YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Diktatörler ve otoriter yönetimler de muhalefete ihtiyaç duyarlar. Ama eksiklikler, hatalar ortaya çıksın, yanlışları görsünler ve düzeltsinler diye değil. Onlar muhalefete toplumda böyle bir beklenti olduğu için, “bakın muhalefet var!” diyebilmek için ihtiyaç duyarlar. Kendilerine diktatör denmesin diye ihtiyaç duyarlar. “Herşeyi kafasına göre yapıyor!”, “tek adam” denemesin diye ihtiyaç duyarlar. Toplumda biriken gazı almak için ihtiyaç duyarlar.
Gerçek muhalefet ülkenin çıkarlarını, halkın yararını, adaleti, hakkı, gerçekleri dikkate alır. İlkeler üzerinden muhalefet yapar. Yanlış varsa korkularına, kaygılarına teslim olmadan, lafı eğip bükmeden söyler. Muvazaalı, danışıklı muhalefet ise iktidarın ağzına bakar. Onun söylemlerini, argümanlarını satın alır ve papağan gibi tekrar eder. İktidarın canını yakacak konulara, derin sorgulamalara girmez. Sığ sularda dolanır durur. Gerçeklerin tamamının, yalın şekilde ortaya çıkmasına çalışmaz. Vakaların işine gelen tarafına odaklanır, kontrollü muhalefet eder. Doğruyu söylerken dahi eksik söyler. Zira toplumun tüm resmi görmesini istemez, hakikate perdeleme yapar. Zor zamanda gerçek muhalefet yapmayan bu partiler/kişiler korku atmosferi kalkıp şartlar değişince yanaşık yürüdüğü iktidara elindeki tüm taşları atmaktan çekinmez. Ne zaman, ne kadar muhalefet yapacakları ilkelere, halkın çıkarlarına değil, konjonktöre ve iktidarın gücüne bağlıdır.
Sadece siyasi partilerin muhalefetinden bahsetmiyoruz. Ülke çıkarlarını ve halkın yararını koruması, hukuku, adaleti esas alması gereken medyadan meslek kuruluşlarına, barolara kadar kurumsal yapılar, STK’lar da benzer davranıyor. Akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar.. gibi yönetici kadroyu uyarma, düzeltme, yönlendirme sorumluluğu olan kişiler genellikle güç ve iktidarı hiza alarak yazıyor, konuşuyor.
15 Temmuz demokrasi, hukuk, insan hakları açısından tam bir kırılma noktası oldu. Erdoğan demokrasiyi yok etme, hukuku rafa kaldırma, insan haklarını görmezden gelme, kuvvetler ayrılığını tamamen bitirme ve bütün yetkiyi kendisinde toplama adına müthiş bir fırsat elde etti. Çok iyi hazırlanıldığı anlaşılan bu karanlık olay Erdoğan’a gerçekten “Allah’ın lütfu” oldu. 1933’de Reichtag (Parlamento) yangını Hitler’e nasıl bütün muhalifleri sindirme, devletin tüm kurumlarını kontrol etme imkanı verdiyse, 15 Temmuz da Erdoğan’a aynısını verdi.
15 Temmuz hikayesinin, “F.TÖ” kavramının kendisine sınırsız ve sorgusuz bir güç verdiğini bildiği için, Erdoğan başka eleştirileri tolere edebiliyor; ama 15 Temmuz’un sorgulanmasına asla tahammül etmiyor, fırsat vermiyor. 15 Temmuz’un faili olarak ilan ettiği Cemaati aklayacak, o gece yaşananları sorgulayan teşebbüslere en sert şekilde karşılık veriyor. Ürettiği senaryoya uymayan yorumları, görüşleri anında susturuyor, “terörist” ilan edip hapse atıyor. Bu konu ülkede mayınlı alan. Başta Furkan cemaati lideri Alparslan Kuytul olmak üzere çok sayıda kimse kendilerine “F.TÖ de kurtul” dendiğini kamuoyu ile paylaştı. Selahattin Demirtaş 15 Temmuz’u sorguladığı için yıllardır hapiste. Ahmet Altan, 15 Temmuzu: “hırsızlarla katillerin ortaklaşa çevirdiği oyun” gördüğü için, dünyanın baskısına rağmen içerde tutuluyor. Çıktıktan sonra bu konuları kurcalamaya devam ettiği için dünyanın gözü önünde tekrar hapse kondu. Eğer bazı aydınlar gibi cemaatle, 15 Temmuz’la ilgili konulara girmeseydi en azından tekrar içeri konmazdı.
