Geride bıraktığımız üç sene içerisinde ABD ile Ankara arasındaki telefon hatları hiç uzun süre sessiz kalmadı. Rahip Andrew Brunson geriliminden Ankara’nın Rusya’dan S-400 alımına, TSK’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna düzenlediği operasyondan ABD Senatosu’nun yaptırım hamlelerine, Halkbank davasından Orta Doğu gerilimlerine birçok sebepten Beyaz Saray ile Beştepe Sarayı’nın ev sahipleri sık sık birbiriyle konuştu.
9 Nisan 2018 ile 10 Eylül 2019 arasında bu konuşmaların çoğunda Trump’ın hemen yanında Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton oturuyordu.
T24’ten Metin Kaan Kurtuluş’a konuşan Bolton, Halkbank’ın ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları delmekle yargılandığı davada Erdoğan’ın Trump’tan bankaya “özel muamele” uygulanmasını istediğini belirtti.
Bolton’a göre Trump da Adalet Bakanı Bill Barr’a “davayla ilgilenmesini” söyledi. Bolton, Trump’ın Halkbank davasıyla ilgili girişimlerine danışmanlarının anlam veremediğini söyledi.
O röportajın bir bölümü şöyle:
Bize biraz Erdoğan ve Trump arasındaki ilişkiden bahsedebilir misiniz? Trump, “Erdoğan’ın onu dinlediğini” söyledi; bunu da biraz açabilir misiniz?
Benim Beyaz Saray’da görev yaptığım 17 ay boyunca nasıl olduğundan bahsedebilirim. Kitabım “The Room Where It Happened”da buna değindim; ben göreve başladığımda Rahip Brunson’ın gözaltında olması sebebiyle ilişkiler iyi bir noktada değildi. Biz onun hiçbir gerekçe olmadan tutuklandığına inanıyorduk. O bir din adamıydı, uzun süredir Türkiye’de görev yapıyordu. Gülen’le bağlantıları olmasıyla suçlanıyordu. Biz bunun mümkün olmadığına ve mümkün olan en erken zamanda serbest bırakılması gerektiğine inanıyorduk. Erdoğan bunu yapmaya yanaşmıyor gibi duruyordu, biz de bu sebeple yaptırımlar uyguladık. Yaptırımların Türk Lirası üzerinde yıkıcı etkileri oldu. Tahmin edebileceğiniz gibi bu dönemde Trump ile Erdoğan arasındaki konuşmalar oldukça keyifsiz geçiyordu. Brunson serbest bırakıldıktan sonra, ki bence bunun Erdoğan’ın kararı olduğu çok açık, ilişkiler toparlanmaya başladı.
Bu noktadan sonra Trump’la Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar bence Erdoğan açısından çok iyi gitti, özellikle Suriye konusunda. Erdoğan, ABD ve Koalisyon güçlerinin Suriye’den çekilmesini istedi ve Trump birkaç defa bu fikre katıldığını dile getirdi. Koalisyon’daki diğer ülkeler ve Trump’ın danışmanları ise bu fikre karşıydı. Trump görüşlerini yeniden şekillendirdi. ABD’de Kürtleri destekleyen birçok kişi ona Kürtlerin IŞİD’in bölgesel ‘halifeliği’nin yenilmesinde oynadığı rolü anlattı. ABD’li seçmenler ona ‘Kürtler, IŞİD’e karşı savaşta bizimle beraberler, onları terk edemeyiz’ dedi, belki de bazıları Kürttü.
Suriye konusunda ilişkiler, Suriye’nin İdlib’e yapacağı bir saldırı ve bunun yaratabileceği yıkım hakkındaki endişeler, 500 bin ila 1 milyon sığınmacının İdlib’den Türkiye’ye hareketlenmesi ihtimali ikili arasındaki konuşmaların ana gündemiydi. Ancak Erdoğan’ın kendi gündemi de vardı; Halkbank’ın yargılanmasını durdurmak ve bunun gibi çok daha problematik konular. Ancak hızlıca anlatmak gerekirse durum benim görev yaptığım süre zarfında böyleydi.
Kitabınızda Başkan Trump’ın Halkbank davasına müdahale ettiğinden bahsediyorsunuz. Bunun ortaya çıkması durumunda Trump’ın tekrar seçilme şansının zorlaşacağı ve diplomatik açıdan zor durumda kalacağı biliniyordu. Nitekim ortaya çıktı. Sizce neden Trump bu davaya müdahale etmeyi kabul etti? Bunu nasıl gerekçelendirdi?
Erdoğan, Trump’ı Halkbank’a haksızlık yapıldığı konusunda ikna etmiş gibi duruyordu.
