YORUM | UĞUR TEZCAN
Yaklaşık olarak son sekiz yıldır kullanımda olan bir ifade bu. Hem Erdoğanlı AK Parti hem de Perinçekli Ergenekon örgütlenmeleri günah keçisi olarak belirledikleri bir grubu bahane ederek hem ülkede istedikleri gibi bir yolsuzluk düzeni kuruyorlar, hem de kendilerine engel olabilecek devlet aygıtını felç ederek devlet sistemini kendilerine göre yeniden tasarlıyorlar. Oluşturdukları bu kaos ortamında da inanan, inanmayan herkes bu ifadeyi bir şekilde kullanıyor. Kimileri bunu bir tarafgirlik neticesinde kullanıyor, kimileri de ortamı koklayarak hâkim gücü memnun edeceğini bildiği için bilinçli bir tercihte bulunuyor, kimisi de korku ile karışık bir cehaletin yansıması olarak bu ifadeyi tekrarlayıp duruyor. Kullanma motivasyonları insanlara göre değişiklik arz etse de makro planda ‘neden FETÖ diyorlar?’ diye sormak doğru olabileceği gibi, mikro planda da ‘neden FETÖ demek zorundalar?’ şeklinde sormak da doğru bir yaklaşım olur. Olayın sosyo-psikolojik ve politik yönden analiz edilebilmesi bu iki soruya ayrı ayrı odaklanmakla mümkün. Yani anlayacağınız bu yazının başlığını pekâlâ, ‘Neden FETÖ Demek Zorundalar!’ şeklinde ifade etmek de mümkündü.
Öncelikle şunu belirteyim: Başkalarına terörist deme veya başka şekillerde düşmanlaştırma yöntemleri tarih boyunca hep var olagelmiştir. Antik çağın ‘barbar’ şeklindeki politik söylemleri günümüzde ‘terörist’ dönüşümüne uğradı. Şahsi yorumum odur ki; günümüz modern toplumlarında bunun çılgınca ve salgın bir ‘hastalık’ halini alarak adeta siyasetin kemikleşmiş bir refleksi haline gelmesi 11 Eylül saldırılarının ardından dönemin ABD başkanı Bush ve etrafındaki Neocon ekibinin ‘’ya bizimlesiniz ya da karşımızda!’’ şeklindeki politik yaklaşımlarıyla mümkün oldu. Bugün aynı retorik ve politik refleks her yere bulaşmış durumda. Ortadoğu malumunuz; İsrail’e göre her Filistinli potansiyel bir ‘terörist’. Diğer ‘Müslüman’ diktatörler de rakiplerine hep terörist muamelesi yaptılar ve hala da yapıyorlar. Toplumlarını ‘’ya bizimlesiniz ya da karşımızda (teröristsiniz)’’ tarzı söylemlerle bölüyorlar. Sisi’nin Mısırı da İhvanı terörist ilan etti. Yarın bir yerlerde yeni bir diktatör ortaya çıksa o da ilk iş olarak kendisine muhalif bir ‘terörist’, ‘hain’ bulmak zorunda!
Kuzey Afrika baştan başa benzer hastalıklarla malul. Afrika içleri de pek farklı değil. Her bir kabileci diktatör siyasi muhalifi olan kabilelere terörist damgası yapıştırıyor. Çin, elinden topraklarını aldığı her Uygurluyu ‘eğitilmesi gereken bir terörist’ olarak lanse etmeye çalışıyor. Asya’nın diğer ülkelerinde Budistler de benzer retoriklerin büyüsüyle Müslümanlara saldırıyorlar. Hindistan’da hızla güçlenen ırkçı siyasetten ötürü Müslüman Hintliler de benzer bir düşmanlaştırmanın kurbanı oluyorlar.
Demokrasinin beşiği ABD’de bile Başkan Trump, kendisine göçmen sorunu ve duvar örme meselelerinde karşı çıktıkları için rakip demokratları vatana ihanet etmekle suçladı; bununla da kalmayıp Müslüman vekil İlhan Ömer hakkında onu sanki terörist gruplara sempati besliyormuş gibi gösteren polemiklere girişti.
Malumunuz olduğu üzere son birkaç yıldır Türkiye’de de ‘’FETÖ’’ söylemi üzerinden büyük bir insanlık dramı yaşanıyor ve şimdilik ülke olarak bu konuda sınıfta kalmış durumdayız. İnsanlar kendi öz evlatlarına bile terörist muamelesi yapıyorlar ve onları kendi korkularına, öfkelerine, tarafgirliklerine ve hatta çıkarlarına kurban ederek dışlıyor, onları açlığa ve yalnızlığa mahkûm ediyorlar. Böylece kendi evlatlarını bir liderin hezeyanlarına feda edebilen bir konuma düşüyorlar! Sanki dünya üzerinde ‘en kısa sürede en çok iğrençleşebilen insanlar topluluğu’ konulu bir skeç yarışması düzenlenmiş de o konuda millet olarak birinciliği kimseye kaptırmamanın telaşına düşülmüş gibi bir şizofreni var ortada!