15 Temmuz Erdoğan için kırmızı çizgi. O alana, onun söylemi dışında gireni, o konuyu sorgulayanı iflah etmiyor. Kendisine müthiş bir güç ve dokunulmazlık sağlayan 15 Temmuz’da ürettiği büyünün bozulmasına asla müsaade etmiyor. Bunun için sadece sopa kullanmıyor, kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesini de ürettiği tezin tekrarına bağlıyor Erdoğan. İş adamlarından sanatçılara kadar kamu kaynaklarından beslenen herkes besmele çeker gibi, kamuoyu önünde önce Erdoğan’ın söylemlerini tekrar ediyor, 15 Temmuzdan bahsediyor, cemaate sövüyor, sonra yemeye/ihale almaya başlayabiliyor.
Erdoğan halkın nabzını tutan bir siyasetçi. Halkın gazını almak için muhalefetin gerekliliğini en iyi o bilir. Bu nedenle kırmızı çizgiyi aşmayan, 15 Temmuz ve Cemaat konularında kendisiyle çelişmeyen muhaliflere hareket alanı bırakıyor. Ayrıca O’nun onayı ve desteğiyle kontrollü muhalefet yapan pek çok siyasetçi, gazeteci olduğundan şüphe duymuyorum.
15 Temmuz üzerinden tam dört yıl geçti, ama inşa edilen Tek adam rejiminde hiçbir şey iyi gitmiyor. Aksine ekonomiden, hukuka, eğitime, ahlaka, dış politikaya kadar her alanda derin çöküş yaşanıyor. Bunca gazeteci ordusuna, medyaya, kamu imkanlarına rağmen çöküş ve çözülüş saklanamıyor. Yapılan ağır makyaj problemlerin dehşetini örtmeye yetmiyor. AKP’den nimetlenenler dahil herkes çöküşün farkında. Kendilerini teğet geçecek olsa, pek çoğunun derdi olmayacak, ama çöküşün her vatandaşa dokunacağını iyi biliyorlar.
Bu konuda en büyük vebal CHP’nin ve Yenikapı’da Erdoğan’ın arkasına testi gibi dizilip ona bugün sahip olduğu sınırsız, sorumsuz gücü sunan partilerin, grupların, cemaatlerin..
Erdoğan’a karşı çok cesur çıkışları olan, ama asla 15 Temmuz sorgulamasına girmeyen, yani Erdoğan’ın kırmızı çizgilerine riayet ederek “sert” muhalefet eden Levent Gültekin, Halk TV’deki yayınında ilginç şeyler söylüyor. Erdoğan’a en yakın halkadaki insanlarla konuştuğunu ve onların: “Ülke büyük bir yıkıma gidiyor ve engelleyemiyoruz” dediğini aktarıyor.
Savaşın ilk yıllarında fırtına gibi esen, Avrupayı bir baştan bir başa işgal eden Hitler Moskova’ya doğru yürüyünce çamura saplanıyor ve arkası arkasına yenilgiler gelmeye başlıyor. Alman halkı muazzam propaganda araçları nedeniyle Ruslar Berlin’e girene kadar gerçeklerden haberdar olmasa da, önde gelen komutanlar, karar mercilerinde olan pek çok Alman Hitler’in ülkeyi ve Almanları yıkıma götürdüğünü farkediyor ve tedbirler almaya çalışıyor. Hitler tek başına ve tüm gücü elinde tuttuğu, kimseyi dinlemediği için O’na yanlışları anlatmak mümkün olmuyor. Bunun üzerine yakın çevresindeki bazı komutanlar Hitler’den kurtulmanın suikastle mümkün olacağını düşünüyorlar. Bir kısmı iktidarını konsolide etmek için kendi kurguladığı eylemler olsa dahi Hitler’e yönelik 30 ayrı suikast teşebbüsü oluyor. İlginç şekilde hepsinden kurtulmayı başarıyor. Sovyet Ordusunun Berlin’e girmek üzere olduğunu öğrenince eşiyle birlikte intihar ediyor.
