkuza geçerek bölgeye savaş gemilerini göndermesi, bunun üzerine Türk Deniz Kuvvetleri’nin Oruç Reis’e sağlanan güvenliği artırması bir anda sıcak çatışma tehlikesinin doğmasına yol açmıştı.
Taraflar arasındaki gerginlik, AB Dönem Başkanı sıfatıyla devreye giren Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 22 Temmuz’da Erdoğan ve Miçotakis ile telefonda görüşmesi üzerine yatışmıştı.
Erdoğan, Türkiye-Yunanistan arasında 2002’de başlatılan ancak son dönemde askıya alınan “istikşafi görüşmelerin” Berlin’in girişimleri sonucu yeniden başlatılması sürecinde iyi niyet gösterisi olarak Oruç Reis gemisinin 3-4 haftalık bir süre için geri çekilmesi kararının alındığını açıklamıştı.
Bu moratoryumun, AB Dış Politika ve Savunma Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasında Doğu Akdeniz’den elde edilecek petrol ve doğal gaz gelirlerinin paylaşılması için bir mekanizma geliştirme amaçlı diplomasisine de uygun zemin yaratacağı öngörülmüştü.
Atina-Kahire anlaşması
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 9 Ağustos’ta CNNTürk kanalına verdiği demeçte, Yunanistan ile Mısır arasındaki deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının Ankara ve Atina arasında yeni bir diyalog sürecinin ilan edilmesinden sadece bir gün önce yapıldığını anımsatırken, Türkiye’nin bu gelişmeden düş kırıklığı duyduğunu da kayda geçirdi.
Anlaşmanın 6 Ağustos’ta ilan edilmesinin hemen ardından Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Yunanistan-Mısır anlaşmasının “yok hükmünde” olduğu çünkü iki ülkenin deniz sınırı olmadığı kayda geçirildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 7 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, bu anlaşmanın ardından Türkiye’nin moratoryumu sona erdirdiğini ve belirlenen bölgede sismik çalışmaların başlayacağını açıkladı.
Türkiye’nin ikinci NAVTEX’i ve Yunanistan’dan karşı NAVTEX
Yunanistan-Mısır anlaşmasına siyasi tepkinin ardından Türkiye’nin ilk somut tepkisi, 10 Ağustos sabah saatlerinde yayınlanan NAVTEX ile verildi.
Duyuru, Oruç Reis gemisi ile ona eşlik edecek Ataman ve Cengiz Han gemilerinin 23 Ağustos’a kadar çalışacakları alanların koordinatlarını kayda geçirdi. Enerji Bakanı Fatih Dönmez, üç geminin sabah saatlerinde Antalya Limanı’ndan ayrıldıklarını ve bölgeye vardıklarını açıkladı.
Türkiye’nin NAVTEX’inden sadece saatler sonra Yunanistan da bir deniz duyurusu yayımladı ve Türkiye’nin ilan ettiği alanların Yunanistan kıta sahanlığı içinde olduğunu, dolayısıyla Türkiye’nin NAVTEX’inin yasa dışı olduğunu bildirdi.
Yunanistan NAVTEX’inin yayınlandığı saatlerde, Atina’da hükümet ve askeri yetkililerden oluşan Güvenlik Kurulu toplantısı devam ediyordu.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da Türkiye’nin “şantaj” politikası eleştirilirken, yasa dışı faaliyetlerin bir an önce sona ermesi gerektiği dile getirildi.
Atina, AB’den yaptırım listesi istiyor
Gerilimin artmasına karşın ne Türkiye ne de Yunanistan’ın askeri bir çatışma noktasına gelmek istediği düşünülüyor.
Ancak durumun kontrol edilemeyecek bir hale gelmesi, ya da olası bir kaza sonucu, her ikisi de NATO üyesi olan Türk ve Yunan silahlı kuvvetlerinin karşı karşıya kalması tehlikesine dikkat çekiliyor.
