Dünyanın merakla beklediği Danıştay’ın Ayasofya kararı 10 Temmuz’da açıklandı. 1500 yıllık tarihe sahip Ayasofya’nın statüsü değiştirildi ve camiye çevrilmesinin önü açıldı. Erdoğan da Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesi kararını jet hızıyla onayladı ve ilk namazın da 24 Temmuz’da yapılacağını duyurdu.
Karar Türkiye kadar dünyada da yankı uyandırdı. Uluslarası basın ilk haber olarak duyururken, Türkiye’deki medyada da tek seslilik dikkat çekti. Karar, tüm yandaş medya tarafından manşetten duyurdu.
Yenişafak gazetesi “Ayasofya’nın Dirilişi” başlığını tercih ederken, Türkiye gazetesi “Ayasofya Camii’ne Zulüm Bitti” manşetiyle çıktı. Akşam “Hayırlı Cuma” başlığını kullanırken, Karar “Ayasofya 86 yıl sonra tekrar cami” başlığını tercih etti.
Muhalif basın ise kararı manşetten vermeyi uygun görmedi. Cumhuriyet gazetesi habere anasayfasında yer vermedi. Gazete “TÜİK’ten bir mucize” manşetiyle çıktı. Aynı tavır BirGün gazetesinde de yer aldı.
Gazete de Ayasofya kararına anasayfasında yer açmadı ve manşeti “1.5 ton patlayacıyla ölüme gönderdiler” başlığıyla Sakarya’daki havai fişek fabrikasındaki patlamayı gündeme taşıdı.
Ayasofya kararı köşe yazarların da gündemindeydi.
Akit yazarı Abdurrahman Dilipak “Ve Ayasofya yeniden ibadete açıldı” başlıklı yazısında şu iddialarda bulundu:
“Caminin müzeye dönüştürülmesi bir gasptır. Kültür Bakanlığı burada “fuzuli şagil” konumundaydı. Bu hukuksuzluk sona erdi. Dün “Dünya Hukuk Günü” idi ve bu karar bu anlamda hukukun zaferidir.
Bu gaspın arkasında Vatikan ya da Ortodoks dünyası değil, ABD vardı. Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ile ilgili olarak Bakanlar Kurulu kararı hukuki açıdan geçerliliği olmayan tartışması, çelişkilerle dolu bir garabet örneğidir.
Bu karar, Resmi Gazete’de yayınlanmadığı için zaten geçerli değildir. Kaldı ki, belgedeki Mustafa Kemal imzasının sahte olduğu iddiası vardır. Mustafa Kemal o kararnamedeki tarihte Atatürk soyadını almamıştı. İmza doğru olsa bile, dini bir vakıf eserinin başka bir gaye ile kullanılması mümkün değildir. Halaçoğlu’na göre, bu kararnameye Mustafa Kemal’in imzası başkası tarafından Mustafa Kemalin ölümünden sonra atılmıştır.
Kaldı ki, bu kararname sadece Resmi Gazete’de yayınlanmaması ile nakıs değil, sadece vakıf ve mabed olması itibarı ile hukuk dışı değil, bu belge Diyanet, Tapu ve Vakıf İdaresi kayıtlarında başından itibaren resmi kayıtlarda cami olarak anılmaya devam etmiştir. Bu kararnamenin tartışmalı daha birçok yönü var. Sadece imza değil, mesela, kullanılan kâğıt başlıkları, 1. ve 2. sayfaları farklı. Aslında Bakanlar Kurulu kararı, Ayasofya’nın cami olarak ve müze olarak birlikte kullanılması gibi bir anlayışla hazırlanmış, ama uygulama ibadete tamamen yasaklama şeklinde olmuş.
Kararnamenin ilk sayfası “T.C. Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü” antetli resmî kâğıda daktilo ile yazılmış ve antetin altına 2/1589 numarası konmuş. Ama, antet 2. sayfada başlık değişiyor, “T.C. Başvekâlet Muamelât Müdürlüğü” ve iki satır sonra tamamlanıyor.
Bu tartışma burada bitmeyecek. Böyle bir kararname Mustafa Kemal’in bilgisi dışında hazırlanmış olamaz. Ama öte yandan o imzayı kim nasıl oraya yerleştirdi. Neden yayınlanmadı ya da Tapu, Diyanet ve Vakıf kayıtlarında bir değişiklik yapılmadı.”
Habertürk yazarı Murat Bardakçı “Biz kapattık, biz açtık” başlığıyla konuyu köşesine taşıdı. Bardakçı’ya göre, muhafazakâr camianın, 1930’lu senelerden itibaren iki büyük hasreti vardı:
1. 1932’de artık Türkçe okunması emredilen ezanın asırlar boyunca olduğu gibi yeniden Arapça okunması,
2. 1934’te müze yapılan Ayasofya’nın tekrar cami hâline getirilmesi.
Bardakçı yazısında “Muhafazakâr camianın bu iki konuda çektiği azâbı o çevreleri ve düşünce dünyalarını bilmeyenlerin anlayabilmeleri zordur. Talepler siyasî yahut ideolojik değildi, içten gelen hasretlerin ifadesi idiler ve ezanın ardından Ayasofya meselesinin de halli, çok uzaklarda olan ama bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanılan bir rüya, bir hayal idi” ifadelerini kullandı ve şunları yazdı:
“Açık söyleyeyim: 1934’deki karara mutlaka bir sorumlu bulabilmek için komplo teorilerine dalmamız yahut paranoya krizlerine girmemiz lüzumsuzdur, Ayasofya’nın müze haline getirilmesinin ardında başka memleketlerin yahut dış mihrakların etkileri veya baskıları yoktur, kararı Ankara kendi başına vermiştir! Dış politikada Türkiye’yi o günlerde böyle bir uygulamaya mecbur bırakacak herhangi bir gelişme mevcut değildir ve hiçbir devlet yahut çevre bize “Ayasofya’nın cami olarak kullanılmasına son verin” dememiştir.