İlk olarak bana ve Adalet Bakanlığı’na göre Halkbank, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları ciddi şekilde ihlal etti. İkinci olarak ise Halkbank yaptıkları konusunda yalan söyledi; başka bir deyişle dolandırıcılık yaptı. Bu sebeple Halkbank’a dava açılması ve çok ağır cezalar istenmesi son derece uygundu. Bunları yapan bir ABD bankası olsa onlara olabilecek en ağır cezayı verirdik.
Yani Halkbank’a adaletsiz bir muamele yapılmıyordu, Erdoğan yabancı bir bankaya özel muamele yapılmasını istiyordu. Trump’ın neden buna inandığına ve Erdoğan’a bir iyilik yapmak istediğine bence üst düzey danışmanları da anlam veremedi.
Bill Barr yeni Adalet Bakanı olduğunda Trump ondan bu konuyla ilgilenmesini istedi. Bu uzun bir hikâye, fazla detaya girmeyeceğim. Adalet Bakanlığı yargı sürecine devam etmeye karar verdi. Şu anda bulunduğumuz nokta da bu.
Ankara’nın Rus yapımı S-400 savunma sistemlerini almasının ardından Washington’da iki parti de Türkiye’ye yaptırım uygulanması için girişimlerde bulundu. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı operasyon gibi başka durumlarda da yaptırımlar gündeme geldi. Trump bu yaptırımların engellenmesi için girişimlerde bulundu mu?
Evet, uygulanmaması ABD yasalarına açıkça aykırı olsa da Türkiye’ye S-400 alımı nedeniyle yaptırım uygulanmadığını görüyoruz. S-400 NATO hava savunmasına uygun değil, yani ittifaka hiçbir ek katkı sağlamadı. Aksine F-35’leri tehlikeye attı, çünkü uçakların bir Rus savunma sistemine yakın olması görünmezlik teknolojisini tehlikeye atabilirdi. Bu sebeple Türkiye F-35 programından çıkarıldı. Bu durum tüm taraflar için kötü oldu. Bir noktada insanlar Türkiye’ye yaptırım uygulanması için harekete geçti, bu da kötü oldu.
Biz, Erdoğan’ın neden Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştıracak adımlar atmaya gayret ettiğini anlamadık. Neden Türkiye’nin NATO’yla bağlarını zayıflatıyor, neden Türkiye’yi Rusya’yla yakınlaştıracak bir yola sokuyordu? Bir NATO ülkesinin bu adımlarını anlamlandırmak çok zor.
Erdoğan ve Trump’ın beraber görev yaptıkları yıllarda sıkça temas kurmalarından bahsettik. Fethullah Gülen’in 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni organize ettiğine dair birçok kanıt olmasın rağmen ABD onu iade etmedi. Trump’ın gerekçesi neydi?
Bence Trump bu karar sürecinde bir rol oynamadı. Birkaç konuşmada Erdoğan ve danışmanları Gülen’in darbe girişimine ve Erdoğan hükûmetine karşı diğer suçlara dahiliyetine dair kanıtlar göndereceklerini söyledi. Bize dosyalar gönderildi, çoğunlukla aynı dosyalar birkaç defa servis edildi. Dosyalar, Adalet Bakanlığı’ndaki yetkililer tarafından incelendi ve olası bir iade talebinin üzerinde duruldu. Suçlu iadesi anlaşmalarına göre taraflar birini iade etmeden önce bazı şartların yerine getirilmesi gerekiyor.
Adalet Bakanlığı yetkilileri Türkiye’nin sunduğu kanıtları birkaç defa inceledikten sonra bunların Gülen’in iadesi için yeterli olmadığına karar verdi. Ama bence bu çoğunlukla Adalet Bakanlığı’nın verdiği bir karardı.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Sizin görev yaptığınız dönemde Trump’ın Türkiye’ye bakış açısı neydi? Türkiye’nin Orta Doğu ve genel diplomasi arenasında rolünün ne olduğunu düşünüyordu?
Bence Türkiye’nin Suriye’deki varlığının birçok açıdan etkileri olduğunu görüyordu ve dediğim gibi Erdoğan-Trump görüşmelerinde genellikle gündem bu olurdu.
Trump için Orta Doğu’da İran’ın nükleer silah programı, onun terörizme verdiği destek, Suriye ve Irak’taki konvansiyonel faaliyetler gibi diğer problemler daha büyük bir odak noktasıydı. Tabii İsrail ile Filistin arasındaki durum da öyle. Körfez’deki Arap ülkelerine de fazlasıyla odaklandı; bunun yansımasını Birleşik Arap Emirlikleri’nin tam diplomatik ilişkiler karşılığında İsrail’i tanımasıyla gördük.
Türkiye’nin dahil olduğu birçok mevzu vardı, ancak Trump olaylara kapsamlı ve stratejik bir şekilde yaklaşmaz. O bu tür olaylarla genelde doğaçlama ve bireysel bir şekilde ilgilenir. Bunu Türkiye ile kurduğu ilişkilerde de sık sık gördük.