Önce ‘paralel yapı’, ‘hainler’, ‘sülükler’, ‘faiz lobisi’, ‘Batının ajanları’ vb. retoriklerle başladı bu skeç. Reislerinin dümen kırması ve vitesi yükseltmesi ile bu sefer eski söylemler aniden koro halinde askıya alındı ve bu sefer de ‘FETÖ’ ve ‘terörist’ deme fazına geçildi. Bu geçiş, elbette kendisi de bir tiyatro olan 15 Temmuz çakma darbesi bahane edilerek sağlandı. Koro derken sadece Erdoğan şefliğindeki İslamcılar, tarikatlar, Nurcular ve diğer milli- muhafazakârlardan oluşan AKP cenahını kastetmediğimi iyi biliyorsunuz. Erdoğan’dan ve AKP’li muhafazakâr çevrelerden aşırı derecede nefret ettikleri halde Kemalisti, Ülkücüsü, Atatürkçüsü, laiki, liberali, solcusu, Kürtçüsü (Kürt değil) vs. herkes gönüllü olarak katıldılar bu koroya! Herkesin kendi dünya görüşüne uygun kıyafetlerle, şivelerle, üsluplarla ve ifadelerle katıldığı büyük bir ‘FETÖ korosu’ bu! Bugün Avrasyacılığın etkisi altında olan derin yapı yarın tekrar NATO’cu bir eksene kaysa ve kendisine ‘soykırımı artık bırak, demokratik raya geç!’ denilse bu bahsettiğim Türkiye korosunun aynı gün ‘’FETÖ’’ söylemini terk ettiğine şahit olabilirsiniz mesela!
Peki neden kullanıyorlar bu ifadeyi; inatla, üzerine basa basa, çıldırmışçasına ve sıklıkla… büyük bir iştahla ve ağızlarından salyalar akarcasına… Bu yaklaşık son sekiz yıldır bu şekilde devam ediyor ve belki de bir sekiz sene daha böyle sürüp gidecek!
Gelin buna dair bir pencere açalım ve bu insanların ideolojilerine, ruhsal sağlıklarına, karakterlerine ve genel konjonktüre ufak bir ışık tutalım. Bu konudaki tam aydınlatmayı geleceğin sosyologları, psikologları, yazarları, gazetecileri, siyasileri ve hukukçuları yapacaklardır.
En başta bu ifadenin öncelikli olarak bir Ergenekon operasyonu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Yani devlet kılığına bürünmüş Ergenekon suç örgütünün büyük bir algı operasyonu bu. Ergenekon ve Balyoz davalarında kullanılan ‘’ETÖ’’ tanımlamasının, o günlerde yaşadıkları var olma kavgasının ve şokunun öcü alınıyor bu ifade ile. Tek farkla ki; ETÖ davaları savcıların sundukları deliller ışığında yürüyordu, ‘FETÖ’ davaları ise sadece söylemler ve ithamlar üzerinden yürütülüyor. ‘FETÖ’ denilerek terörist ilan edilen insanların aleyhine bağımsız mahkemelerde (hatta Erdoğan’ın mahkemelerinde bile) delillerle ispatlanmış tek bir somut veri yok. İngiltere, Almanya, ABD, Kanada ve benzeri demokratik ülkeler böyle bir örgütün varlığına dair bir delilin olmadığını açıkça ifade ettiler. Bunun salt bir siyasi devlet operasyonu olduğunu biliyorlar; 15 Temmuz darbe tiyatrosu da dahil olmak üzere.
