Kendinden sonraki her kötülüğün dayanağı olarak kabul edilen 12 Eylül 1980 askeri darbesi kurumlarıyla, uygulamalarıyla, ideolojisiyle bugün de tesirini sürdürüyor. İnsan hakları savunucularına göre o dönemle yüzleşilmediği sürece de bu tesir devam edecek.
Darbenin 42. yıldönümünde Research Institute on Turkey (Türkiye Araştırmaları Enstitüsü) çok önemli bir çalışmayı hayata geçirerek dijital bir Bellek Müzesi açtı. Böylece 42 yıl sonra ilk defa 12 Eylül darbesine dair çok kapsamlı, bütünlüklü bir kaynak ortaya çıktı.
Kendisi de yıllardır 12 Eylül ve tanıkları üzerine araştırmalar yapan, Türkiye Araştırmaları Enstitüsü kurucu eş direktörü, insan hakları savunucusu ve sözlü tarihçi Eylem Delikanlı’yla Bellek Müzesi’ni ve 12 Eylül’ün bıraktığı izleri konuştuk…
12 Eylül üzerine söylenmemiş, yazılmamış, gösterilmemiş ne kaldı da, dijital bir Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi kurma ihtiyacı duydunuz?
Çünkü 12 Eylül’e dair bilgi ve belgelerin derli-toplu yer aldığı, bunların birbiriyle konuşturulabildiği dijital bir ortam yoktu. Biz bu müze için pek çok bilgiyi sıfırdan derledik. Bizim çalışmamızı diğerlerinden ayıran en temel unsur, bunun insanlığa karşı işlenmiş suçlar ve insan hakları ihlalleri odaklı olması. İnsanlığa karşı suçlar çeşitli kategorilere ayrılıyor: Zorla kaybetme, işkence, keyfi infaz, idam ve cinsel suçlar gibi… İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmuyor. Dolayısıyla 12 Eylül’e ilişkin yapılan çalışmalar aynı zamanda hukuki bir mücadeleye tekabül ediyor. Biz bu nedenle çalışmamızda idamlar, işkenceler ve zorla kaybetmeler gibi zaman aşımı olmayan, insanlığa karşı işlenmiş suçlara odaklanıyoruz.
Peki bu süreci ne tür belgelere dayandırıyorsunuz?
Elimizdeki dava dosyaları, iddianameler, gerekçeli kararlar, işkence sebebiyle kişilerin açtığı tekil davalar temel dayanaklarımız. Tüm bunların içinden bir veritabanı derleyip, bahsettiğim suçların ne zaman, ne şekilde işlendiğine dair bilgiler bütünü oluşturduk.
Sahiden bugüne kadar böylesi bir çalışma yok muydu?
Hayır, maalesef böylesine bütünlüklü ve derinlemesine bir derleme ilk defa yapılıyor.
İHLALE UĞRADIĞINI TESPİT ETTİĞİMİZ 13 BİNİN ÜZERİNDE İNSAN VAR
Darbe süreci ve sonrasında işlenen suçlara dair sayısız kitap, belgesel, film var ama…
Evet ama tek tek var. Bütün bunların toplandığı ve bu çalışmaların birbiriyle konuştuğu bir derleme ise yoktu. Biz bu çalışmayı dijital bir müze olarak tasarladık. Bir bellek müzesine girdiğinizde nasıl ki koleksiyonlar, arşiv merkezi, eğitim programı vs, görürseniz, biz de bunun aynısını dijital ortamda yaptık. Arjantin veya Şili benzeri deneyimler yaşamış bir toplum olarak neden hâlâ 12 Eylül’e dair fiziki bir müzeye sahip olmadığımız ise ayrı bir mesele. Fakat biz Bellek Müzesi’nde, en azından ilk sene için dijital ortamda da olsa bellek nesneleri, sözlü tarih ve dava dosyaları koleksiyonları inşa ettik ve altlarını doldurmaya başladık. Son on yıldır 12 Eylül’le ilgili sözlü tarih çalışması yaptığım için elimizde bu alanla ilgili zaten arşiv vardı. 2021-22 yılları içinde de kırka yakın yeni video kaydı yaparak bu arşivi genişlettik. Hâlihazırda elimizde 60 tane ses kaydı, 40 tane video kaydı olmak üzere 250 saati aşan bir sözlü tarih koleksiyonu var.
