Şiirle süren uzun yolculuğu altmış yılı aşmış ve hâlâ aktif olarak devam eden şairlerden biri Süreyya Berfe. “Aktif şair” dememizin nedeni, hâlâ şiir yazmayı, şiir düşünmeyi, şiirle düşünmeyi sürdürüyor oluşundan. Tabii aktif olmayan şairler de söz konusu. Onlar da şiir yazmaya devam ediyor. Ama aktif değiller. Yani “bir yerden sonra” şiir üretimleri durmuş. Deyim yerindeyse, stokları eritiyorlar. Ustalıklarına yaslanıyor ya da güveniyorlar. Oysa şiir bu, “hazırı tüketmeyi” kaldırmıyor. Turgut Uyar’ın, artık slogana dönüşen uyarısı boşuna değildir: “Efendimiz acemilik”. Şairin efendisi yeniliktir, arayıştır, denemektir. Çok söylenmiş, çok tekrar ediliyor olabilir. Olsun! Çünkü şiir için, şiirin canlı kalabilmesi için bazı şeylerin tekrar tekrar söylenmesi kaçınılmaz.
Şair üretim gücünü acemilikten, yenilikten, arayıştan, denemekten aldığı sürece şiirin içinde aktif olarak var olabiliyor. Örnekler bunu gösteriyor.
Berfe’nin okurla buluşan son şiir kitabı “Yavaş Yavaş Bilemiyorum” oldu. Kitap Mayıs 2022’de Yapı Kredi yayınlarından çıktı.
ON ÜÇÜNCÜ KİTAP
İlk şiiri altmışlı yılların hemen başında yayımlanan Berfe’nin daha önce okurla buluşan kitaplarının sayısı on iki. Toplu şiirleri (“Kalfa”) ve seçme şiirler adıyla yayımlanan kitaplar, bu sayıya dahil değil.
“Yavaş Yavaş Bilemiyorum” iki bölümden oluşuyor. Oraya, yani kitabın içine, tek tek şiirlere gelmeden önce, kitabın adına kısaca değinelim istiyoruz. Çünkü okuyup geçilemeyen, duraksatan bir adı var. Acaba ne söylüyor, ne çağrıştırıyor olabilir merakını kışkırtıyor?
Uzak ya da yakın anlam katmanları olan bir ifade “Yavaş Yavaş Bilemiyorum”. Üstünde bütün olarak da, ikiye bölünerek de düşünülebilecek bir ifade: “Yavaş yavaş”, “Bilemiyorum” gibi. İkiye bölündüğünde aradaki boşluk daha da dikkat çekici oluyor.
Her halükârda bir seslenme sözü ve aynı zamanda usulca, alçak sesle bir hitap, sesleniş izlenimi veriyor. Canı yanan birinin içinde bulunduğu duruma da işaret eden bir söz. “Canı yanan birinin seslenişi” saptaması, kitapta yer alan şiirlerin anahtarı olabilir mi?
Bir şiir okuyarak devam edelim. Kitabın aynı zamanda açılış şiiri de olan “Markos Vamvakaris” başlıklı şiirden iki betik sunalım:
Her yerin her yerime yayılmışken
Bizi bekliyorken Girit ve Kazancakis
Zamanın azalmakta olduğunu
Aklımıza getirmeden
Keşke sadece bu yüzden
Hep bu yüzden sevsem seni
Şiir, adını aldığı kişinin, (Markos Vamvakaris) kim olduğu bilinmeden de okunabilir. Ama okurun metinle arasındaki mesafeyi, tamamen kat edemese bile en aza düşürmesi, açık bir engeli kaldırması için şiire adını veren kişinin kim olduğunu bilmesi önemli. Bunun şiirin halesini, edasını, jestini idrak için de gerekli bir bilgi olduğunu kaydedelim.
Markos Vamvakaris (1905-1972), bir rebetiko müzisyenidir ve “rebetikonun patriği” olarak tanınmıştır.
REBETİKONUN ŞİİRİ
Şair, yalnızca alıntı yaptığımız şiirde değil, kitabın ilk bölümündeki diğer şiirlerde de rebetiko müziğiyle hem biçim, hem biçem hem de içerik, tema açısından dikkat çekici iç bağlar ve ilişkilendirmeler kuruyor. Bu tutum müzikle de sınırlı kalmıyor. Berfe’nin; “öteki”yle ya da “ötedeki”yle coğrafya, tarih, kültür alanlarını paydaşlığa, müşterekliğe, dostluğa ait izleri ortaya çıkarmak için kazdığını ve bulduklarını da şiir yaptığını söylemek mümkün.
Kitabın ilk bölümündeki şiirlerin sesinde, sedasında, edasında, jestinde, tavrında; canı yanmaktan kaynaklanan huzursuzluk ve kederli haz yaslı neşe diyeceğimiz Ege’ye has hayata tutunma hali, bir müzik tarzından daha fazlası olan rebetikoya içkin kaybedilenin hasreti ve yerini dolduramamanın üzüntüsüyle iç içe geçmiş olarak bütünleşiyor.
