ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Bugün 12. yıla giriyoruz. Koskoca 11 yıl geride kaldı. Samanyolu Yayın Grubu CEO’su, meslektaşımız, abimiz Hidayet Karaca, Silivri zindanlarında 12. yılına giriyor.
Bugün itibarıyla tam 132 ay, 574 hafta, 4.018 gün…
Üstad Necip Fazıl, “Zindandan Mehmet’e Mektup” şiirinde “Zindanda dakika farksızdır aydan” der. Oturup hesapladım: Hidayet Karaca, tam 96.432 saat, yani 5 milyon 785 bin 920 dakika özgürlüğünden mahrum bırakıldı. Necip Fazıl’ın ifadesiyle bu, 5 milyon 758 bin ay demek. Dile bile kolay değil.
Samanyolu Yayın Grubu CEO’su olan Karaca, 14 Aralık 2014’te, uyduruk bir suçlamayla gözaltına alındı ve o günden bu yana cezaevinde.
Suçlama neydi? Bir televizyon dizisinin senaryosu.
Hidayet Karaca ne dizinin senaristiydi ne yapımcısı. Sadece 16 kanallı bir medya grubunun yöneticisiydi. Ama bu yetti. Suçlamaya dayanak yapılan telefon kayıtları illegaldi ama ne önemi vardı. Çünkü kalemi önceden kırılmıştı.
Hukuksuzluk ilk günden başladı
Gözaltına alındığında İstanbul Çağlayan Adliyesi nezarethanesinde insanlık dışı koşullara maruz kaldı. Hasta olmasına rağmen ilaçlarını içmek için su istediğinde, “Burası kantin mi?” denilerek su verilmedi. Günlerce uyutulmadı, ifadesi alınmadı, yemek verilmedi. Dört günlük yasal gözaltı süresi dolmasına rağmen serbest bırakılmadı. Savcılar “Dersanelerin kapanmasına neden muhalif yayınlar yaptınız? Hükümeti neden eleştirdiniz?” gibi sorularla geldiler. Çünkü karar hukuki değil, siyasiydi. Talimat “yukarıdan” gelmişti.
Erdoğan istedi; savcı ödüllendirildi
Karaca’nın dosyası günün birinde mutlaka hukuk fakültelerinde ‘hukuk nasıl katledilir’ dersi olarak okutulacaktır. Dönemin savcısı Hasan Yılmaz, Erdoğan’ın talimatını yerine getirdi.
Sonra ne oldu? O savcı ödüllendirildi. Adalet Bakan Yardımcısı yapıldı. Bu dosyaya imza atan diğer isimler de benzer şekilde terfi etti. İrfan Fidan bugün Anayasa Mahkemesi üyesi. Hukuksuzluk ödülle taçlandırıldı.
İddianame çöktü, ceza devam etti
Hazırlanan iddianameler, mahkeme aşamasında delik deşik oldu. Delil yoktu. Mantık yoktu. Hukuk yoktu. Erdoğan rejimi yargısının bile dolandırıcılıktan mahkûm ettiği “Adanalı Parsadan” Tamer Barış Terkeşli adlı gizli tanığın, yalan olduğu ispatlanan ifadeleriyle ceza verildi.
Sonrasında Yargıtay, suçlamaya dayanak yapılan “Tahşiye” davasında açıkça şunu söyledi: “Böyle bir örgüt yok. Böyle bir kumpas yok.”
Ama ne tahliye geldi ne adalet! ‘Şike’ diye bir dava uydurulup akla ziyan gerekçelerle bin 500 yıl hapis cezası verildi.
Hidayet Karaca’nın cezaevinde geçirdiği 11 yılın çok büyük bölümü, 10 metrekarelik tek kişilik bir hücrede, tecrit altında geçti.
Unutuldu. Unutturuldu.
Fiziksel ve psikolojik işkence
Mahkemelere götürülürken iki kelepçe birden takıldı; çözülmedi. Bir jandarma dengesini kaybedip düşünce Karaca da düştü. Bilekleri kelepçelerle kesildi. Babası vefat ettiğinde cenazeye katılması bile zulme dönüştürüldü.
Kelepçeli, askerler eşliğinde; ailesiyle aynı salonda bile görüştürülmeden…
Tabut gibi cezaevi araçlarında, elleri çözülmeden oradan oraya götürüldüğü için artık hastalandığında bile hastaneye sevk istemiyor.
Dosya, daha sonra dolandırıcılıktan ve “FETÖ borsası” kurmaktan mahkûm edilmiş bir gizli tanığın yalanları üzerine inşa edildi. Mahkemede bu yalanlar tek tek çürütüldü. Ama sonuç değişmedi. Müebbet verildi.
Bu da yetmedi. Karaca’nın emekli maaşına haciz konuldu. Oysa yasa açık: Emekli maaşı haczedilemez. Üstelik “firari hukuku” uygulandı. Yedi yıldır hücrede olan birine firari muamelesi yapıldı. 40 milyon liralık hukuksuz vergi cezası kesildi. Mal varlığı donduruldu. Zulüm bitmedi.
Bitirilmiyor.
Bir rejimin siciline yazılan dava
Bu dava bir semboldür. Bir dizi senaryosundan, illegal telefon dinlemelerinden, 11 yıllık hücre cezasına uzanan bir zulüm hikâyesidir. Dünya bu davaları mahkeme kararlarıyla değil, rejimlerin sicilleriyle hatırlar.
Mesela Dawit Isaak davası bugün Eritre mahkemeleriyle değil, Eritre rejiminin karanlık siciliyle anılıyor. Raif Badawi davası, Suudi yargısının gerekçeleriyle değil; kırbaç cezası ve susturulan ifade özgürlüğüyle hatırlanıyor.
Zaman geçtikçe bu davalar hukuki metinlerden kopar, insan hakları ihlali dosyalarına dönüşür. Bugün dünya bu dosyaları “devlet güvenliği” ya da “terörle mücadele” başlığı altında okumuyor. Aksine; siyasi intikam, güç gösterisi ve gözdağı örnekleri olarak sınıflandırıyor.
Hafıza paragrafları değil, acıyı kaydeder
Yıllar sonra kimse iddianame numarasını, ceza maddesini, hâkimin gerekçesini hatırlamayacak. Hatırlanan şu olacak: Kaç yıl hücrede kaldı? Kaç yıl tek başına tutuldu? Ailesinden ne kadar koparıldı?
Çünkü hafıza, paragrafları değil acıyı kaydeder. Ayrıca bu davalar sadece iktidarların değil, suskun kalanların da siciline yazılır. Yıllar sonra sorulan soru şudur: “Kim sustu?“
Sessizlik zamanla tarafsızlık değil, onay olarak okunur.
Bu davalar kazananı olmayan davalardır. Ne iktidar kazanır, ne mahkeme, ne savcı. Kazanan tek şey vardır: Hafıza. Bu dava bir mahkeme dosyası değil, bir rejimin hafızaya kazınan sicilidir.
Bir dizi senaryosundan 11 yıllık hücre cezası çıkaran bir düzeni hiçbir propaganda aklayamaz. Ama bilinmeli ki: Tarih, susturulan gazetecileri değil, onları susturanları yargılar.
Bir gün bu dosya kapandığında, Hidayet Karaca’nın adı özgürlüğün yanında yazılacak. Bu karanlığın adı ise utanç olarak kalacak.
Şimdi soruyorum: Vicdanınızın harekete geçmesi için ne gerekiyor?
Hidayet Karaca cezaevinde ölürse mi?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