Bunlar da dijital müzede yayınlanacak mı?
Tabii. Hem sözlü tarih, hem bellek nesneleri hem de dava dosyaları daimi koleksiyon olarak müzede yer alacak.
Sözlü tarih çalışması için kimlerle görüştünüz?
12 Eylül ve sonrasında hedef alınmış muhataplarla, devrimcilerle, siyasi faaliyet yürütenlerle, dönemin tanığı veya sonraki süreci izleyen avukatlarla, ailelerle görüştük. Sözlü tarih kayıtları değişik siyasetlerden insanları kapsıyor. Bellek nesneleri içinde de bir kısmı dijital olmak üzere 30 binin üzerinde bellek nesnesi yer alıyor.
Neler var mesela?
Fotoğraflar, hapishanelerden veya hapishanelere yazılmış mektuplar, tutukluların yaptıkları objeler, o dönem yapılmış ve o dönemi anlatan resimler… Müzenin Dava Dosyaları Koleksiyonu’nda ise 145’i dijital, 80’i fiziki 225 tekil işkence ve toplu dava dosyası yer alıyor. 1980 Darbesi’nde işkencenin ne kadar yaygın ve sistematik olduğunu göstermek için tüm bunları bir işkence haritası çalışması üzerinden ilişkilendirdik. Bunun için de elimizdeki resmi belgelerden, dava dosyalarından, sözlü anlatımlardan, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi kurumların o yıllardan beri yaptıkları raporlamalardan yararlandık.
Peki işkenceye dair ulaştığınız ihlal sayısı ne kadar?
İhlale uğradığını tespit ettiğimiz 13 binin üzerinde insan var. Darbe sürecinde 650 bin kişinin gözaltına alındığını ve bunların en az bir işkence türünde ihlale uğradığını düşünürsek çalışmanın oldukça başındayız diyebiliriz. Bunların beş binini birincil kaynaklardan teyit ettik ve haritalandırdık. Örneğin Metris Cezaevi’nde, Diyarbakır Cezaevi’nde veya Bartın Cezaevi’nde işkenceye uğramış insanların hangi tarihlerde, ne tür ihlallerle karşılaştığını ve faillerinin kimler olduğunu Bellek Müzesi’nde bulabilirsiniz.
DARBECİLER EN AZ 45 İŞKENCE YÖNTEMİ UYGULADI
İsimlerinin bu listede yer almasını istemeyen mağdurlar oldu mu?
Bunu henüz bilmiyoruz ama eriştiğimiz bilgilerin tümü açık kaynaklardan derlendi. Aslında bizim esas derdimiz faillerin isimlerini tespit etmek ve bunları ortaya koymak. Zaten çalışmamızın da esas amacı, insanlığa karşı işlenmiş suçların sorumlularının isimlerini, yaptıklarını hatırlatmak ve unutturmamak. Elbette Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nu da dikkate alarak bunu yapıyoruz.
Nasıl yani?
Faillerin isimlerini veriyoruz ama kişisel bilgilerini, verilerini aktarmıyoruz. Ama faillerin kimler olduğu ve hangi suçları işledikleri belirtiliyor. Elbette elimize veriler geldikçe de bunları eklemeye devam edeceğiz. Öte yandan Müze’deki bilgiler birbiriyle ilişkileniyor. Örneğin Metris Cezaevi başlığı altında işkenceye uğramış insanların, faillerin, uygulamaların yanı sıra, sözlü tarih anlatıları üzerinden oraya dair tanıklıklara da, bize ulaşmış bellek nesnelerine de ulaşılabilecek. Dolayısıyla mekân sayfasında bütünlüklü bir bilgiye erişilebilecek. Ayrıca bütün video kayıtlarının deşifresi yapıldı ve video içinden belli kelimeleri aramak mümkün olacak. Bu araştırmacıların işini çok kolaylaştıracak. Elde ettiğimiz tüm belgelerden tespit ettik ki, darbeciler en az 45 işkence yöntemi uyguladı. Dava dosyaları ve veriler elde ettikçe işkence türlerinin de arttığını gördük.
Ne tür yöntemler uyguladılar?