“Kederli hazla yaslı neşenin” birbirine sarmaştığı şiirlerin şairi için rebetiko yazmamış, ama rebetikonun şiirini yazmış da denilebilir. Bu saptama kitapta, “Rebetiko” başlıklı iki şiir olmasa da yapılabilir. Yazının başında sözünü ettiğimiz “canı yanma” ifadesi de bununla ilgili. Ayrıca adı “Rebetiko” olan bu iki şiir kitaptaki toplam açısından da son derece önemli. Onlardan birinden, “Rebetiko 1”den bir bölüm aktaralım:
Buziki adı gibi bozuk
ay bulanık
lodos ihtiyar
nasıl çalar söylerim
yüzüne kalçalarına bacaklarına
gülüşüne saklanırım
essin lodos
sen benim poyrazım
sesim gelmiyor mu
uzayda gezegen misin
dün terlerini görmüştüm
doyurdun demiştin
şimdi neredesin nereye gittin
giderim bu limandan ben de
hangi limana bilmem
bilemeyeceğimi sen öğrettin
KIRLARDAN ŞEHİRLERE DOĞRU
“Yavaş Yavaş Bilemiyorum”un ikinci bölümüne, bu bölümde yer alan “Şiir Çalışmaları”na geçmeden önce, Süreya Berfe’nin altmış yılı aşkın süredir devam eden şiir yolculuğuna ilişkin bir çıkarımımızı aktaralım. Berfe’nin şiirindeki altmışlardan seksenlere kadar olan birinci dönem “kırsal”, seksenlerden ikibinli yılların başına kadar olan evre de “şehirli” olarak tanımlanabilir. Sonraki süreçte, yani üçüncü dönemde; artık ilk dönemin şiirlerindeki kırdan farklı bir “kır”a yöneliş söz konusudur. Bu döneminde artık “doğa” ya da “tabiat içi” olarak adlandırılabilecek bir yerden konuşur. Şöyle de söylenebilir; şair ilk döneminde sanki “kırlardan şehirlere” doğru, bir sonrasında “şehirlerden kırlara doğru” bir taktik geliştirmiş ve onu izlemiştir. Ancak üçüncü dönemde şehirlerden kıra yönelmiştir. Ya da dönmüştür. Lakin artık kır o kır, ilk döneminin şiirlerindeki kır değildir.
Süreya Berfe’nin şiiriyle uzun süredir hem okur hem de eleştirmen olarak ilgilenen Orhan Koçak’ın “Yavaş Yavaş Bilemiyorum” üstüne T24’te yer alan yazısında dile getirdiği şu saptamayı da paylaşalım: “Biçimsel dönüşüm ve ustalaşmayı bir yana bırakırsak Berfe’nin olgunluk şiirini iki döneme ayırabiliriz. ‘Hayat ile Şiir’den (1980) ‘Seni Seviyorum’a (2002) kadar süren ‘şehir-içi’ dönem ve en geç ‘Foklar Söyledi Ben Yazdım’ (2005) ile başlayıp bu son kitabı da (‘Yavaş Yavaş Bilemiyorum’, 2022) içine alarak devam edeceğe benzeyen ‘şehir-dışı’ dönem. İlk yarıda şair şehrin içinde, şehirlilerle konuşuyordu, bazen de şehrin içinden dışına doğru söylenerek. Bu dönemin doruklarından biri, ‘70’li yılların ortalarında Birikim dergisinde çıkan ve sonra ‘Ufkun Dışında’ (toplu şiirler, 1986) kitabına alınan ‘Yazı’ ve bir de ‘Önemli Değil’ başlıklı uzun şiirlerdir. İkinci dönemde, ‘Foklar Söyledi Ben Yazdım’ başlığının da belli ettiği gibi, şair kendini ve şehri aradan çıkarıp dolaysızca ‘Doğa’nın sözcüsü veya çevirmeni olmayı üstlenmiş gibidir. Eskiden de alay ve şikâyet konusu olan şehirlilik (‘insan ilişkileri’, ‘Sibel Egemen toplum’ vb), şimdi basbayağı bir nefret nesnesidir.
Kaskatı bir ayrım değil bu: İlk dönemde ikinci yarıyı haber veren örnekler olduğu gibi, ikincisinde de eskinin şehirli hırçınlık ve tartışmacılığını hatırlatan parçalara rastlarız.”
