Türkiye tarihinde tam olarak çözümlenemeyen ama etkisi itibari ile tarihte büyük kırılmalara sebep olan olaylar çoktur.
Mesela; Türkiye tarihi ile adeta özdeşleşmiş darbelerin tam olarak deşifre edilebildiği söylenemez. Ama sonuçlarını bütün bir toplum çekmiştir ve çekiyor. Bütün darbelerin bir tarihi yazılmıştır ama bu tarih genellikle darbecilerin tesirinde ve kontrolünde yazıldığından, gerçeği bütün çıplaklığı ile yansıttıkları söylenemez. Hep karanlıkta kalan tarafları vardır.
Türkiye tarihinde gerçekleşen bütün hadiselere biraz da 31 Mart Olayı adesesinden bakmak ve o hadiseleri böylece yorumlamak gerekir. Çünkü 31 Mart Olayı modern Türkiye’nin kuruluşuna giden yolun en önemli kilometre taşlarından biridir. Ama ne 31 Mart günü sokağa çıkan şaşkın askerlerin ne yapmak istediği ne de birkaç gün sonra İstanbul’u işgal ederek bu olayı bastıran Hareket Ordusu’nun amacı tam olarak anlaşılabilmiştir. Fakat birkaç yıl içinde koca bir imparatorluğu tarihten silecek yeni bir sayfa açılmıştır. Ortada bir tarih yazımı vardır ama karanlıkta kalan tarafları, aydınlanan taraflarından çok daha fazladır.
15 Temmuz da tıpkı 31 Mart Olayı gibidir. Aslında modern Türkiye’yi birkaç yıl içinde tarihten silebilecek potansiyele sahip olayların fitilini ateşleyen bir tuzaktır. Bugün itibari ile Türkiye’de bu tuzağı görebilen insan neredeyse yok gibidir. Yok gibidir diyorum, çünkü; 15 Temmuz’da kurulan paradigmayı kullanmayan yok gibidir.
Geçen yıl bu zamanlar 15 Temmuz’da Türkiye’ye dar bir klik tarafından nasıl bir tuzak kurulduğu anlatmıştım ve o konuya tekrar girmeyeceğim.
15 Temmuz Olayı, mahrem çizgilerine baktıkça daha da gizlenen, örtünen bir sır veya girift hale gelen bir bulmaca, parçaları kaybolan bir yapboz gibidir.
Türkiye tarihi ile meşgul olan gazeteciler, siyaset bilimciler ve tarihçiler bu pazılın parçalarına toplayıp, 15 Temmuz’un fotoğrafını ortaya çıkarmaya çalıştıkça, olayın aktörleri bu pazılın parçalarını birer birer kaybetmeye, yok etmeye ve gerçeği karartmaya çalışmaktadır. 15 Temmuz günü yaşananların karanlıkta kalması ve bu menfur olayın tam çözümlenmemesi, darbecilere yeni rejimin inşasına ve bunu anlatan tarih yazımına uygun zemin hazırlamaktadır.
Mesela 15 Temmuz’un kahraman askerleri olarak lanse edilen ve namları diğerlerine göre bir adım öne çıkan generaller olan Zeki Aksakal ve Cihat Yaycı gibi isimler bir bir sahneden çıkarıldılar.
Bu generaller o gece silah arkadaşlarına tuzak içinde tuzaklar kurmuş ve Türk askerinin kanının dökülmesi için emirler vermişlerdi. Muhakkak işledikleri cinayetlere değecek bir beklenti ile bunu yapmışlardı. Ama 15 Temmuz kof kahramanlığının kaymağını kimse ile paylaşmak istemeyen irade onları büyük bir ustalıkla oyun dışına itti. Ganimete ortak yapmadı. Böylece kartondan yapılan ’15 Temmuz Pazılı’nı aydınlatabilecek birkaç parça kaybolmuş oldu. Zaten onların gerçek değeri de bir karton kadar ya vardı ya yoktu.
