15 Temmuz’dan, yani ‘FETÖ’yle imlenmiş o acayip darbe girişiminden bu yana, Türkiye siyasetinin ‘muhalefet’ repertuvarına bir başlık daha eklendi. ‘Tek adam rejimi’nin kurumsallaşması sürecinde iktidarın yoğunlaşan hamleleri karşısında, ilk elden “Erdoğan yine FETÖ’nün oyununa geliyor, yine kandırılıyor!” şeklinde refleks veren bir ‘muhalif türü’ bu. Bu söylem, iktidarı sözüm ona uyararak ikna etmeye çalışan ama derininde (pek derin de sayılmaz aslında!) onunla uzlaşmaya hevesli bir siyasal beyan da içeriyor aslında.
Bu tarz, esas itibariyle iktidar/devlet mefhumlarıyla aradaki ideolojik-siyasal mesafesizlikten boy veriyor. Ve elbette ‘millet’in birliği, bölünmez bütünlüğü ezberinden. Hülle yoksa eğer, mantık şöyle işliyor: Milletin temsilcisi iktidar kötü bir şey yapıyorsa eğer, millet düşmanlarının oyununa gelmektedir!..
Sayısız örneği var…
HERŞEY ‘FETÖ’ İŞİ!
Tümamiral Yaycı kızağa çekilip istifa mı etmiş; Sözcü yazarı hemen teşhisi koyar: FETÖ’yle mücadele ettiği içindir ve aman sayın cumhurbaşkanım, ancak siz bu oyunu bozabilirsiniz!
Gazeteciler mi tutuklanmış; muhalefet partisi liderlerinden biri, Meral Akşener mesela, hemen yapıştırır demeci: “Terör örgütlerinin işine yarayan, terörle mücadeleyi zaafa uğratan bu yanlıştan derhal vazgeçilmelidir.”
Odatv… Kendi gazetecilerinin tutuklanması konusunda, Erdoğan’ın aldatıldığı yönünde bir kanaat dillendiriyor ağırlıklı olarak. Gazetecilere karşı operasyonun aslında Erdoğan’a karşı yapıldığını söyleyenler var.
Başka bir örnek; bugün iktidar baroları güdümüne almak için bölüp parçalamak mı istiyor? “Aman Sayın Erdoğan, dikkat lütfen, bu bir FETÖ projesidir, çoklu baro gerçekleşirse Allah muhafaza FETÖ de kendi barosunu kurmaz mı?”
Klişe hazırdır yani; iktidar yine ‘FETÖ’nün oyununa gelmekte, aldatılmaktadır!
İTİRAFLARA RAĞMEN…
Malum, Bülent Arınç, ‘hiçbirimiz masum değiliz’ şeklinde mırıldanarak, kendisini kurtarmak için bir bütün olarak AKP iktidarının gerçeğine işaret etti. Bu sözler, ‘FETÖ’ tartışmasını yeniden alevlendirdi. Kim kimdi, ne yaptı, kimin ne sorumluluğu oldu?, vb.. sorulara milyonuncu kez yanıtlar arandı. Sonuçta, ‘kim ne yaptıysa yaptı, artık bu konuda iktidar ve muhalefet çatışmamalı’ yönünde, tabi ki iktidarın dolaylı destekçiliğine çıkacak bir yaklaşımın epeyce sistematikleştirildiğini gördük. ‘Aldatılanlar ders aldı, önemli olan budur’ mealindeki bu ‘önümüzdeki maçlara bakalımcılık’, hem (çok yakın) tarih yazımı açısından ve hem de güncel siyaset açısından iktidarın güdümü ve yönlendirmesinden bağımsız değil elbette.
