Avrupa’da kadın siyasetçiler, giderek artan şekilde yoğun nefret söylemleri ve tacizle karşı karşıya. Birçok kadın, güvenlik kaygıları nedeniyle görevini bırakıyor.
İlerici kimliğiyle bilinen İsveç’te alarm zilleri çalıyor. Ülkenin Eşitlik Kurumu, kadın siyasetçilere yönelik nefret, tehdit ve taciz vakalarının son yıllarda keskin biçimde arttığını söylüyor. İngiliz gazetesi The Guardian’ın kuruma dayandırdığı haberine göre, giderek daha fazla kadın kamusal hayattan çekiliyor ya da kendini korumak için oto-sansür uyguluyor. Kurum, bunun “demokrasi için büyük bir tehlike” oluşturduğu uyarısında bulunuyor.
Ekim ayında tartışmalar yeniden alevlenmişti. Merkez Partisi Genel Başkanı Anna-Karin Hatt, sadece beş ay süren görevinden yoğun nefret ve tehditler nedeniyle istifa ettiğini açıklamıştı. Üç yıl önce ise ülkeyi derinden sarsan bir siyasi cinayet yaşanmış; İsveç Belediyeleri ve Bölgeleri bünyesindeki psikiyatri koordinatörü Ing-Marie Wieselgren, bir siyasi etkinlik sırasında saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmişti. Failin, dönemin Merkez Partisi lideri Annie Lööf’ü de hedef almayı planladığını ortaya koymuş ve saldırgan, cinayet ve terör eylemi hazırlığı suçlarından mahkûm edilmişti.
Almanya’da da yakın dönemde Yeşiller Partisi’nden Tessa Ganserer ve Federal Meclis (Bundestag) Başkan Yardımcısı Yvonne Magwas (CDU), görevlerinden ayrılmıştı. Her iki siyasetçi de sistematik nefret kampanyalarıyla hedef alındıklarını belirterek istifa etmişti.
Her dört kadın siyasetçiden biri bırakmayı düşünüyor
Avrupa’nın farklı ülkelerinde yapılan araştırmalar, üst düzey görevlerdeki kadınların özel olarak nefret ve saldırganlığa maruz kaldığını ortaya koyuyor. Hollanda’da eski Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sigrid Kaag da kendisi ve ailesine yönelik tekrarlayan tehditler nedeniyle ulusal siyasetten çekilmişti.
Kamusal alanda erkekler de nefret söylemiyle karşılaşsa da saldırıların niteliği ve yoğunluğu kadınlar söz konusu olduğunda belirgin biçimde değişiyor. Berlin merkezli HateAid (Nefret ve Dijital Şiddetle Mücadele) Derneği, geçen yıl Münih Teknik Üniversitesi ile birlikte siyasette, akademide ve medyada aktif 1114 kişiyle bir araştırma yaptı. Sonuçlar temsili olmasa da mevcut tabloya dair önemli bir çerçeve sunuyor.
Gece telefonları ve takip vakaları
Araştırmaya göre kadınların yaklaşık dörtte biri, cinsel şiddet tehdidine maruz kaldığını bildirdi. Bu oran, erkeklerde sadece yüzde 3 dolayında. Katılımcı kadınların üçte ikisinden fazlası, kadın düşmanlığı ve cinsiyetçilik içeren saldırılar yaşadığını ifade etti.
Anonim bırakılan katılımcı ifadeleri durumu somutlaştırıyor:
“Gece gizli numaralardan aranıyorum” (Belediye meclis üyesi).
“En çok dış görünüşüm hedef alınıyor: Kilom, saçım” (Eyalet düzeyinde siyasetçi).
“Etkinliklerde çekilen fotoğraflarım yayımlanıp beni hedef gösterdiler” (Gazeteci).
Bazı kadınlar ise sürekli takip edilmekten ve kendilerini taciz eden kişilerin varlığından söz ediyor.
HateAid’e göre, dijital şiddete maruz kalan kadınların yüzde 66’sı sosyal medya kullanımını sınırladı. Erkeklerde bu oran yüzde 53. Kadınlar, üsluplarını ve içeriklerini değiştirdi; kamusal görünürlüklerini azaltmayı veya siyasi çalışmalara ara vermeyi değerlendirdi.
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2025 yılı sonunda yayımladığı değerlendirmeye göre, kadınlar hâlâ Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki siyasi karar alma süreçlerinde ve siyasi partilerde yeterince temsil edilmiyor. Nedenler çeşitli olsa da öne çıkan başlık net: Siyasi alanda aktif kadınlara yönelik şiddet, birçok kadının siyasete katılmasını engelliyor.
Göçmen kökenli kadınlar daha fazla hedef oluyor
Berlin Siyaset ve Ekonomide Kadınlar için Avrupa Akademisi’nin (EAF Berlin), farklı ülkeleri kapsayan incelemesi, özellikle 40 yaş altı kadınların, renkli kadınların ve göçmen geçmişi olan kadınların daha yoğun saldırıya maruz kaldığını ortaya koyuyor.
DW’ye konuşan EAF Berlin Kıdemli Uzmanı Sarah Robinson, bu grupların yalnızca cinsiyetçilikle değil, aynı zamanda ırkçılık ve yaş ya da yeterliliklerine ilişkin önyargılarla da hedef alındığını söylüyor. Robinson’a göre, temel sorunlardan biri, incelenen ülkelerde kadın siyasetçilere yönelik cinsiyete dayalı şiddetin hukuken bağımsız bir kategori olarak tanınmaması. Oysa bir AB direktifi, 2027’ye kadar kamusal alanda yer alan siyasetçi, gazeteci, insan hakları savunucuları ve daha pek çok alandaki kadınlar için koruyucu ve önleyici tedbirlerin eksiksiz uygulanmasını zorunlu kılıyor.
Robinson, özel adreslerin daha iyi korunması gerektiğini ve özellikle yerel düzeyde destek mekanizmalarının eksik olduğunu belirtiyor:
“Nefret ve şiddet, siyasetin olağan bir parçası olarak görülmemeli. Toplum için çalışan insanların saldırıya uğramasını normalleştirmemeliyiz.”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