Hepimizin bildiği elektrik, falaka, kaba dayaktan başlayıp lağım çukuruna sokmaya, kişiyi bir hayvanla dar hücrede tutmaktan, cinsel taciz ve akla gelebilecek her türlü cinsel şiddete kadar 45 farklı işkence türünü tespit ettik. Dolayısıyla 12 Eylül’e dair genel bir hikâyeden ziyade, katmanlı ve detaylı bir veri tabanı oluşturduk. Ayrıca daimi çalışan hukuk ekibimiz ve 23 kişilik hukuk danışman grubumuz dava dosyalarının özetini de çıkararak, herhangi bir hukuk bilgisi olmayanların da anlayabileceği özetler de ortaya çıkardı.
YÜZLEŞMEMEYİ TERCİH EDEN BİR TOPLUMUZ
İlk soruya geri dönelim: Böylesi bir müze oluşturmaya neden ve nasıl karar verdiniz?
Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi 12 Eylül 1980 darbesine dair hesap sorma ve yüzleşme pratiklerinin ve çok daha geniş anlamda Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin bir bileşeni olarak kuruldu. Ana amacımız bu dönemde yapılan insan hakları ihlallerini görünür kılmak, bunların sorumlularının unutulmamaları ve cezalandırılmalarına yönelik sürdürülen adalet mücadelesine tarihsel adalet perspektifinden mütevazı bir katkı koymak. Bu çalışmayı benim de kurucularından olduğum Research Institute on Turkey (Türkiye Araştırmaları Enstitüsü) yapıyor. Yürütücüsü olduğum Kolektif Hafıza Çalışmaları’nın çatısı altında başladı bu çalışma. Columbia Üniversitesi’ndeki sözlü tarih çalışmalarımın da çerçevesini oluşturan “tarihsel adalet” kavramından yola çıkarak 12 Eylül’ün dijital müzesini kurma fikrini araştırmacısı da olduğum Columbia Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Enstitüsü’nde şekillendirmiştim. Nihayetinde de bu araştırma Research Institute on Turkey’in ekibi ile gövdelendi ve hayata geçti.
Tarihsel adalet kavramı ne anlama geliyor?
Adaletin sağlanamadığı bizimki gibi toplumlarda ve tarihsel olaylarda, adalet mücadelesini başka türden yöntem ve araştırmalarla geliştirebilir miyiz diye sorarken, tarihi ve sözlü tarihi bir araç olarak kullanıyoruz. Bunun için tarihi, onun muhataplarıyla, aşağıdan yukarıya doğru anlatmaktan, yazmaktan, aktarmaktan ve onun üzerinden bir mücadele örmekten söz ediyoruz. 12 Eylül’ün bir resmi, bir de muhatapların, o dönemi yaşayanların anlatımı var. Muhataplar veya tanıklar karşı bellek oluşturuyor ve tarihsel adalet mücadelesi buradan biçimleniyor. Dolayısıyla biz Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi üzerinden bir karşı bellek oluşturmak istiyoruz. 12 Eylül’ü pek çok yönüyle ele alıp inceleyebilir, anlatabilirsiniz ama biz insan hakları ve demokrasi perspektifiyle bu dönemi ele aldık. Çünkü insanlığa karşı suçların kaydını tutmak, bunları yeni nesillere aktarmak ve tarihteki suçlara karşı mücadeleyi de bugünün insan hakları mücadelesinin etkin bir parçası haline getirmek istiyoruz.
12 Eylül gibi insanlığa karşı suçların işlendiği, geniş kesimlerinin etkilendiği olaylarda adaletin sağlanmaması toplumlar üzerinde ne tür tesirler yaratıyor? Farklı toplumlar, benzer olaylar karşısında ne türden baş etme yöntemleri seçiyor? Türkiye’de benzer olaylar hep konuşulurken neden bir yüzleşme olmuyor?
Sadece 12 Eylül 1980 darbesi değil, Türkiye toplumu yüzleşme konusunda hiçbir zaman başarılı bir örnek sergilemedi. Yüzleşmemeyi tercih eden bir toplumuz.
12 EYLÜL FAİLLERİ SADECE CUNTA DEĞİL, GENİŞ SİVİL İŞTİRAKÇİLERDİ
Neden?
