Türkiye’nin Libya’ya yaptığı askeri yığınağı ne BM ambargosu, ne de bu ambargoyu denetlemek için Akdeniz’de görev yapan Avrupa Birliği misyonu İrini engelleyemiyor. Batı Libya’nın yaklaşık iki ay önce Halife Hafter güçlerinden temizlenmesinden sonra Türkiye iki önemli askeri üs; Misrata ve Vatiye’yi tahkim ediyor.
Konya’dan kalkan C130 askeri kargo uçağı ilk kez direkt olarak Vatiye Üssü’ne inerken, aynı şekilde İstanbul’dan kalkan bir A400 askeri kargo uçağı da Misrata’ya ulaştı. Her iki uçak da askeri teçhizatlarını boşalttıktan sonra geldikleri üslere geri döndü.
Türkiye’nin Libya’daki operasyonlarının harekat üslerinden biri yapmaya çalıştığı Vatiye Üssü, 1 Temmuz’da kimliği bilinmeyen veya açıklanmayan ülkeler tarafından vurulmuş, konuşlanan hava savunma ve radar sistemleri önemli ölçüde hasar görmüştü.
Türkiye şu ana kadar saldırıyı düzenleyen ülke ya da ülkelerin kimliğini açıklamadı. Saldırının sorumluluğunu da herhangi bir ülke üzerine almadı.
Saldırıyı düzenlemiş olabileceği tahmin edilen ülkeler arasında en güçlü ihtimal olarak Birleşik Arap Emirlikleri öne çıksa da, Türkiye’nin karşı safında yer alan Rusya, Fransa ve Mısır’ın da bu tür bir operasyonu düzenleme ihtimali bulunuyor.
Son uydu görüntülerinde Türkiye’nin Vatiye Üssü‘nü hava savunma sistemleri ile tahkim etmeye çalıştığı görülüyor. Üsse ilk etapta TB2 ve Anka dronlarının getirilmesi bekleniyor. Daha çok hava operasyonlarında kullanılmak için hazırlanan Vatiye Üssü’ne F-16 savaş uçaklarının da konuşlandırılacağı yönündeki iddiaların cevabı ise şimdilik bilinmiyor.
Türkiye, Vatiye’nin yanı sıra Misrata ve Trablus/Mitiga havaalanlarını da yoğun bir biçimde kullanıyor. Bölgenin ele geçirilmesinden hemen sonra Türkiye, Trablus merkezli Ulusal Anlaşma Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak Vatiye ve Misra üslerini istemişti.
Denizden yapılan sevkiyatlarda yaşanan gerilimlerden dolayı Türkiye’nin son günlerde ağırlıklı olarak havadan ikmal seçeneğini tercih etmesi dikkat çekiyor.
Türkiye’nin silah sevkiyatı için kullandığı Tanzanya bandıralı Çirkin adlı Ro-Ro gemisine Fransız savaş gemisi 10 Haziran’da müdahalede bulunmak istemiş, gemiye refakat eden üç Türk firkateyni buna müsaade etmemişti. O tarihten itibaren iki ülke arasında sert bir diplomatik savaş yaşanıyor. Fransa, Türkiye’yi hem NATO ve hem de Avrupa Birliği nezdinde şikayet etti. Ancak her iki mecrada da istediğini elde edebilmiş değil.
Türkiye’nin yaptığı askeri yığınaklardan sonra Sirte kenti ve Cufra Üssü’nü ele geçirmek için harekete geçip geçmeyeceği de bilinmiyor.
Türkiye, Libya’da yaptığı masrafların karşılığı olarak Sirte Körfezi’nin güneyindeki petrol yataklarına ulaşmak istiyor. Bu yatakların kontrolünü ele geçiremedikçe Libya’da tutunmanın hem maliyeti zorlaşacak ve hem de hedefe ulaşılamamış olacak.
Mayıs ayında Trablus başta olmak üzere ülkenin batısındaki tüm kentlerin Hafter güçlerinden temizlenmesinden sonra Türkiye destekli Ulusal Anlaşma Hükümeti güçleri iki farklı koldan Sirte ve Cufra yönlerine doğru ilerlemeye başlamış, ancak bir süre sonra bu ilerleyiş durdurulmuştu.
Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgi olarak adlandıran Mısır’ın yanı sıra Rusya ve Fransa da bu iki noktanın ele geçirilmesini istemiyor. Türk ve Trablus güçlerinin ilerleyişini durduran en önemli unsurun Rus Wagner ve Rusya’nın yanında savaşan Suriyeli paralı askerler olduğu öne sürülüyor. Ayrıca Cufra’da konuşlanan Rus savaş uçaklarının da Türk ve Trablus güçleri için büyük bir tehdit oluşturmasından dolayı ilerleyişin durmuş olabileceği ifade ediliyor.
Türkiye’nin Rus güçlerinin üzerine yürüyebilmek için özellikle ABD’nin desteğini almaya çalıştığı belirtiliyor. Son günlerde iki kez ABD Başkanı Donald Trump’la görüşen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerekli güvence ve desteği aldığına yönelik herhangi bir bilgi bulunmuyor. Amerikan yönetimi her ne kadar Libya konusunda Türkiye ile çalıştıklarını açıklasa da, Erdoğan’a Sirte üzerine yürümesi için yeterli desteği sunmuş değil.
ABD ve NATO desteğinden yoksun Türkiye’nin bir bataklık haline dönüşen Sirte üzerine yürümesi durumunda hafif yoğunluklu çatışmanın konvansiyonel bir savaşa dönüşmesinden endişe ediyor. Bu tür bir savaşta Türkiye ilk etapta Mısır’la karşı karşıya kalabilir. Geçtiğimiz günlerde Tobruk merkezli Libya Temsilciler Meclisi, güvenliklerini tehlikeye girmesi durumunda Mısır’dan müdahale etmesi talebinde bulunmuştu.
Ancak Etiyopya ile Nil üzerinde inşa ettiği Rönesan Barajı’ndan dolayı büyük bir gerginlik yaşayan Mısır’ın Türkiye ile bir savaşa tutuşması çok da güçlü bir ihtimal olarak değerlendirilmiyor. İkinci bir senaryo olarak Cufra’daki Rus savaş uçaklarının devreye girmesi ve Fransa’nın da bu tür bir çatışmaya dolaylı destek vermesi ihtimal dahilinde.
Daha önce Suriye’de 34 Türk askerinin ölümüyle sonuçlanan İdlib saldırısını gerçekleştiren Rusya, Türkiye’ye büyük bir gözdağı vermiş, akabinde 5 Mart’ta Moskova’da gerçekleştirilen Putin-Erdoğan görüşmesinde Rusya’nın talepleri kabul edilerek bir ateşkese varılmıştı.
Libya’nın batısına hakim bir noktada bulunan Vatiye’ye yerleştirilen hava savunma sistemlerinin yeterli olup olmadıkları şimdilik bilinmiyor. Türkiye’nin Amerikan yapımı Hawk sistemlerini kurmasından hemen sonra gerçekleşen iki hafta önceki saldırıda, bu sistemlerin aktif olup olmadıklarına dair de bilgi bulunmuyor. Eğer bu sistemler aktif oldukları halde üs vurulduysa, üssün yeni bir hava saldırısına yeniden maruz kalması mümkün.
Türkiye, BM tarafından tanınan Trablus hükümetinin talepleri doğrultusunda Libya’ya askeri sevkiyat yaptığını öne sürse de, BM’nin 2011’de uygulamaya başladığı ambargo tüm tarafları kapsıyor.
Dolayısıyla uluslararası kamuoyunun parçalanmışlığından faydalanan Türkiye sevkiyatı sürdürse de, uluslararası hukuka göre suç işliyor. Bu tür bir tehlike ile karşılaşmamak için Rusya, bölgedeki tüm oyuncular tarafından bilinmesine rağmen, sahada fiilen bulunmadığını, mevcut Rus asker ve silahlarının ise özel şirket Wagner’e ait olduğunu öne sürüyor.