Marmaris’e bağlı Turgut’ta gökyüzü turuncu, Bayır’a doğru giden yolun sağında ve solunda uzanan dik yamaçların tepesinde birkaç yüz metre mesafeyle alevler görülüyor. Havada yoğun bir duman kokusu var.
Ormancı Ferhat, “Şimdi göremiyoruz ama aslında bu yangınlar alttan birbirleriyle bağlantılı” diyor;
“Hava kararsın, o zaman gerçek durum ortaya çıkacak.”
Ferhat’ın tişörtü sarı rengini kaybedeli çok olmuş. Terini silmek için tişörtünü çekiştirdiğinde, kumaşın altından güneşin ve alevlerin karartamadığı beyaz teni gözüküyor.
İki taraftaki yangının ortasında, yolun kenarında sigara içip arazözle su gelmesini bekliyoruz. Hikmet ‘Abi’nin kullandığı kırmızı dev virajlı dağ yollarından çıkıp da yanımıza ulaşana kadar güneş dağların arkasında kayboluyor.
Ferhat, Muğla’nın başka bir köyünden; orada da yangın var. “Babam da ormandan emekli benim, halleder onlar bir şekilde” diyen sesi güven dolu.
“Nerede ki senin köy” demek için kafamı kaldırıyorum, karşıda gördüğüm manzara karşısında sesim çıkmıyor. On dakika önce sadece iki zirvesinde yangın olduğunu sandığım yamaçta yanıp sönen yüzlerce küçük turuncu nokta var.
Ateş böceklerini andırıyorlar ama onları gördüğüne kimse sevinmiyor. Aşağı taraftan gönüllülerden birinin feryadı duyuluyor;
“Yanıyor, hepsi yanıyor. Allah kahretsin.”
Kırmızı devi görmüyoruz ama Hikmet ‘Abi’ alt taraftaki Orhaniye’den çıktığını telsizden haber vermiş bir süre önce, geldiğini homurtudan anlıyoruz.
Gönüllülerde de hareketlilik başlıyor, su ulaştığına göre çalışmalar devam edebilir. Ferhat sigaranın izmaritini demin içtiğimiz su şişesine atıyor, gözümüz hala karşı yamaçtaki yanıp sönen noktalarda.
“Bugün benim köyüm burası” diyor, “Burayı bir kurtaralım, yangınlar bitince götürürüm seni köye, yanmadıysa zeytinleri görürsün, öyle güzeldirler ki…”
Türkiye, günlerdir yangınlarla kavruluyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin cumartesi günkü açıklamasına göre yangın iki ildeki altı noktada devam ederken, 28 Temmuz’dan beri çıkan 223 yangından 117’si kontrol altına alındı.
Peki ama bu nasıl oldu?
Ülkede günlerce havadan müdahalede yaşanan sorunlar ve Türkiye’nin ormanla mücadeledeki eksiklikleri konuşulurken, yangın bölgeleri bu sıkıntıları elinden geldiğince hafifletmeye çalışan gönüllülerle doluydu.
Tatil için bölgede olup günlerini yangın yerinde geçiren genç çiftler, “arkadaşlarla para topladık, üçümüzün otobüs parasına yetti, kura çekip geldik, diğerleri de yardım toplamak için geride kaldı” diyen üniversite öğrencileri, alana su ile yiyeceğin bir şekilde geleceğini ama sigara göndermenin unutulacağını düşünüp bir poşete sigara doldurup gelen 40 yıllık tiryakiler…
Günlerce alevlerle mücadele etmeye çalışan yüzlerce gönüllünün tek bir sitemi vardı, o da yeterince iyi organize edilmemeleri.
Fırat Göker, 40 yaşında, İzmir Karşıyakalı. Alevlerin söndüğü ama tepelerin tütmeye devam ettiği perşembe günü, bir önceki gece cehennem gibi olan Turgut’tayız.
Göker’in üzerindeki tişört isle kaplı, “Grafik tasarımcıyım ben aslında” diyor. “Ama burada arazözden gelen suyu yönetiyorum, yedi günde piştim sahada. Yanımdakine baka baka itfaiye hortumu bağlamayı da öğrendim, ucundaki tabancayı tutmayı da. Biz burada o kadar tek başımızayız ki, Allah korusun bu yangınlar bir ay daha sürse, itfaiyeci olup çıkacağım.”
Sadece bir hafta öncesindeki halini düşündüğünde, aynı kişi olduğuna inanmakta zorlanıyor.