Birden çok nedeni var ve biz de “sessiz kalma” sorunu üzerine epey çalışıyoruz. Toplumun sessiz tanıklığı tercih etmesi, tıpkı anlatıcılarımızın da ifade ettiği gibi failliğin çok geniş ve yaygın olmasıyla da ilgili. Örneğin 12 Eylül faillerinin sadece dar bir askeri cuntadan, onun siyaset, emniyet, MİT içindeki kadrolarından ibaret olmadığını, onun geniş sivil iştirakçilerinin de olduğunu biliyoruz.
Kim bu sivil iştirakçiler?
İşkence görmüş insana rapor vermeyen doktordan tutun da öğrencisini fişleyen öğretmene, komşusunu ihbar eden mahalleliye, müşterisini ihbar eden esnafa, ihlale itiraz etmeyip devamını sağlayan tanıklara kadar geniş bir sivil kesimden söz ediyoruz. Bu kadar yaygın iştirak söz konusu olduğunda toplumlar yüzleşmeye yanaşmıyor. Zaten sessizlik insanı suça ortak ediyor ve bunu sessiz kalanlar biliyor. Aslında neyin suç olup olmadığı yukarıdan aşağıya anlatıldığı gibi, aşağıdan yukarıya doğru da anlatılabilmeli. Demokrasi bu mekanizmanın işlemesi anlamına da gelir. Bir sendikacının, öğretmenin evinden alınıp işkencehaneye götürülmesi sırasında biz sıradan insanların “bunlar neden suç” diye sorgulaması gerekiyor. Fakat biz vatandaş olarak ortaya koymamız gereken bu tepkiyi hiçbir zaman göstermedik.
Bunu neye bağlıyorsunuz?
Demokrasiyi sahiplenme duygusunun eksikliğine dayanıyor bu.
TOPLUMDA BAŞKASININ HAKKININ İHLALİNE YÖNELİK BİR İTİRAZ GELENEĞİ YOK
Yani hak ihlallerinin devam etmesi toplumun itiraz etmemesinden veya demokrasiyi sahiplenmemesinden mi kaynaklanıyor?
Toplum olarak demokrasinin araçlarını etkin olarak kullanmıyoruz. Öte yandan toplumda başkasının hakkının ihlal edilmesine yönelik bir itiraz geleneği yok veya çok eksik. Yüzleşme konusunda da deneyime sahip değiliz. 12 Eylül 1980 darbesi konusunda yüzleşmeye en çok yaklaştığımız dönem, siyasi hesaplarla ilgili tartışmayı bir kenara bırakarak söyleyelim, darbeciler hakkında açılan davaydı. Eğer gerçekten devlet bu suçla yüzleşmek isteseydi, o mahkemelerin somut bir sonuca ulaşması gerekiyordu. Ama mahkemelerin anlamlı bir yüzleşmeyle sonuçlanmadığını hepimiz gördük. Darbenin hayattaki iki generali göstermelik yargılanırken, yerellerdeki işkenceden sorumlu sayısız alt kademeli fail hakkında dava bile açılmadı, hiçbiri mahkemeye bile getirilmedi.
Sizce 12 Eylül’le günümüz arasında bir devamlılık mı var, yoksa farklı farklı darbe pratikleriyle mi karşı karşıyayız?
Aslında Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi’nin sloganı bunu izaha yetiyor: “Geçmiş bugündür.” Nitekim bu cümle, tanıkların anlatımlarının özeti gibi. Çünkü 12 Eylül’ün bugün de yaşandığını, hiç bitmediğini, anlayışıyla, hukukuyla devam ettiğini söyleyen onlarca anlatıcımız var. Keza hukuk çalışmalarına, davalara, uygulamalara, işkencelere, 12 Eylül sonrası inşa edilmiş ve bugün çalışan kurumların yapısına baktığımızda, bu devamlılığın olduğunu net olarak görüyoruz. İsimler, kişiler değişmiş olsa da 12 Eylül’ün yönetim şekli devam ediyor. 12 Eylül rejiminin devamlılığı, tanıklar açısından o dönemin hafızalarda canlı bir şekilde kalmasını da beraberinde getiriyor.
