Bu yazıda gıda, ekoloji ve beslenme ile ilgili sorunlara bireysel ve kamusal çözüm önerileri içeren iki önemli yayından söz etmek istiyorum. Ancak, öncelikle gıda güvencesi, gıda güvenliği, ekoloji ve beslenme arasındaki ilişkilere kısaca dikkat çekmek istiyorum.
Gıda güvenliği gıda güvencesine, gıda güvencesi ise ekolojik şartları dikkate alan bir üretim yaklaşımına sıkı sıkıya bağlı. Gıda güvenliği topraktan çatala uzanan süreçte gıdaların sağlığa uygun olması ve besleyici niteliklerini kaybetmemeleri için yapılan çeşitli uygulamaları, gıda güvencesi ise bir toplumun kendine yeterli gıda maddesini kendi becerileri ile üretme kapasitesini ifade eder.
Gerek gıda güvenliği, gerekse gıda güvencesi ekoloji ile yakından ilgili. Ekolojik yıkım yaratan ya da kimyasal kirliliğe yol açan uygulamalarla gıda güvencesi ve güvenliğini sağlamak olanaksızdır; dahası böyle bir durumda sağlıklı beslenmeden de söz edilemez. Dolayısıyla gıda üretimi, ekoloji ve beslenme konularının birlikte ele alınması bir zorunluluktur.
Ekolojik bir bakış açısı ile üretilmiş gıdalar iklim krizine yol açan süreçleri kontrol altına almak ve krizi şiddetlendiren unsurları, örneğin toprağın karbon tutma kapasitesindeki azalmaları gidermek ya da topraktaki biyoçeşitlilik kaybını onarabilmek için de çok önemlidir.
Ekolojik bakış açısı gıda maddelerinin sadece üretilme yöntemlerini değil gıdaların içinde yer aldığı ekolojik ortamı-şartları da dikkate alır. Kimyasal kirliliğin yoğun olduğu bölgelerde sağlığa uygun nitelikte gıda maddesi yetiştirmek-üretmek olanaklı değildir. Ortamın kirliliği gıda maddelerine de bulaşacak ve sonuçta gıdalarda (ve elbette sularda) çeşitli toksik kimyasal kalıntılarının bulunmasına yol açacaktır.
Bir toplumun ihtiyacı olan gıda maddelerini kendi imkânlarıyla üretebilme becerisi ise iklim krizine karşı koyabilmek ve gıda güvenliğiyle ilgili riskleri azaltabilmek açısından önem taşır. Gıdaların zorunlu bir durum olmadıkça uzak mesafelerden temin edilmesi yoluna gidilmemeli; yerel üretim imkânlarını artırmaya yönelik politikalar tercih edilmelidir.
Yerelde üretip yerelde tüketmeyi esas alan bir yaklaşım bazı nüanslar dışında ekolojik açıdan çok kıymetli. İşin aslına bakılırsa, iklim krizinin yol açacağı olumsuz durumlar nedeniyle önümüzdeki on yıllarda yerelde üretip yerelde tüketmek hemen her toplum için kritik önem taşıyan meselelerden biri haline gelecek.
Bu meseleleri ele alan, çözüm arayan birer yurttaş olarak ne yapmalıyız, bireysel çözümlerin yanı sıra hangi kamusal çözümleri ve hangi politikaları savunabiliriz sorularına yanıt olacak iki önemli yayın var.
Bu yayınlardan ilki Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği tarafından Türkçe çevirisi yapılan “Bizi Kim Doyuracak” (Çevirisi Özgürel Başaran ve Ceyhan Temürcü tarafından, sayfa ve görsel uyarlaması Ayşe Gökçe Bor tarafından yapılmış) başlığını taşıyor.
Kitapçık, “endüstriyel gıda sistemi ile küçük ölçekli çiftçiliğin (köylü gıda ağının) verilere dayalı bir karşılaştırmasını sunuyor. Buna ek olarak, gezegendeki yaşam sistemlerine ve sosyal yapılara ağır bedeller ödeten, krizler yaratan, Covid-19 pandemisiyle birlikte kendi ürettiği krizlere karşı dayanıksız olduğu da oraya çıkan endüstriyel gıda sistemiyle ilgili çarpıcı veriler içeriyor.
Örneğin endüstriyel gıda zincirinin tarımsal kaynakların yüzde 75’inden fazlasını kullanarak dünya nüfusunun yüzde 30’undan daha azına yiyecek sağladığını, oysa köylü tarımının kaynakların yüzde 25’inden daha azını kullanarak dünya nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını beslediğini biliyor muydunuz?
“Bizi Kim Doyuracak?” kitapçığı, şimdi olduğu gibi gelecekte de gıda güvencemizi sağlayacak olanın, gezegeni ekolojik ve sosyal krizlerden koruyacak olanın şirket tarımı ve pazarlama zincirlerideğil, küçük ölçekli agroekolojik üretim ve dağıtım ağları olacağını açıkça belgeliyor. Kitapçık “İnsanların çoğu gıdasını nereden temin ediyor?”, “Gıdamızın çoğunu kim üretiyor?”, “Tarımsal çeşitliliğe ne oluyor?”, “Toprağımızı kim koruyor?” gibi çeşitli sorulara sade ve anlaşılır yanıtlar içeriyor.
Diğer yayın ise 2019 yılında Ekoloji Kolektifi Derneği’nin çevirisi ile yayınlanan “Halkın Gıda Politikası” isimli kitap boyutunda ve oldukça ayrıntılı bir doküman.
İngiltere’nin Brexit sonrası döneminde ne türden bir “gıda” politikası izlemesi gerektiğini anlatan Halkın Gıda Politikası metni, farklı tipte, farklı ölçekte ve farklı tabana sahip 150 örgütün yan yana gelerek “yazdığı” katılımcı alternatif önerisi olarak niteleniyor.
Metnin yazım sürecinde mevcut gıda sistemini dönüştürmek amacıyla bir araya gelen sendikaların, hak mücadelesi veren örgütlerin, topluluk inisiyatiflerinin, STK’ların ve çevre örgütlerinin yer aldığı vurgulanıyor.
Her iki yayın da gıda, ekoloji ve beslenme sorunlarını toplumsal bir bakış açısı ile ele alarak kamusal çözümlere yer vermesi açısından önemli bir boşluğu dolduruyor. Metinlerin çevirisinde ve yayınlanma sürecinde emeği geçenlerin eline sağlık. (BŞ/EKN)