O melun geceye damgasını vuran aktörlerden biri de dönemin Diyanet İşleri Başkanı sakıt Mehmet Görmez’di. O gece onun emri ile verilen selalarla halk sokağa inecek ve iç savaşın fitili ateşlenecekti. Önceden ayarlanan paramiliter kuvvetlerden başka sokağa çıkan pek olmadı. Ama o vazifesini yapmıştı. Suriyeli teröristlerle beraber Mehmetçiğin boğazını kesmiş ve Boğaz’ın serin sularına atmayı başarmıştı. O da tetikçi bir katilden başka bir şey değildi. Ganimetten beklediğini alamadan senaryodan çıkarıldı ve işlediği cinayetlerin kanı ve vebali boynunda Azrail’in kendisini Yüce Mahkeme’ye davet edeceği anı beklemektedir. O da yapbozun kaybolan küçük bir kâğıt parçasıdır.
Artık ismi pek de anılmaya değmeyen Melih Gökçek gibi bazı yerel siyasetçiler de o gece için hazırlık yapmış ve kendilerine emanet edilen iş makinelerini birer tanka dönüştürmüşlerdi. Kum yükledikleri kamyonları kışlaların kapısına göndermiş ve TSK’ye meydan okumuşlardı. Başarmışlardı. Başarmış ve şımarmışlardı. Ucuz bir kahramanlık hikayesini bir destan gibi anlatmış ve ganimetten büyük pay almaya çalışmışlardı. Ama her türlü sahtekârlığı en ince detayına kadar bilen irade, onları azletmiş ve değersiz bir meta gibi sağır kuyuya atmıştı. Artık istese de konuşamaz, konuşsa da kimse duyamaz. Bir karton parçası daha kayboldu ve tarihte bir sayfa daha karanlıkta kaldı.
O gece Mehmetçiği öldürmeye giderken, ama onları sokağa çıkaran aynı irade tarafından sağa sola yerleştirilen sniperlar tarafından öldürülen kişilerin yakınları, ganimetten pay almak için Hükümet’in kapısına alacaklı olarak dayanınca, polisler tarafından kafaları, gözleri patlatılarak evlerine geri gönderildiler. Aldatıldıklarını anladılar ama ölen öldüğü ile ve yakını ise acısı ile kaldı. Tam bir “Ne şehit oldu ve gazi…” hikayesi.
Bir de artık simaları unutulmuş ve isimleri anılmaya değmeyen Efgan Ala gibi siyasetçiler ve H. Avni Coş gibi bürokratlar var. Ne oldu onlara, bilen var mı? Ademe mahkûm edildiler. Ne ganimet alabildiler ne de onurları kaldı. Tek kullanımlık materyal gibi geri dönüşüm kutusuna atıldılar. Onların atılması ile yapbozun birer parçası daha karanlığa gömüldü.
15 Temmuz’un kurumlarının akıbeti de tıpkı kahramanları(!) gibi. Mesela malum süreçte Diyanet çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Ama Halk dine de diyanete de soğudu. Halk tevhidi ve İslam’ı terk ediyor. Deizm ve ateizm yükselişe geçti. Belki de Diyanet’in nihai hedefi budur.
15 Temmuz medyası ise tel tel dökülen, izlenmeyen, okunmayan ve yüzüne dahi bakılmayan bir medyaya dönüştü. Hepsini kontrol eden iradenin bu propaganda araçlarını ne kadar daha besleyebileceği tartışmalı bir konu. Halk çoktan terk etti onları. Efendilerinin de onları çöplüğe atacağı gün yakındır, kanaatimce. 15 Temmuz’un diğer kurumlarının da bunlardan çok farkı olmadığı bir gerçektir. Gerisini siz mukayese ediniz.
15 Temmuz’un aktörleri tedricen tarihin çöplüğüne atılırken, neden kimseden cesur bir çıkış veya itiraz gelmez? Neden kimse ‘ben bunu hak etmedim’ diyemez?
Bu sorunun cevabı çok basit. O gecenin aktörlerinin hepsi, organize bir suç örgütünün üyeleridir de ondan. Bir millete karşı tuzak kurmuş ve bir orduyu tuzağa düşürmüş, yüzlerce masum insanı öldürmüş bir suç örgütünün üyeleridirler. Bundan dolayı racon kesen Büyük Baron’un verdiği infaz kararlarına karşı mahcup ve bağlılıklarını bildiren beyanlarla yetiniyorlar. Büyük Baron da onların birer adi suçlu ve çıkarcı olduğunu bildiğinden cesurca ve rahatlıkla harcayabilmektedir.
Büyük Baron’un da büyüğü olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yazar: Ali Ağcakulu
Kaynak: Ahval