Koçak, “şehir içi” şiirler ve “doğa”nın sözcülüğünü üstlendiği dönemin şiirleri olarak Berfe’nin olgunluk dönemini ikiye ayırıyor. Bizim yaptığımız ayrımda Süreyya Berfe’nin ilk dönemi de yer alıyor. Şair, “kırdan şehre doğru” olarak adlandırdığımız altmış seksen arasındaki dönemden, “ikinci toplumcu gerçekçi yeni” anlayışının izlerini taşıyan “halkçı şiirler”le geçiyor. Bu dönem şiirlerinde folklorik öğeler, motifler; kırsal yaşantı ve temalar ön plandadır. Şairin bu başlangıç ve olgunlaşma öncesi evresine halkçılık ya da köylülük veya köycülük dönemi de denilebilir. Necmiye Alpay da Berfe’nin bu döneminde şiirlerinin köycülüğün, popülizmin açık istilası altında olduğunu belirtir (Milliyet Kitap, Temmuz 2010). İkinci döneminde Koçak’ın altını çizdiği gibi “şehirli”, “şehir içinden” konuşan, tartışan şiirler ağırlıktadır. Şehirden çıktığı tekrar kırlara yöneldiği üçüncü dönemdeyse artık “kır”, ilk döneminin “kır”ı değildir; “çıplak doğa” ya da “saf tabiat”tır. Şair de oraya karışır. Şunu da kaydetmek gerekir Berfe’de doğa hiçbir zaman bir peyzaja dönüşmez. Daha önemlisi o tehlikenin, öyle bir ihtimalin ihmal edilmemesi gerektiğinin farkında olduğunu da hissettirir.
Berfe’nin üç dönemi için şöyle bir yorum da söz konusu olabilir: O başından itibaren bir şair olarak ezilen ve sömürülenlerin tarafında yer almıştır. Şiirini o duyarlılık farkındalıkla kurmuştur. Birinci döneminde kırdan, kırsaldan köylülerin yanından, onların arasından şiirler yazmıştır. İkinci döneminde şehirden, işçilerin, emekçilerin arasından, onların tarafında durarak şiirler yazmıştır. Üçüncü dönemindeyse bir başka ezilen, sömürüye maruz kalan varlık olan doğanın yanında yer almakta ve şiirlerini oradan yazmaktadır. Bu sıralama, ille de kronolojik bir akış izlemez.
DOĞANIN SÖZCÜSÜ
Kitabın ikinci bölümünde “Şiir Çalışmaları” yer alıyor. Bu bölümdeki başlıksız, doğanın anlık izlenimlerine dayanan, kısa, iki üç dizeden oluşan, bazen dize sayısı değişse bile tekniği, kurgusu, yapısı, bakış açısı, tarzı değişmeyen şiirlerde “başka bir kır”dan konuşur. Ya da daha doğrusu tabiatın, doğanın sözcülüğünü üstlenmiş bir şair olarak çıkar okurlarının karşısına. Doğadan konuşuyor, doğanın içinden konuşuyor, oraya karışmış biri olarak konuşuyor. Ama sadece doğayı konuşmuyor. Bahse konu şiirlerden bir örnek okuyalım. Hatta kitaba adını veren dizenin de yer aldığı üçlüğü okuyalım:
Bahar akşamlarının yalnızlığı
neye benziyor
Yavaş yavaş bilemiyorum
Süreya Berfe’nin şiiri için; ne kadar canı yanan birinin konuşması, kederli haz, yaslı neşe havasındaysa, melankolikse, en az o kadar da ironiktir denilebilir. Yücel Kayıran da Temmuz 2010’da Radikal Kitap’ta yer alan yazısında bunun altını çizer: “Berfe şiirinin temel ve ayırıcı özelliği, bu şiirde konuşan öznenin, olup bitenler dünyasını ironik bir bakışla algılamasında ortaya çıkmaktadır. İroni, Berfe’nin şiirinde, ne mizahi ne de (bu kitabımda ironik bir yaklaşımı denedim tarzındaki:) poetik bir deney olarak ortaya çıkmaktadır; tam tersine, onun şiirindeki ironi, ontik durumun, yani bir varoluş durumunun dışavurumu olarak ortaya çıkmaktadır. İroni, burada, şiir kişisinin, onurlu bir şekilde yaşamasının devamını sağlayan ama yaşamını onurlu bir şekilde devam ettirmeyenlere yönelik eleştirel bir tavır olarak ortaya çıkmaktadır.”
Kitabın adındaki deyişte dikkat çeken boşluktan söz etmiştik. Süreyya Berfe şiirlerinde o boşu alıyor, kaldırıyor. O boşluğu dolduruyor da diyebiliriz. Bunu biraz rebetikonun kederli hazzı ve yaslı neşesine yaslanarak ve ironi yoluyla gerçekleştiriyor. Biraz da doğayla konuşurken, doğadan konuşurken kendini dışarı atmaktan aldığı destekle, rahatlamayla yapıyor. Bilhassa “Şiir Çalışmaları”, sanki böyle de, şairin kendisini dışarı atması olarak da okunup yorumlanabilir gibi. Bu bölümden bir parça, bir üçlük paylaşalım:
Sabaha doğru
bahar yağmuru
Şiir bazen görülebilir
Bir tane daha; bu defa iki dizelik bir betik:
Baktıklarım çoğalıyor
görmek istediklerim azalıyor
Sağlığım yerinde
Süreyya Berfe’nin kendi gündemini oluşturan şiirlerinde dahası da var. Meraklısı “dahasını” kitapta, kitaplarda arayıp bulacaktır…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***