Yunanistan’ın, daha önceki gerilimlerde olduğu gibi, Türkiye’yi BM, NATO ve AB’ye şikayet etme yoluyla sorunu uluslararasılaştırma politikasına devam etmesi bekleniyor.
Burada özellikle ABD’nin ve AB’nin desteğini almak isteyen Atina hükümeti, Brüksel’den 27-28 Ağustos günlerinde yapılacak gayri resmi dışişleri bakanları toplantısına kadar, Türkiye’nin bu adımlarına karşı alınacak önlemler listesini oluşturmasını bekliyor.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, 7 Ağustos’ta Yunan basınına verdiği bir demeçte, hazırlanacak yaptırım listesinin Türk ekonomisine dönük olmasını ve böylece Türkiye’nin AB ile çatışmaya girmesi durumunda neleri kaybedeceğini görmesini istediklerini söyledi.
Bakan, AB’deki mevcut ortam nedeniyle yaptırım kararının çıkmayabileceğini ancak yine de atılacak adımların ilan edilmesinin Brüksel’in kararlılığını göstermesi açısından önemli olacağını da bildirdi.
13 Temmuz toplantısında Türkiye’ye karşı adım atılmasına ilişkin girişimlere, dönem başkanı Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler karşı çıkmıştı.
Akdeniz’de formül çağrısı
Türkiye de Yunanistan-Mısır anlaşmasının ardından Atina ile diyalog kanallarını açma konusunda eskisi kadar istekli olmayacağı mesajını veriyor ama diplomasiye de kapıları tam olarak kapatmıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamasında, Türkiye’nin görüşmelere her zaman açık olduğunu kaydederken, “Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim. Herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım” diyerek tüm bölgeye genel bir çağrıda bulundu.
Böylece Ankara bir taraftan sahadaki çalışmalarını devam ettireceğini diğer taraftan da diplomasiye ve diyaloğa açık olmayacağı mesajını veriyor.
Ankara’nın bundan sonraki süreçte Oruç Reis, Barbaros Hayreddin Paşa ve Yavuz araştırma gemileriyle Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini sürdürmesi, bunları yaparken de Deniz Kuvvetleri aracılığıyla koruma sağlamaya devam etmesi bekleniyor.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Pazar günü yaptığı açıklamada, “Bölgedeki askeri varlığımız, herhangi bir tırmanmaya yol açma hedefi taşımamakta olup, tamamen, gerekmesi halinde meşru savunma hakkını kullanmaya yöneliktir. Sivil bir gemimize askeri müdahalede bulunulmasına tabiatıyla izin verilmeyecektir” ifadeleriyle Ankara’nın yaklaşımını kayda geçirdi.
Ankara, Meis’in durumuna dikkat çekecek
Üst düzey Türk yetkililer, Mısır-Yunanistan anlaşmasının Doğu Akdeniz sorunlarının diplomasi yoluyla çözümü için adım atmaya çalışan Alman hükümeti ve Borrell’de de şaşkınlık yarattığını kaydediyorlar ve Ankara’nın bundan sonraki süreçte de bu iki tarafla yakın temas içinde olmaya devam edeceğini kaydediyorlar.
Berlin’den ve Borrell’den yapılan açıklamalarda dikkatli bir dil kullanılmış olması ve “diyaloğa” atıfta bulunulması dikkat çekti.
Ankara’nın bu süreçte, Yunanistan ve Fransa’nın AB içinde daha fazla izole edilmesine çalışacağı, İtalya ve İspanya ile son dönemde yakalanan frekansın daha da yoğun şekilde kullanacağı değerlendirmeleri yapılıyor.
Türkiye yetkilileri, “Yunanistan’ın başta Meis adası olmak üzere en ufak adalarını dahi maksimalist kıta sahanlığı kazanımı için kullanmasının ve bunu yaparken Türkiye-AB ilişkilerini riske atmasının” birçok AB başkentinde rahatsızlık yarattığını kaydediyorlar.
Ankara’nın bu süreçte özellikle Meis adası üzerinden Yunanistan’ın politikalarını açığa çıkarma amacında olacağı da öngörülüyor.