Binlerce yıllık Yukarı Mezopotamya kültürünün en önemli merkezlerinden Hasankeyf’in son halini gördünüz mü?
Görmediyseniz en az 12 bin yıllık geçmişi bulunan Hasankeyf’in nasıl dümdüz edilip bir beton yığını haline getirildiğine internet üzerinden de bakabilirsiniz.
Bu tablo bütün uyarı ve eleştirilere rağmen insanlığın ortak mirası Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu Barajı’nı yapmakta ısrar eden ülkemizdeki iktidarın eseri!
19 Mayıs’ta Hasankeyf’i sular altında bırakan Ilısu Barajının açılışını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, eseriyle şöyle övünüyordu: “Her aşamasında pek çok engellemeyle karşılaştığımız bu eseri kararlılığımız sayesinde ülkemize kazandırdık.”
Bir tarafta Yukarı Mezopotamya’nın en önemli tarihi-kültürel merkezlerinden Hasankeyf, öte tarafta ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacının sadece yüzde 1.39’unu karşılayacak olan Ilısu Barajı.
Erdoğan iktidarının “Ülkemize kazandırdığı eser”, aynı zamanda bu iktidarın insanlığın ortak tarihi ve kültürü karşısındaki yerini/konumunu da gösteriyordu.
Barbarlık, insanlık tarihinde yerleşik yaşama/kültüre karşı yıkıcılığı, yıkıcı-göçebe kavimleri tanımlayan bir kavram olarak kullanılıyor.
O yüzden bugün ‘medeniyetler beşiği’ olarak tanımlanan bir coğrafya olan Hasankeyf’in uğradığı yıkımı anlatabilecek en uygun kavram herhalde barbarlık olmalıdır. Çünkü ancak insanlığın binlerce yıllık kültürel-tarihsel mirasını önemsemeyen, bu mirası birkaç türbe ve minarenin taşınmasından ibaret gören bir zihniyet böylesi bir yıkımı gerçekleştirebilir.
İnsanlığın bu ortak mirasının yıkıma uğratılması pahasına Ilısu Barajını yapmakta ısrar eden iktidar ve onun medyadaki sözcüleri, “Bu baraj sadece enerji üretmeyecek, aynı zamanda terörle mücadelede önemli bir rol oynayacak” diyorlar. Ilısu ve bölgeye yapılan diğer barajlar sayesinde “Teröristlerin geçiş yolları”kapatılacakmış. Mevzu “terörle mücadele” olunca sadece tarih ve kültür değil; bölgenin doğasının da yıkıma uğratılması, endemik (yöreye özgü) hayvan ve bitki türlerinin tehlikeye atılması da meşru bir politika olarak görülüyor.
Tarihin ve doğanın yıkıma uğratılması ve Kürt sorununun şiddet yöntemleriyle çözümü bir madalyonun iki yüzü olarak birbirini tamamlıyor.
Ülkedeki iktidar, kültürel mirasın ve doğanın korunmasını, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesini sağlayacak politikaları aklına bile getirmek istemiyor!
Peki, insanlığın binlerce yıllık kültürel mirasını yıkıma uğratmakta tereddüt göstermeyen bir iktidar kendi insanına önem verir mi?
Sakarya’nın Hendek ilçesinde Büyük Coşkunlar Havai Fişek fabrikasındaki patlama, bize bu sorunun yanıtını bir kez daha üstelik oldukça gürültülü ve sarsıcı bir şekilde verdi. Daha önce birçok patlama yaşanmasına rağmen alınmayan önlemler ve dahası işçilerin yaşamını hiçe sayarcasına kurutulması için güneşe serilen patlayıcılar,7 işçinin ölümüne ve onlarcasının yaralanmasına yol açtı. Çünkü bu vahşi kapitalist düzen ve onun iktidarının düsturu “Her hal ve şart altında üretimin devam etmesi”, sömürü çarklarının dönmesi idi.
Daha işçilerin cenazeleri defnedilmeden Genel Başkan Abdurrahman Kaan’ın içinde yer aldığı MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) heyetinin aynı zamanda MÜSİAD’ın Sakarya Şube Başkanı olan Fabrika Sahibi Yaşar Coşkun’a moral ziyareti gerçekleştirip birlikte yemek yemeleri, bu vahşi sömürü düzeninin neyle beslendiğini de çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu.
Öte yandan ülkedeki iktidarın da bir parçası olduğu bölgedeki (Ortadoğu) paylaşım savaşları ve kapitalist yağmanın bir sonucu olan mültecilik ve yasal statüleri tanınmadığı için ülkeye kaçak girmeye çalışan mültecilerin yaşadığı dram. En son 27 Haziran’da Van Gölü’nde bindikleri teknenin batması sonucu sadece onlarca mülteci değil, aynı zamanda uluslararası sözleşmelerde güvence altına alındığı söylenen en temel insani haklar da sulara gömülüyordu.
Tarihsel ve kültürel mirasın yok edilmesi, doğanın yıkıma uğratılması, barışçıl çözüm yerine savaş politikalarında ısrar edilmesi, işçilerin canı pahasına kapitalist sömürü çarkının döndürülmesi ve paylaşım savaşlarının lanetlileri mültecilerin sulara gömülmesi…
İlk bakışta her ne kadar birbirinden ayrı olay-olgular gibi görünse de aslında bütün bunlar aynı modern/çağcıl barbarlık düzeninin birbirleriyle iç içe geçmiş görüngüleri olarak anlam kazanıyor.
O yüzden İnsanlaşma serüveninin önemli dönemeçlerinden biri olan Hasankeyf’in son fotoğrafı bize bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor: Hasankeyf’ten bu yana insanlık tarihinin, iktidarlarını ancak yıkarak, yok ederek, sömürerek sürdürenler ile savaşların, sömürünün olmadığı insanca yaşanacak bir dünya isteyenler arasındaki mücadelenin tarihi olduğunu!
Reklam
Yazar: Yusuf Karatas
Kaynak: Evrensel