Türkiyeliyim (TC vatandaşıyım), Türküm (anadilim Türkçe), İstanbulluyum, Türkiye’de, Kadıköy’de doğdum büyüdüm, okudum, yaşadım, öğretim üyesi oldum, Boğaz’da, Moda’da, Kalamış’ta çok rakı içmişliğim vardır, galiba şimdi en çok da bunu özlüyorum.
Sonra birileri beni sorgusuz, sualsiz, hukuksuz (şimdilik başka sıfat kullanmıyorum) bir biçimde, bir saçma sapan KHK ile üniversiteden uzaklaştırdı (attı demiyorum, sizin haddiniz mi, ihale düşkünleri), şimdi ise Fransa’da yaşıyorum, işime devam ediyorum, ders veriyorum, yazı yazıyorum, TV programları yapıyorum; burada tek sorun, rakı var da, Koço yok.
İtiraf da edeyim, bazı arkadaşların eleştirilerine rağmen, doğup büyüdüğüm ülkeyi de yakından izliyorum.
Türkiye’de tarihi konusunda rivayetin muhtelif olduğu bir seçim var önümüzde; ben 23 Haziran 2023’de yapılacağını zannediyorum, bir zan ya da tahmin sadece, bu konuda Erdoğan’ın Anayasa’ya göre bir kez daha aday olamayacağına yönelik iddialar var ama kararı YSK (Yüksek Seçim Kurulu) verecek, temyiz olanağı da yok, AYM’ye gidilemiyor, gidilse bile orada da Yargıtay’da bir dosyanın kapağını açmadan 107 Yargıtay hakiminin(!!!) oylarıyla Yargıtay kontenjanından AYM’ye giden hakimler var, Berlin’deki hakimlere pek benzemiyorlar.
Şimdi yaşadığım Fransa’da ise iki hafta (tam on iki gün) sonra, 10 ve 24 Nisan tarihlerinde iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimleri var, ben de oy kullanacağım, bizdeki gibi iki turlu bir seçim, ikinci tura kalacağı kesin gibi seçimin.
Öne çıkarmak istediğim mesele iki çok farklı ülkede iki seçime ne kadar farklı ortamlarda gidildiği meselesi ve nedenleri.
Türkiye’de muhtemelen seçimlerde çok yüksek bir katılım gerçekleşecek, Fransa’da ise rekor düzeyde düşük bir katılım gerçekleşebilir; Fransa’da katılımın ikinci turda yükselme ihtimali ilk turda Marine Le Pen’in (siyasi yelpazenin en sağı) yüzde kırka ulaşma ihtimaline bağlı, bu durumda Fransa’da hatırı sayılır bir cumhuriyetçi toparlanma ve katılım olabiliyor ama bu ihtimale karşı da Marine Le Pen son senelerde söylemini cumhuriyetçi merkeze epey yaklaştırıyor (ortanca seçmen kuramı).
Katıldığım, beğendiğim bir analize göre Türkiye’de seçmenlerin devasa sorunları mevcut ve bu devasa sorunlara çözümü seçmen siyasette arıyor, hukuk pek çözüm yolu olarak gündemde yok, zaten ve çünkü hukuk da yok, bu nedenle de siyasete teveccüh çok yüksek, seçimlere katılım da, insanlar siyaset üzerinden temel meselelerine çözüm arıyorlar.
İnsanlar normal bir ülkede hukukun çözmesi gerekli sorunlara siyasi çözümler arıyorlar; yukarıda bir ünlü “Berlin’de hakimler var” göndermesi yaptım, Türkiye’de kimse “Ankara’da hakimler var” diyemediği için Ankara’yı siyaseten kuşatmayı tercih ediyorlar, türban konusunu, cumhurbaşkanlığı seçim konusunu (2007) hukuken çözemedik, siyaset hukuku esir aldı.
Fransa’da da, bizdeki kadar devasa olmasa da, vatandaşların çok sorunu var ama bu sorunların büyük bir bölümünün çözümünü hukukta arıyorlar, kısmen de buluyorlar, siyasi düzeye de çok makro sorunlar kalıyor.
Seçimlerin ilk turuna Fransa’da on gün kadar kaldı, gündelik yaşama önemli yansımaları yok.
Mesela Fransa her seçime yeni ya da büyük ölçüde değiştirilmiş bir seçim kanunu ile gidilmiyor.
Sandık kurullarında hangi amaca matuf olduğu çok açık bir seçim kanunu değişikliği yapılırsa bunun Anayasa Konseyi (AYM) ön denetiminden geçmeyeceği çok açıktır, kimse aksini bile düşünemez, bu nedenden insanlar nispeten daha rahattırlar.
Çok daha önemlisi, Meclis çoğunluğunun da böyle siyasi etikle bağdaşamayacak bir değişikliği gündeme getirme ihtimali sıfıra çok yakındır, böyle bir şeyin düşünülmesi bile zordur.
Kimse Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un kaybedeceği bir seçime gitmeyeceği gibi saçma sapan bir düşünce içinde de değildir.
Kimse Macron’un güveneceği anket sonuçlarına göre seçimleri erteletecek bir askeri arayış içinde olabileceğini de düşünemez.
Fransa’da kimse oy oranı yüzde onun çok üzerinde bir siyasi partiyi, hukuk öyle gerektiriyor diye değil, kendi çıkarları için kapatıp/kapattırıp seçimleri anlamsızlaştırmak hevesinde de değildir.
İşin özeti de belki şu: Son aylarda Türkiye’de bu alana yönelik tartışmalarda en çok kullanılan kavram “seçim güvenliği”, yani birilerinin YSK orada iken, İçişleri Bakanlığı orada iken seçim sonuçlarına hile, desise karıştırma ihtimali ve bu ihtimalin ciddiye alınamayacak bir ihtimal olmadığı gerçeği.
Fransa’da seçimlere giden süreci izliyorum, galiba seçim güvenliği kavramının dile getirildiğini kimseden henüz duymadım.
İki ülke arasında bu alanda en temel fark da bu galiba.
Bu ihtimalin, seçim güvenliğine halel gelmesi ihtimali, bu kadar konuşulabildiği bir ortamda YSK (Yüksek Seçim Kurulu) Başkanı ya da İçişleri Bakanı olmak nasıl bir şey acaba?
Ekonomide de iki ülke arasında önemli farklar mevcut.
Erdoğan enflasyon küresel bir sorun diyor doğrudur ama enflasyon bizde yüzde 56, Fransa’da yüzde 3.6.
Fransa’da 2021 büyüme oranı da yüzde 7 ve hanehalklarının satın alma gücü de 2021’de yüzde 1.9 artmış.
Belki de en önemlisi Fransa’da kamu alımları piyasası rekabetçi, beşli patronajlar (çete dersen kızıyorlar), her ihale 21-b gibi maddelerle verilmiyor, siyaseti ihaleler finanse etmiyorlar.
Seçimler Türkiye’de, Fransa’da hayırlara vesile olurlar İnşallah.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***