Şu ‘aldatıldık’ argümanının ne kadar çürük ve gerçeklerden uzak olduğu biliniyordu da hâlâ kabul görmesi hepten garabet oluyor. Bir dönemin yıldız AKP’lilerinden Diyarbakırlı Abdurrahman Kurt çok önceden söylemişti: “Evet biz de ittifak yaptık Cemaatle, bunda yadırganacak bir şey yok, bu ülkenin bir gerçeğiydi. Biz askeri vesayete karşı mücadele verirken onlar bizim yanımızdaydı. AKP-Cemaat-ABD birlikte askeri vesayeti yıktık.”
En son AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı da “Darbeci Kemalist zihniyeti ortadan kaldırmak için FETÖ ile ittifak yaptık, iki vesayet grubunu birbirlerine kırdırdık, Fethullah’ı askere karşı destekledik…” demiş, itiraf edilen gerçek iktidarın hoşuna gitmemiş, Ayvalı istifa etmişti.
Derin analizlere gerek yok, bu itiraflar bile “aldatıldı” denilenlerin nasıl aldatıldığı ya da ne ölçüde ders aldıkları, almak durumunda oldukları, vb. soruları boşluğa düşürmeye yeter. Yanlış sorulardır bunlar çünkü. Ortada aldatılan falan yok. Kim kimi aldattı, kim kimi kullandı gibi sorular, beraber iş yapıyorlardı, iktidarı birlikte kullanıyorlardı gerçeğini gölgeleyebilir mi? Durum buyken, dikkatleri ortaklıktan sonraki iktidar kapışmasında yenilmiş, tasfiye edilmiş ortağa çevirip, işbaşında kalana ‘aman ha aldanma’ tavsiyesinde bulunmanın manası nedir?
ELEŞTİRİRKEN BİLE YARANMAYA ÇALIŞMAK
Şöyle:
Yapılan FETÖ tartışmalarının önemli boyutlarından biri, iktidarla uzlaşma yolunda ‘açık kapı’ içermesi oluyor. İki yönlü bir manipülasyon bu. İktidarın kendisine muhalefet eden herkesi ‘Fetöcülük’le suçlayıp ona göre muameleye tabi tutması işin bir yönü. Bu herkesin açıkça görüp bildiği aleni bir durum. Korkutarak ‘muhalif’ olmaktan vazgeçirmeyi öngören, hedefleyen bir boyut.
Asıl üzerinde durmak istediğimiz ise daha ‘sinik’ ve uzlaşma içeren boyutu. Özellikle (Perinçek çizgisi hariç) Ergenekon davalarının kapsama alanında bulunmuş ‘ulusalcı’ çevrelerde her fırsatta tezahür eden ve ‘iktidarla uzlaşma’ beyanı olarak da okunabilecek, karakteristikleşmiş bir eğilim var. Baştan da sözünü ettiğimiz gibi, Sözcü gazetesinden Soner Yalçın’ın Odatv’sine kadar, bir dizi çevre ve takipçisinde genel kabul görmüş, refleks haline gelmiş bir eğilimdir bu.
‘Aldatılıyorsun’ diyerek, iktidarın ‘aldatıldık’ mazaretini de kabul etmiş oluyorlar. Olur olmaz işlerde, ‘Erdoğan dikkat etmeli, yine kandırılıyor’ diyen bir ‘muhalif’ ne demek ister? ‘Önceden kandırıldın şimdi kandırılma.’! Oysa, Erdoğan ne kandırıldı, ne de kandırılıyor. Ortada kandırılan birileri varsa bu sizsiniz ve kendi kendinizi kandırıyorsunuz. Çünkü uzlaşmacısınız, uzlaşmak, hele devletle, iktidarla uzlaşmak sizin asli karakteriniz, içinizde içselleştirdiğiniz devlete zincirlerle bağlısınız…
İçinde gizlenmiş bir yaranma duygusu barındıran, eleştirirken bile yaranmayı elden bırakmamaya özen gösteren bir çizgi bu.
Sonu yoktur, karşılıksızdır, boştur…
Yazar: Vedat İlbeyoğlu
Kaynak: Evrensel
Reklam