Sekiz yıla değil, sadece son bir aya bile baksak Twitter üzerinde, TV’lerde ve gazete köşelerinde bu kesimlerden birçok insan yine ‘FETÖ’ demeye devam ettiler. Salt ‘FETÖ’ söylemi dışında bir de ‘FETÖ kumpası’ ve ‘FETÖ projesi’ gibi ifadeler de çok yaygın ve bunları daha çok Ergenekon’un algı operatörü gibi çalışan çevreler kullanıyorlar. Fenerbahçe başkanı Ali Koç bile çıkıp ‘eski şike davasını’ kastederek ki hukuk önünde suçları sabit olmuştu, olayı ‘FETÖ’ye bağladı. Oysa kendileriyle uğraşan Erdoğan’dı. Barolar Birliği Başkanı Dumkoğlu, Erdoğan’ın yeni ‘çoklu baro’ oluşturma hamlesini direk eleştirmek yerine ‘’bu bir FETÖ projesidir’’ dedi. Erdoğan ulusalcı yazar Müyesser Yıldız’ı tutuklattı; ama ODA TV’nin Soner Yalçın’ı çıkıp ‘FETÖ iktidarda’ diye manşet attı; hapislerde olan yüzbinlerce insanın gözleri önünde hem de. Şaşılacak bir şekilde bu kesimler Erdoğan’ı hiçbir zaman direk olarak eleştirmeden yorumlarına ısrarla hemen bir ‘FETÖ’ sosu katıyorlar! Erdoğan’a direk muhalefet yap(a)mıyorlar. Bunlar hep bilinçli bir tercihin ürünü. Çünkü ‘FETÖ’ diskurlu saldırının aslen bir Ergenekon operasyonu olduğunu çok iyi biliyorlar ve bu yönde diskur üretip, o koronun devamı adına gayretlerine devam ediyorlar, etmek de zorundalar!
6-7 Eylül olayları sırasında halkın milliyetçi duygularını tahrik ederek onlara ‘hain Rumlar!’ sloganları eşliğinde ellerinde baltalarla Rum dükkanlarını yağmalatıp yıktıran; sonra da 80 olaylarında sağ ve sol hareketleri birbirine kırdıran odak bugün tekrar iş başında. Aynı yapı yeşil bir elbise giymiş ve Erdoğan’ın zaaflarını ve hırslarını kullanarak bu sefer Hizmet insanına soykırım uygulatıyor. Bu amaçla da benim tabirimle büyük bir ‘FETÖ korosu’ kurulmuş durumda. Bu nedenle de Erdoğancı çevrelerden daha çok, bu Ergenekoncu algı operatörü çevrelerin bu ‘FETÖ korosunu’ devam ettirmeleri gerekiyor. O algı balonu sürekli olarak şişirilmek zorunda onlar açısından. Bu koro kolaylık açısından üç gruba kategorize edilebilir:
Vizyondaki ekip koro şefi Erdoğan ve etrafındaki suç çetesi. Koronun finansörü ve operatörü ise Ergenekon suç örgütü. Zira, Kemalist’inden, Ulusalcısından, Atatürkçüsünden, Solcusundan, Liberalinden İslamcısına bu kadar farklı sesi aynı siyasi koro setinde senkronize bir şekilde hareket ettirebilmek Erdoğan’ın tek başına çevirebileceği bir iş değil. Erdoğan böyle çok sesli bir koroya şeflik edebiliyorsa bu üstlendiği misyonun Ergenekoncu kitlelerce öneminden kaynaklanıyor.
Erdoğan ve etrafındaki; her türlü suça, yalana ve hırsızlığa bulaşmış olan fırsatçı çevre önlerine konan rolleri oynamak zorundalar! Yıllardır kurdukları büyük bir yolsuzluk ağı var ve büyük bir parti teşkilatı; hatta önemli bir bürokrat kesim bu yolsuzluklardan doğrudan veya dolaylı yoldan besleniyorlar. Maddi anlamda istifade etmeyeni bile devlet aygıtındaki makamını koruma, yükselme veya ihale alabilmek adına umutlarını o koroyla senkronize olmaya bağlamış durumda. Erdoğan bu çatıyı şimdilik bir arada tutan en önemli güç. Erdoğan’ın kendi şahsi hırslarının, kin ve nefretinin de elbette önemli bir rolü var bu olanlarda; ancak bu onun belirleyici bir güç değil, kullanılan bir güç konumunda olmasından kaynaklanıyor daha çok. İddia ediyorum: Yarın dengeler değişse, ‘Ergenekon beni kandırmış’ der ve sizi şaşırtacak başka kanallara akmaya çalışır. Kendisini yargıdan koruyacak ve güç dengesindeki konumunu sağlama alacak güç odağı yarın siz olun, Erdoğan ve etrafındaki çevre aynı gün rota değiştirir.
İkinci kesim; ‘FETÖ’ ifadesini mahallede dedikodu yapma kültüründe olduğu gibi o tarz bir cehaletle kullanan ‘sokaktaki’ insanlar ki bunların bir kısmı ya salt korkuyla hareket eden kurnazlar, ya körkütük bir cehaletle duyduğu şeyleri bir sakız gibi çiğneyen ahmaklar veya bazı şeylere biraz vakıf oldukları halde taraftarı oldukları mahallenin diskuruna göre hareket eden, zihinleri oradan gelen tepkilerle ancak işleyebilen zayıf karakterler… Bu cahil halk tabakası, Erdoğan yarın gitse, Ergenekon’un algı operatörleri de bir şekilde kenara çekilse ve bugün ‘Fetöcü’ denilen insanlar tekrar güçlense, yine rüzgârın yeni yönüne göre hareket edecek tipler çoğunlukla. O yüzden bu kesim bu yazının kapsamında değiller. O ayrı bir sosyolojik analizin konusu olabilir.