“İlk gün bahçe sulamaktan başka bir şey bilmeyen bir adamdım, demin ekip oluşturup soğutma çalışmaları için yönlendirdim. Bir tek köpek gezdirmeyi bilirdim, Hisarönü’ndeki yangında bir amcanın iki ineği ile buzağılarını kurtardım, şimdi hayvan bile güdebiliyorum.”
“Annem anaokulu öğretmeni benim, geçen gün dedi ki Fırat bizim eskiden izcilik derslerimiz olurdu, bunlar devam etseydi orada daha rahat çalışırdınız, bilirdiniz ne yapacağınızı. Gerçekten böyle bir eğitimimiz olsa çok daha hızlı organize olurduk. İnsanlarımız çok sıcakkanlı, çok heyecanlı, enerjisi yüksek bir toplumuz. Herkes bir şey yapmak istiyor. Çok fazla gönüllü vardı burada ama bizi organize edecek tek yetkili yoktu, eğer olsaydı çok daha hızlı hareket ederdik, çok daha fazla yeri kurtarırdık.”
Manisa Salihli’den gelen beden eğitimi öğretmeni E. de Göker’le aynı fikirde. Devlet memuru olması nedeniyle ismini vermek istemeyen E. ve Marmaris’e birlikte geldiği diğer öğretmen arkadaşları, diğer gönüllülere nazaran konuya daha hakim.
Daha önceden arama-kurtarma eğitimi almışlar, hepsinin milli sporculuk geçmişi var, ekip olarak birbirlerini tanıyorlar, yangın söndürme ekipmanlarına, birlikte çalışma pratiğine aşinalar.
Yangınların yaygınlığını ve müdahalede eksik kalındıklarını fark ettiklerinde kendi aralarında organize olup bölgeye geçmişler ancak ne nereye gitmeleri gerektiği konusunda ne de neye ihtiyaç olduğu konusunda yetkililerden bilgi alabilmişler.
En sonunda sosyal medyanın yardımıyla ve dumanları takip ederek Marmaris Hisarönü’ne gelmişler.
E. söze, “Büyük bir koordinasyon eksikliği var” diye başlıyor. “Tabii alanın büyük olması da bunda etkilidir ama ne olursa olsun organizasyonda büyük sıkıntı var. Buradakilerin hepsi gönüllü, Kuvayi Milliye ruhuyla çalıştık günlerdir. Kurtarabildiğimizi kurtardık, geri kalanlar için de dua ettik. Elimizden gelen bu kadardı.”
Ellerinden geleni yapsalar da, E. daha da fazlasını yapabileceklerini düşündüğü ve organizasyonsuzluk gönüllülerin hayatını da tehlikeye attığı için üzgün;
“Hepimiz müdahalenin yetersiz kaldığını düşündüğümüz için, yardım edebiliriz diye geldik buraya ama devlet kendisi müdahale edemediği gibi, bizi de yönlendirecek insanlar göndermedi” diyor kısa süre önce indikleri dik yamaca bakarak. “Başsız tavuk gibi dolandık burada.”
E., balayını yangınla mücadelede geçiren eski öğrencileriyle de karşılaşmış Marmaris’te, hayatında hiç spor yapmayıp 19 litrelik damacanayı bir nefeste dağın tepesine çıkaranlarla da. Gönüllülerin desteğinin “devlete olan güvenin kaybından” kaynaklandığını düşünüyor;
“İnsanlar televizyonları karşısında çerez yerken, çay içerken yaşananları okudular Twitter’dan. Siyasetçilerin açıklamalarıyla TikTok’taki videoların ne kadar da uyuşmadığını gördüler ve devletin ortada olmadığını anladılar. Ben şimdi zor durumda olanlara yardım edeyim ki, ben de aynı duruma düşersem bana yardım edecek birileri olsun diye düşündüler. En azından ben öyle düşündüm ama keşke devlet müdahalede değil, en azından gelen yardımın yönetilmesinde yardımcı olsaydı.”
Büyük Marmara depremiyle tüm Türkiye’nin tanıdığı AKUT Arama Kurtarma Derneği’nin kurucularından Nasuh Mahruki de afet zamanlarında koordinasyonun en önemli noktalardan biri olduğunu söylüyor.
Independent Türkçe’ye konuşan Mahruki’nin verdiği bilgiye göre, afet zamanlarında koordinasyonu sağlaması gerekenler afetin yaşandığı mülki idare amirlikleri, -yani illerde valilikler ve ilçelerde de kaymakamlıklar.