Erdoğan’ı Hitler’e’ benzetmiyorum. Hem otoriterliğin seviyesi açısından, hem de kabiliyet açısından arada çok fark var. Erdoğan Süleyman Şah Türbesini bile koruyamayıp gece yarısı taşımak zorunda kalmıştı. Bugünlerin ateşli muhalifi Davutoğlu bunu kahramanlık hikayesi gibi millete satıyordu. Oysa Hitler Birinci Dünya Savaşında dümdüz olmuş Almanya’yı dünyaya meydan okuyacak hale getirmişti. Savaşın ilk yıllarında kısa sürede Moskova’dan Manş denizine, Meriç Nehrinden İskandinavya’ya kadar geniş bir alanı işgal etmeyi başardı. Üstelik IŞİD, PKK, Suriye rejimi gibi güçlere “kahramanlık” taslamadı. Fransayı baştan başa işgal etti, Stalini Moskovadan çekilmek zorunda bıraktı, İngilizlere kan kusturdu. Ayrıca Hitler’in Alman kaynaklarını iç ettiğine, soygun düzeni kurduğuna dair birşey bilmiyoruz. Geride cesedini bile bırakmadan gitti (yaktırdı). Dünyayı kana bulayan bir psikopatın güzellemesini yapmıyorum. Sadece aynı malzemeden dokunmuş iki kumaş arasındaki kalite farkına dikkati çekmek istiyorum.
Levent Gültenin’in söylediklerine benzer şikayetler pek çok noktadan geliyor, gelecek de. Erdoğan’ın etrafındakiler dahil herkesin kaygısı yükseliyor. Az aklı erenler ve tabloyu görenler, kontrolden çıkmış, ama bütün gücü elinde topladığı için herşeyi yakıp yıkma riski olan Erdoğan’dan, hasarı iyice artırmadan nasıl kurtuluruz diye yollar arıyor. “Yargılanmama karşılığı iktidarı terk et” şeklinde bir anlaşmanın konuşulduğu medyaya düştü.
Bence “Erdoğan nasıl gider?” diye düşünmeden önce, başta CHP olmak üzere tüm muhalefetin, ülkeyle ilgili kaygısı olanların, milletin geleceğini düşünenlerin ve biraz insaf-vicdan taşıyanların yapabileceği çok önemli bir şey var: Erdoğan’ın kırmızı çizgilerine girmek! Yani ısrarla koruduğu, üzerine titrediği, deldirmemek için canhıraş mücadele verdiği 15 Temmuz’a dikkatlice odaklanmak! O geceyle ilgili hakikatlere projektör tutmak, sorular sormak! O gece düğünde olanları, TBMM’ye ifade vermekten kaçanların üzerine gitmek! Kullanılan silahlara, ölümlere, balistiklere tekrar bakmak!
15 Temmuz üzerine Erdoğan’ın ürettiği söylemleri kabullenerek ve sürekli tekrar ederek, Erdoğan’ın ürettiği F.TÖ söylemini her sözün başına koyarak Erdoğan’dan bir taş koparamazsınız. 15 Temmuz’u aydınlatmadan hızla yaklaşan yıkımdan ülkeyi kurtaramazsınız. Erdoğan’ın argümanlarını kullanarak, söylemlerini tekrar ederek sadece elini güçlendirirsiniz. Eğer gerçekten öyle bir niyetiniz yoksa!..
Kaynak: Tr724