DARBENİN DEVAMLILIĞINI EN İYİ GÖREBİLECEĞİMİZ ALAN HUKUK SİSTEMİ
Toplumsal açıdan hiç mi ilerleme olmadı?
Elbette ilerlemeler oldu ama geriye gidişler de çok. Bu konuda sayısız mukayese yapılabilir ama dediğimiz gibi, geçmiş bugündür aslında. Amaçlarımızdan biri de bu sürekliliği göstermek. Öte yandan nerede ilerleyip, hangi alanlarda geçmişin gerisine düştüğümüzü anlamak açısından hafıza çalışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Darbe bir gün olup bitmedi, bir sürece yayıldı. Bu süreçteki devamlılığı en iyi görebileceğimiz alan hukuk sistemi.
Nasıl?
Olağanüstü dönemler üzerine değiştirilen hukuk sistemleri, mahkemelerin 12 Eylül’de nasıl işlediği ve daha sonra neye evrildiği, 1990’larda DGM’lere, oradan da Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’ne dönüşüm süreci devamlılığı gözlemlememizi sağlayan veriler. Aynı devamlılık eğitim sistemi ve üniversiteler açısından da geçerli.
DARBE KOŞULLARINDA UMUDUNU YİTİRMEMİŞ İNSANLAR SON YILLARDA BÜYÜK BİR UMUTSUZLUĞA GİRDİ
Şu anda Türkiye’de yaşanan baskı rejimi, 12 Eylül’ü yaşamış, o dönemin mağduru olmuş insanlar üzerinde nasıl bir tesir yaratıyor?
Öncelikle o dönemin zulmünü yaşamış insanların kendilerine mağdur değil muhatap denmesini istediğini söylemeliyim. Çünkü onlar taraftı. Bu insanlar 2010’lara kadar hâlâ bir yüzleşme, hukuki alanda bir mücadele imkânı olduğunu söylerken, son yıllarda büyük bir umutsuzluk içine girdiler. Oysa bu kuşak darbenin tüm baskılarından, işkencelerden çıktığı halde umudunu yitirmemiş, önemli bir kısmı 1990’larda siyaseten de aktif kalmıştı.
Çalışma kapsamında 12 Eylül’ün faillerine ulaşmaya, onlarla görüşmeye çalıştınız mı?
Hayır, çünkü bu alanı doldurmasını istediğimiz seslere öncelik verdik. Özellikle işkence haritası veri tabanında, işkenceye uğramış sol sosyalist insanlar olduğu gibi, sağ-muhafazakâr ideolojiden insanlar da var. Fakat araştırmamız devam ediyor ve müzeye yeni bilgiler, belgeler koyup yeni başlıklar açacağız. İlk etapta darbeye, darbecilerin uygulamalarına direnen askerleri, rütbelileri veya o dönemin kamu görevlilerini bulmak, nasıl bir pozisyon edindiklerini anlamak istiyoruz. Bu yolda devam ettikçe, bir süre sonra bu suçları işlemiş ve bunları konuşmaya hazır kişilere de ulaşmayı hedefliyoruz.
Bu çalışmayı yaparken veri toplamada en fazla zorluk çektiğiniz alan neydi?
Arşivlere ulaşmakta çok zorluk çekiyoruz. O yüzden kurumların, kişilerin arşiv desteğine çok ihtiyacımız var.
12 EYLÜL CUNTASI HAKKINDAKİ GÖSTERMELİK DAVA YÜZLEŞMEYİ DAHA DA ERTELEDİ
2010 referandumundan sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7 Nisan 2011’de, yani darbeden 31 yıl sonra, cuntanın hayatta kalan üyeleri Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya hakkında soruşturma açıldı. Fakat bu dava bile akim kaldı. Siyasi saiklerle bu tür adımların atılıp yarım bırakılması, olaylarla yüzleşme sürecini nasıl etkiliyor?