Muğla Valiliği de ilde yaşanan depremlerin ardından bir koordinasyon masası kurulduğunu duyurdu, ancak bölgeye ulaşan gönüllerin birçoğu bu merkezden herhangi bir bilgi alamadıklarını, yönlendirme yapılmadığını söyledi. Independent’ın konuyla ilgili ulaşmaya çalıştığı yetkililer de “meşgul oldukları” gerekçesiyle konuyla ilgili sorulara yanıt vermedi.
Yangından en çok etkilenen ilçelerden biri olan Milas’taki belediye görevlileriyse kaymakamlığın kurduğu kriz masasından ancak kendi çabalarıyla bilgi alabildiklerini söylerken valilik tarafından il genelinde yürütülen afet koordinasyonuna da dahil edilmediklerini kaydetti.
Daha önce çok sayıda afette görev yapan Mahruki, olması gerekeni “AKOM’u gözünüzün önüne getirin” diye anlatıyor;
“Her yerde ekranlar, telefonlar vardır. Neden? Çünkü hem afetin yaşandığı her yerden bilgi alınması gerekir hem de buralara yönlendirilecek kişilerin, malzemelerin bilgileri sahaya verilir ki karmaşa olmasın. Mesela yardım kolilerinin dağıtımını bire bir AKOM yapamaz ama bunu yapacak kişileri yönlendirir.
Böyle afet anlarında, koordinasyon merkezinin sürekli matematik hesabı yapıyor olması lazım. Mustafa Kemal Atatürk nasıl ki Kurtuluş Savaşı zamanında telgrafla her yerden bilgi alıp verebiliyordu, orman yangını da bir savaş. Bu savaşı kazanmak için de işleyen bir kriz merkezinin olayın tamamına hakim olması gerekir.”
Mahruki’ye göre, hem orman yangınlarının hızlı şekilde büyümesi hem de öncesinde yeterince hazırlık yapılmamış olması “kriz merkezi olarak düşünülebilecek yerlerin paralize olmasına” sebep oldu ve bu da daha çok ağacın yanmasıyla sonuçlandı;
“Sahipsiz kaldı vatandaşlar. Gönüllülükle, fedakarlıkla köylüler, vatadaşlar, turistler bir şey yapmaya gayret ettiler ama karşılarındaki problem devasa boyutta ve yapabileceklerinin bir sınırı var. Koordinasyon olsa insanlar güvenli, huzurlu olurdu, ‘durum kötü ama el birliğiyle aşacağız’ derlerdi. Türk askerini yanında göremeyen, devlet aygıtını yanlarında bulamayan insanlar kendi başlarının çaresini bulmaya başladı. Bu da sorunları beraberinde getirdi.”
Mahruki’nin bahsettiği sorunlardan biri güvenlikle ilgili. “Bu tarz afet süreçleri tamamen kaotik ortamlar. Kaotik ortamlarda da iyi niyetli olmayan insanların bulunması şaşırtıcı değil. Evler, binalar boş, insanlar canını zor kurtarmış. Bölgeye gelip kötü şeyler yapmak isteyen insanlar da olabilir, koordinasyon olmazsa bu durumu yönetemezsiniz” diyen Mahruki, yangın bölgelerindeki yerli halkın yer silahlı şekilde kimlik kontrolü yapmasını, arabaları durdurmasını da bu kaygıya bağlıyor.
“Karşınızdaki devasa bir problem, gücünüzün yetmeyeceği bir şeyle karşı karşıya olunca bazı kişiler gerilir, normal hayatta yapmayacakları şeyi yapabilirler. Önemli olan vatandaşın sisteme, devlet aygıtına güvenmesi. Bu ortadan kalkınca problem. Burada da kalktı. Vatandaş devlete güvenini kaybetti.”
Koordinasyonsuzluğun yarattığı bir diğer problemi de Muğla Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı çalışan Erkan anlatıyor.
“Biz söndürebilsek, gücümüz yetse gelmezdi bu insanlar buraya. O yüzden çok teşekkür ederiz öncelikle” diye söze başlayan Ertan, arkamızda saatlerdir yanmaya devam eden yamaca bakarak sürdürüyor konuşmasını.
“Ama o kadar heyecanlılardı ki, bazı yerlerde yardımcı olacağız derken işimizi engellediler. Şu gördüğün yeri mesela biz gündüz kontrol altına almak üzereydik, aradaki bölgeye arazözleri yerleştirdik, sadece iki-üç metre daha inmesini bekliyoruz yangının çünkü o bizden daha güçlü, yukarı tırmandıkça bizim işimiz zorlaşıyor, onunki kolaylaşıyor.