Bu yazının asıl hedefi yukarıda da resmettiğim gibi, ‘FETÖ korosunun’ en ilginç kesimi; hatta Erdoğan etrafındaki o azgın çeteden daha da ilginçler! Kimler mi var bu FETÖ korosunda: Ulusalcı Oda TV’ler, algı operatörü gibi hareket eden Soner Yalçınlar, Perinçek’in kadroları, Kemalist takılan devletçi zevat, solcu geçinen bazı çevreler, muhalefet yapıyormuş görüntüsü veren Bahçeli ve ülkücüler, Akşenerli İyi Parti ve yönetici kadrosu, kendisi de devletten dayak yediği halde hala ‘FETÖ’ demekten çekinmeyen HDP’liler, bürokraside yer alan bazı insanlar ki içlerinde Baro başkanları ve diğer hukukçular daha çok ön plana çıkıyorlar, tam kadro CHP yönetimi, ortada liberal ‘aydın ve gazeteci’ olarak takılan ama kendileri de aslen bir yerlere ve ideolojilere angaje olan bazı kişiler ki bunlar genelde ‘demokrasi’ ve ‘hukukun üstünlüğü’ gibi değerlerin savunucusu olarak kendilerini reklam ediyorlar…
Erdoğan ve ekibi sekiz yıl öncesinin ‘paralel devlet’ yaygarasını kullanım dışı yaptı. Bu kesim ise bir süre daha kullandı. Şimdi topyekûn ‘FETÖ’ diyorlar çünkü şimdi bunun üzerinden siyaset yapıp ülkeyi bu kaos eşliğinde yeniden tasarlıyorlar. Soykırımı toplum nezdinde gözlerden kaçırmaya çalışırken böyle bir algı ve propaganda ile sürekli olarak bağırmaları gerekiyor. Bu kadar farklı çevre Ergenekon ilişkilerinden dolayı ‘FETÖ’ diyor ve demek de zorundalar. Aynı odak yarın yoluna Davutoğlu veya İmamoğlu ile devam etme kararı alsa, aynı retoriği ve soykırımı hiç hız kesmeden devam ettirebilirler. Bunları takip eden o toplumsal koro da yeni koro şefleri ve yönetmenleri eşliğinde konserine/skecine devam eder! Bunu iyi biliyorlar.
Bu konu çok daha kapsamlı ele alınabilir ama ‘velhasıl’ diyerek burada bırakalım. Sanırım maksat hasıl olmuştur ve ışık tutmak istediğimiz yere, o sahnedeki ‘FETÖ korosuna’ spot lambalarımızı yeterince yöneltmişizdir. Birbirinden farklı kesimlerin aynı ‘FETÖ korosunda’ ısrarla, nokta atış yapar gibi ve hırsla teşriki mesai etmeleri tesadüf değil. Sosyolojik ve dönüşüm veya salt ‘Cemaat’in hatalarının’ bir ürünü de hiç değil. Bazılarının, ‘aman efendim, bu kadar farklı insan diyorsa demek ki vardır bir şeyler, Cemaat özeleştiri yapsın’ tarzındaki yüzeysel yorumlar kimse kusura bakmasın ama benim açımdan kahvehane muhabbeti derecesindeler. Zira, meselenin asıl özü benim bu yazıda ışık tutmaya çalıştığım noktadır.
Velhasıl, ‘FETÖ’ demek zorundalar çünkü devleti soyanı da kendine göre tasarlamak isteyen işbirlikçisi de hırsızı da yolsuzu da korkağı da bunun bu şekilde olması gerektiğini çok iyi biliyorlar. İngilizce’de ‘snuff’ denilen bir kelime vardır. Burnunuza bir koku veya toz çektiğinizdeki eylemi ifade eder; ama aynı zamanda ‘kurnaz’ anlamına da gelir. ‘FETÖ korosu’ da işte böyle: Ortamı koklayarak, çıkarına uygun şekilde burnuna ne çekmesi gerekiyorsa onu çekmek zorunda olduğunu bilen bir kurnazlar topluluğu. Bu vesileyle, sokaktaki vatandaş haricinde, belli bir kimliği ve pozisyonu olan ve Erdoğan’ı ve hükümeti eleştiriyormuş gibi görünürken bile ısrarla ‘FETÖ’ demeye devam eden insanları ya Erdoğan’ın varlığından ve diskurundan bir şekilde yarar gören veya bizzat Ergenekon’la bir şekilde bağı olan algı operatörleri olarak düşünmek pek de yanlış olmaz!
Kaynak:Tr724