Darbeciler hakkında açılan davanın adaletin tecelli etmesiyle sonuçlanmaması yüzleşmeyi daha da erteliyor. AKP açısından bakıldığında dava açıldı, cezalar verildi ve konu kapandı. Fakat bu göstermelik adımlar insan hakları mücadelesi yürütenlerin işini daha da zorlaştırdı. Çünkü bu olayla yüzleşmeyi talep edenlerin önüne bu göstermelik adım konuyor ve “biz o işi çözdük” deniyor. O zaman onun gerçek bir çözüm olmadığını anlatmak için ayrıca bir mücadele yürütmeniz gerekiyor. Dolayısıyla darbeciler hakkında açılan davanın sonuçları, gerçek yüzleşmeyi talep eden insan hakları savunucularının önüne ikinci bir duvar ördü. Öte yandan insan hakları mücadelesi yürüten kurumların ivedilikle bir araya gelip kolektif bir mücadeleyi örmesi gerekiyor. Çünkü bu mücadele özellikle 12 Eylül 1980 Darbesi söz konusu olduğunda tek tek kurumların, grupların baş edebileceği bir alan değil. Üstelik yüzleşilmeyen her olay, yarına başka bir yük olarak kalıyor.
Nasıl bir yükten bahsediyorsunuz?
Bu kadar güncel sorunlar varken, 42 yıl önceki bir olaya odaklanmak acil bir mesele mi diye biz bile kendimize soruyoruz bazen. Evet güncel ve acil meseleler var ama geçmişle yüzleşmezsek, geçmişteki bu suçlar konusunda adaleti sağlamazsak, yarınki yükümüz daha da ağır olacak. Bugün insanlar hâlâ işkence görüyor; dolayısıyla biz 12 Eylül’deki mekanizmaları çözümlerken, toplumun tepki ve tepkisizliklerine dikkat ederken aslında güncel soruna da işaret ediyoruz. Keza 12 Eylül’ü konuşurken sadece işkenceleri, hak ihlallerini değil, ona karşı örülmüş örgütlülükleri, direnişleri, 80 öncesi mücadele deneyimlerini de konuşmuş ve bugüne de bir söz söylemiş oluyoruz. Bugün hâlâ işkence varsa, işkencecilerin dayandığı kaynakları, bunların kurumsallaşma sürecini ve toplumun, muhalefetin buna karşı tutumunun sonuçlarını da hatırlamak ve ona göre yol almak gerekiyor. Türkiye’nin bu dertleri bitmedi ki; geçmişe bakmaktan vazgeçip geleceğe bakabilelim.
BAŞ EDEMEDİĞİMİZDE UNUTMAK İSTİYORUZ
İnsan hakları alanında çalışan Hafıza Merkezi, ressam Ahmet Güneştekin’in Diyarbakır’da açtığı Hafıza Odası, sizin kurduğunuz Bellek Müzesi… Çok sayıda STK hafıza çalışmaları yapıyor, arşivler, kronolojiler yapılıyor, kitaplar yazılıyor. Son yıllarda hafıza kavramı etrafında bu kadar dolanmamızın, bellek üzerine bu kadar tartışmamızın nedeni ne?
Çünkü hiçbir meselemizle yüzleşmiş değiliz. Yüzleşmenin ilk yolu, geçmişi hatırlamaktan geçiyor ve bu hatırlama süreci gerçekten ilmek ilmek örülen bir süreç oluyor. Bu anlamda Türkiye’deki insan hakları örgütlerinin özellikle bellek çalışmaları özelinde işler üretenlerin özenli ve önemli işler yaptığını düşünüyorum. Bunların mutlaka uzun dönemde pozitif anlamda değişime yol açacağına inanıyorum.
Gerçekten unutuyor muyuz?
Belki hayır ama baş edemediğimizde, yüzleşemediğimizde, yüzleşmek istemediğimizde unutmak istiyoruz. Hakikate daha net ulaşabilmek için olanı olduğu gibi hatırlamaya ihtiyacımız var. Bellek Müzesi’nde yapmaya çalıştıklarımızdan biri de bu. 12 Eylül sadece işkence veya insan hakları ihlallerinden ibaret değil. Az önce söylediğim gibi, direniş biçimlerinin, örgütlenmelerin anlatılmasına da ihtiyaç var. Hakikati bütünlüklü olarak hatırladığımızda, maddi gerçeklere dayandığımızda bugünkü ihlallere karşı insan hakları mücadelesinin yaygınlaşmasını, belki insanların kendilerine daha fazla soru sormasını sağlayabilir, neden demokrasi mücadelesi etrafında birleşmemiz gerektiğini daha iyi gösterebiliriz.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***