Ama o sırada gönüllüler dayanamadı, kızdılar hatta bize bekliyoruz diye, koşup müdahale etmek istediler yangın tüpleriyle. Tüpler hem bölgeyi kuruttuğu için zararlı hem de onlar alanda oldukları için biz yangın geldiğinde tepeden suyla müdahale edemedik. Saatlerdir yanıyor bak aynı yer şimdi, kaçırdık çünkü kontrolünü.”
Son cümleleri söylerken sesi iyice alçalıyor, çevreden duyacak birini gücendirmek istemiyor. Yanındaki mesai arkadaşı Ümit biraz daha yüksek sesle ekliyor:
“Orada işler iyi gitmedi ama bak demin gördün, bir gönüllü arkadaş organize etti herkesi. Biz önden çıkıp keşif yaptık, alevlere giden yolu bulduk, onlar da hortumu çıkarmamıza yardım ettiler. Kırkayak gibi çalıştık, sağ tarafı kaybetmiştik, sol tarafı kurtardık.”
Günlerdir yatak yüzü görmeden bölgede çalışan ormancılar organizasyonsuzluğun işlerini yer yer zorlaştırdığını söylese de çuvaldızı kendilerine batırıyor.
Ziraat mühendisliği mezunu Bertan, sigarasından son nefesi çekerken, “Lamı cimi yok, biz başarısız olduk” diyor.
“Aslında çok düzgün çalışan bir kurumdur burası, ağaç yetiştirir gibi insan yetiştirir, diğer devlet dairelerine benzemez. Ama başarısız olduk. Neden? Çünkü kaynak yok. Diyanet’in üç bakanlık kadar bütçesi var, biz 8 kişi çalışmamız gereken arazözde bazen iki kişi çalışıyoruz, o da yetmiyor. Sonra da insanlar bize kızıyorlar, e haklılar. Gereken hazırlığımız tam değildi ki bizim.”
Bertan’ın bahsettiği gerginlik yangın bölgesinde de hissediliyor. Ormancılar suyun gelmesini beklerken bir kenarda sigara içip dinleniyorlar, yandan geçen insanların yüzünde “Oturmaya mı geldiniz” bakışı var.
Ferhat dayanamayıp açıklama yapıyor birilerine, “Su gelmedi daha abi, gelince başlayacağız.”
Bölgede sadece ormancılarla değil, jandarmayla halk arasında da yer yer gerginlik yaşanmış.
Jandarma eri M.’nin sağ gözünün üstü şişmiş, “Gazetecilere devleti şikayet ediyor gibi gözükmek istemediği” için konuşurken gergin.
Hem anlatmak istiyor hem de başına bir iş açılmasından çekiniyor.
“Hisarönü’nde Salı gecesi bir alanı boşaltmaya çalıştık tehlike artıyor diye. Gönüllüler üzerimize yürüdü, biraz yumruklaşma oldu. Zaten siz yaktınız buraları, şimdi de bizim söndürmemizi engelliyorsunuz dediler. Valla elimi bile kaldıramadım, ben de günlerdir burada çalışıyorum ama bana değil de üzerimdeki üniformaya sinirli olduklarını anladım. Keşke insanlara böyle hissettirmeseydik.”
Marmaris’teki yangınlar perşembe günü kontrol altına alındı, bölgedeki soğutma çalışmaları ise devam ediyor.
Gönüllüler ellerindeki yardım malzemelerini bir daha böyle bir durumun yaşanması ihtimaline karşı merkezi noktalardaki depolara taşıyor, alevler yeniden yükselirse hazırlıksız yakalanmak istemiyorlar.
İsimlerini, yaşadıklarını, sularını bizimle paylaşan ormancılar Kavaklıdere’ye doğru yola çıkmış, artık bir süreliğine Ferhat’ın köyü orası. Biz de yeni bir yangın ihtimaline karşı biraz enerji toplamak için bölgeden ayrılıyoruz.
Marmaris’ten Datça’ya doğru giderken yolun sol tarafında kalan yanmış ağaçlara bakarken kulağımda Karaca Köyü’nden Ümran Karayel’in bölgeden ayrılan gönüllülere hıçkırıklar içinde sarılırken söylediği sözler var.:
“Allah razı olsun sizden, kimse inanmadı bizlere, sesimizi duyuramadık. Ama siz duydunuz…”
KAYNAK: INDEPENDENT TÜRKÇE – GONCA TOKYOL
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***