Büyükada davasında yargılanan 11 sanıktan yedisi beraat ederken, dört sanık hapis cezasına çarptırıldı. 6 yıl 3 ay hapis cezası alan Af Örgütü Onursal Başkanı Taner Kılıç, “Haklı ve doğru bir yerde durduğumuzu tarih gösterecek” dedi.
Temmuz 2017’de Büyükada’da düzenlenen “İnsan Hakları Savunucularının Korunması ve Dijital Güvenliği” başlıklı toplantıyı yaptıkları sırada düzenlenen baskınla gözaltına alınan ve haklarında “terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla dava açılan 11 insan hakları savunucusunun yargılandığı davada bugün karar açıklandı. Dört sanık hapis cezalarına çarptırılırken yedi sanık hakkında beraat kararı verildi. Davada en ağır cezayı 6 yıl 3 ay ile Af Örgütü Onursal Başkanı Taner Kılıç “örgüt üyeliği” iddiasından aldı. Kılıç, DW Türkçe’ye konuştu.
Taner Kılıç cezaya ilişkin, “Şaşkınlık var ama hakkımdaki davanın açılmasından bu yana aslında bu şaşkınlığı yaşıyorum. Olması gerekense aslında hiç soruşturma açılmamasıydı, bir gün bile tutuklama yapılmamasıydı, buna rağmen uzun süren bir tutukluluk dönemi oldu. Yaklaşık iki yıl önce tahliye edildim, iki yıl kadardır da dava devam ediyordu. Şaşkınlık var. Diğer yanda da uzun süren bir tutukluluğun karşılığı olabilir diye de düşünüyordum. Herşeye rağmen adaletin tecelli ederek, hepimiz hakkında beraat kararı verilmesini beklerdim, çünkü biz insan hakları savunucuları olarak aslında suç olacak hiçbir şey yapmadık. Fakat böylesi bir cezanın verilmiş olmasına şaşırdım, üzüldüm” dedi.
Yargıtay’ın yerel mahkeme kararını onaması halinde yeniden cezevine gireceğini söyleyen Kılıç, özetle şunları söyledi:
“Bu kararla birlikte bir tutuklama kararı verilmediği için istinat ve temyiz aşamalarında, yani Yargıtay aşamalarında tutuksuz şekilde süreç işleyecek. En son yargıtay da onarsa geri kalan cezamın tamamlanması için cezaevine girmem anlamına geliyor.
Biliyorsunuz infaz kanunu konusunda da yeni bir değişiklik yapıldı, terör kapsamında yargılananlar bunun dışında tutuldu, konu Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara göre burada belirtilen sürenin dörtte üçü mü yoksa dörtte ikisi mi yatılacak, o zaman içersinde ortaya çıkacak.
Hakkımızdaki soruşturmanın başlamasından itibaren aslında biz bunun sonuçlarını yaşamaya başladık. İnsan haklarını savunmak son derece onurlu ve itibarlı bir çabayken- dünyanın heryerinde bu böyle, biz itibarsızlaştırılmaya ve kriminalize edilmeye çalıştık, hakkımızda bir algı yönetimi yapıldı. Daha hakkımızda dün yayınlanan bir ajans haberinde de bunu gördük. Basit hatalar, tesadüfler, yanlışlıklar değil, sanki kasıtlı bir el hakkımızda algı operasyonu yapıyor ve insan hakları savunucuları büyük suçlular gibi gösteriliyor, insanlar nezdinde itibarları zedelenmeye çalışılıyor. Bu son derece rahatsız edici birşey. Halbuki biz hiç yanlış birşey yapmadık, suç teşkil edecek birşey yapmadık. Böylesi bir algı bütün Türkiye için kötü. Bunu yöneticilerin de görmesi gerek.
Son üç yıldır, uluslararası insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler ülkemize gelmekten korkuyorlar, çekiniyorlar. Pandemiden çok önce bile Türkiye hakkındaki bazı uluslararası konferanslar Türkiye dışında yapılıyordu. İnsanlar, uluslararası temsilciler, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler ülkemize gelmeye korkuyorlar. Bırakın onları turistler bile korktu ülkemize gelmeye. Bu ülke hakkında böylesi bir görüntü vermek ne kadar hayırlı birşey bunu takdirinize bırakıyorum. Burada bu ülkeye bir kötülük yapılıyor. Tekrar söylüyorum, hakkımızdaki iddiaları defalarca çürütmüş olmamıza rağmen hala suçluymuşuz gibi muamele yapılması, ceza verilmesi kabul edilemez.
Bütün insan hakları çalışmaları ve sivil toplum çalışmaları tehdit altına sokulmuş oldu. Bize yapılan muameleyi, verilen cezaları gören gençler, aktivistler, insanlık adına, gönüllük ruhuyla hareket etmek isteyenler için bugünkü karar bir tehdit mesajı gibi okunur, öyle algılanır.
Türkiye’den daha da kötü, otokratik ülkeler de var ama demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin geçerli olduğunu savunan devletlerde bu tarz manzaraların olmaması gerekir.
Bütün bu yaşananları yapanların neyi planladığını bilemiyorum ama hayırlı bir şeye hizmet edilmediği belli. Bu, bu ülkeye iyi birşey yapmak değil. Gazetecilere, siyasetçilere, hukukçulara, insan hakları savunucularına cezalar vermek, onları kriminalize etmek ülkenin yararına değil, bunun görülmesi gerekiyor. Hele yargı ve basın açısından ben bunu çok tehlikeli görüyorum. Saçma sapan bir ithama maruz kalsanız bile yargıda haklarınızın size teslim edileceğine güvenmeniz, inanmanız gerekiyor. Biz, ben bunu şahsen göremedim. Sesinizi duyuramıyorsunuz. Adaletin tecelli edeceğine dair güven kaybı bence bir ülkenin geleceğine dair en büyük psikolojik faktördür.
Verilen cezalar ve hakkımızdaki algı operasyonu yüzünden belki bazı insanlar şimdi şöyle düşünecekler, “Vay bunlar nasıl azılı teröristmiş” falan. Ama ülkede ve özellikle de uluslararası arenada, Almanya da bunlar içerisinde, pek çok insandan ben dayanışma gördüm, bizim davamızın, duruşumuzun haklılığına pek çok insan inandı, desteklerini ve dayanışmalarını her zaman gösterdi, onlara yürekten müteşekkirim, çok sağ olsunlar. Gelecekte de bizim haklı ve doğru bir yerde durduğumuzu tarih de gösterecektir.”