Ayasofya’yı 1934’te biz kapattık ve 86 sene sonra yine biz açtık! Mâbedin müze hâline getirilmesi memlekette o senelerde gayet şiddetli şekilde esen inkılâp rüzgârlarının tatsız bir neticesi idi; derken aradan uzun seneler geçti, anlayışlar ve ideolojiler değiştiler yahut tarihe mâloldular ve Ayasofya 1934’ten önceki 481 sene boyunca kullanıldığı şekle döndü, yani tekrar cami hâline getirildi.”
Bir diğer Habertürk yazarı Nagehan Alçı ise “Ayasofya kararı kutuplaşmaya panzehir olmalı” başlığıyla konuyu köşesinde irdeledi. Alçı şunları yazdı:
“Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılması turistlerin gezmesine engel değil… Tıpkı Sultanahmet gibi, tıpkı Notre Dame Kilisesi gibi, tıpkı Stephan’s Dom gibi hem ibadet yapılacak hem de ziyaretçilere açık olacak.
Bakın, yıllardır kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu yeniden açılsa seküler Rumlar sevinmeyecek mi? Tabii ki sevinecek. Dünyadaki bütün Rumlar bu kararı coşkuyla kutlayacak. İşte Ayasofya meselesine de böyle bakmak gerekir diye düşünüyorum…
Kısacası Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılması korkulanın aksine Türkiye toplumu için bir fırsata çevrilebilir. Bu konu üzerinden korku pompalamayan bir siyasi iklim var. Muhalefetin Ayasofya kararına destek vermesi mevcut kutuplaşma iklimini bozmak için bir başlangıç olma potansiyeli taşıyor. Yeter ki CHP bu çizgiyi bozmasın.
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi “‘Ayasofya açılsın’ diyen kuşağız” başlıklı yazısında Meclis Başkanlığı görevine ikinci kez seçilen Mustafa Şentop ile yaptığı görüşmeyi aktarmakla yetindi. Selvi’nin kararla ilgili hiçbir yorumda bulunmaması dikkat çekti.
Bir diğer Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök ise “Bir yandan hayırlı olsun birkaç dosta birkaç soru” başlığını tercih etti. “Bu kararla ilgili aklıma takılan bazı sorular var…” diyen Özkök şunları yazdı:
“Muhatapları ile yüz yüze gelip bizden başka kimsenin duymayacağı samimi sohbetlerde sormak istediğim bazı sorular…
MESELA DANIŞTAY ÜYELERİNE: Açıkçası ne karar aldığınızı tam anlayamadım. Ama asıl merak ettiğim, bu kararı gerçekten iç rahatlığı ile mi aldınız? Evde ailenizle, çocuklarınızla, torunlarınızla konuştuğunuzda size neler dediler? Siz onlara ne dediniz?
MESELA AKP’LİLERE: Siz, bu ülkenin mütedeyyin, makul insanları… Bu karar hakkında gerçekten ne düşünüyorsunuz?
MESELA CHP VE İYİ PARTİLİLERE: “Hükümetin kararıdır, alsın kararı” deyip kenara çekildiniz… Hatta “Cesaretiniz varsa değiştirin” anlamına gelecek provokatif bir üslup benimsediniz…
Peki ailelerinizle çocuklarınız, torunlarınızla bir araya geldiğinizde ne dediler size? Siz ne cevap verdiniz?
“Merak etmeyin nasılsa yapamazlar mı” dediniz… Ama bilin ki, bu kararın altında sizin de imzanız var…”
Sözcü yazarı Emin Çölaşan ise “Gemiş olsun Ayasofya” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yaptı:
“Sevgili okurlarım, sıra en sonunda Ayasofya’ya da geldi… İstanbul’un göbeğinde en kısa zamanda yeni bir camiye kavuşacağız!
Yani kardeşim, bu olay akıl alır gibi değil. Peki böyle bir camiye ihtiyaç mı vardı?
Elbette yoktu. Gidin Ayasofya’nın civarına, birkaç adım ötede Sultanahmet Camisi’ni göreceksiniz.
Sadece İstanbul’un değil altı minaresi ile dünyanın bile en büyük, en görkemli camilerinden biri.”
Türkiye yazarı Er “Hilal’in Haç’a Zaferi” başlıklı yazısında şu yorumda bulundu:
“Bu karar, Müslüman Türk’ün Kızılelma’sı Ayasofya’nın haçlı zulmünden çekip alınmasıdır. Ayasofya kararı, Hilal’in Haç’a karşı kazandığı zaferdir. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Hân ile Fetih şehîd ve gazileri belki de 86 seneden bu yana ilk defa şimdi kabirlerinde müsterih uyuyorlardır. 86 sene boyunca onlara ve Ayasofya’ya eziyet edildi.”
Dünyanın merakla beklediği Ayasofya kararının çıkmasının ardından uluslararası basın da gelişmelere geniş yer ayırdı.