ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ
Yılın son günlerinde geride kalan yılı tartmak, yeni yıla dair ihtimalleri konuşmak bir gelenektir. Ben de ayrıntılara boğulmadan, 2025’te neler yaşadığımızı ana hatlarıyla hatırlatıp 2026’ya dair olası senaryoları ele alacağım. Türkiye gibi “son dakika”ların hiç eksik olmadığı bir ülkede koskoca bir yılı tek yazıya sığdırmak elbette zor. Bu nedenle genel bir çerçeveyle yetineceğim.
“2025’i nasıl bilirdiniz?” sorusuna verilecek cevap aslında oldukça kısa: Zor bir yıl, yorgun bir toplum, gücünü koruyan ama rızasını kaybeden bir iktidar.
2025, Türkiye için “olup bitenin artık gizlenemediği” bir yıl olarak hatırlanacak. Sorunlar yeni değildi; ancak ilk kez bu kadar çıplak, bu kadar yaygın hissedildi. Ekonomi, hukuk, siyaset, medya… Hepsi aynı anda alarm verdi.
Ekonomi: Rakam değil, hayat meselesi
2025’te ekonomi istatistik olmaktan çıktı, gündelik hayatın ta kendisi hâline geldi. Alım gücü hızla eridi. Orta sınıf inceldi, yoksulluk yaygınlaştı. Emekliler ay sonunu değil, haftayı hesapladı. Gençler için ise tek bir plan vardı: Gitmek…
İktidar “Dengeye geliyoruz” dedi. Toplum ise cebine baktı. AKP ve MHP elitleriyle toplumun geri kalanı arasındaki uçurum daha da açıldı. Zengin, mutlu ve ayrıcalıklı küçük bir kesim dışında herkes bozuk ekonomik düzenin altında ezildi. Pazarda, kirada, faturada aynı soru soruldu: “Bu iş nereye gidiyor?”
Hukuk: Adalet değil, mesaj üreten bir sistem
2025’te yargı artık tartışmalı değildi; taraflıydı. “Gözaltına alınıyorum” tweeti yılın en yaygın sosyal medya paylaşımlarından biri oldu. Tutuklamalar cezaya dönüştü. Davalar mesaj verdi. Kararlar siyaseti izledi. Gazeteciler, akademisyenler, muhalif siyasetçiler aynı cümleyi kurdu: “Suçtan önce ceza geliyor.”
AİHM kararları raflarda kaldı. Hukuk devleti iddiası kâğıt üzerinde kaldı. İktidar “yargı paketleri” çıkarıp gerçek suçluları tahliye ederken, daha fazla gazeteci, öğretmen ve ev kadını için cezaevlerinde yeni yerler açtı. Türkiye, mafyanın bile adaletsizlikten yakındığı bir ülkeye dönüştü.
İktidar: Güç var, rıza yok
Recep Tayyip Erdoğan 2025’te hâlâ iktidardaydı. Ama bu kez başka bir Erdoğan vardı.
Seçim kazanan değil, düzeni korumaya çalışan bir lider profili öne çıktı. Devletle parti arasındaki çizgi tamamen silindi. Güvenlik bürokrasisi ve yargı, siyasetin alanını daralttı. Medya sıkı kontrol altına alındı. İktidar güçlüydü ama ikna edici değildi. Baskı arttıkça üzerinde yürüdüğü buz daha da inceldi. Yılın son ayları “hanedanlık” tartışmalarıyla geçti. Erdoğan, “Bilal Erdoğan’ın bile yönetebileceği bir Türkiye” hazırlıklarını hızlandırdı.
Ekrem İmamoğlu hapse atıldı ama Erdoğan koltuğunu garanti hissedemedi.
Muhalefet: Umut var ama dağınık
Muhalefet 2025’te tamamen silik değildi; ama toparlanmış da değildi. Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması yeni bir dönemin kapısını aralayabilirdi. Ancak muhalefet enerjisi yine muhalefet tarafından tüketildi.
Enerji vardı ama yön yoktu. Tepki vardı fakat ortak bir hikâye yoktu. Toplum değişim istiyordu; muhalefet ise bu talebi net bir dile dökmekte zorlandı. İç tartışmalar, koltuk kavgaları ve ekip savaşları, iktidardan mutsuz kitlelere umut olmaktan uzak kaldı.
Dış politika: Pazarlık üzerine kurulu bir yalnızlık
Türkiye 2025’te dış politikada da yalnızdı. ABD ve Avrupa ile ilişkiler güvensizdi. İlke değil, anlık çıkar konuştu. Sert söylem içeriye oynadı ama uzun vadeli kazanç üretmedi.
Erdoğan açısından Trump’ın yeniden ABD Başkanı olması dışında belirgin bir olumlu gelişme yoktu. NATO içinde “sorunlu ortak” görüntüsü devam etti. Suriye’de yaşanan rejim değişikliğinin rantını toplama iştahı yüksekti; ancak Suriye tam anlamıyla bir mayın tarlası. Her türlü sürprize açık bir dosya olmaya devam ediyor.
Medya ve sansür: Sessizlik normalleşti
2025, bilginin kontrollü dolaştığı bir yıl oldu. Bağımsız medya ağır baskı altına alındı. Sosyal medya hem yasal hem fiilî sansürle kuşatıldı. “Dezenformasyon” gerekçesiyle eleştiri susturuldu.
Gazetecilik riskli, susmak güvenli hâle geldi. Erdoğan, kamu kaynaklarıyla inşa edilen havuz medyasında bile mıntıka temizliğine girişti. Medyada da, diğer alanlarda olduğu gibi, Bilal Erdoğan’a hazırlık süreci belirleyici oldu.
Toplum: Yorgun, sessiz ve öfkeli
Belki de 2025’in en belirgin ruh hâli buydu. Toplum yoruldu. Bağırmadı ama koptu. Sokaklar sakindi; umut düşüktü. Sessiz bir öfke birikti. Gelecek kaygısı sıradanlaştı. Ağır ekonomik kriz ve sansür altında ezilen milyonlar içten içe kaynadı.
Sonuç olarak “2025’i nasıl bilirdiniz?” sorusunun cevabı net: Bu yıl, iktidarın ayakta kaldığı ama toplumla bağının hızla çözüldüğü bir yıl oldu.
Sorunlar bastırıldı ama çözülmedi. Sessizlik sağlandı ama rıza üretilmedi. Asıl soru 2026’ya devredildi: Bu yük nereye kadar taşınabilir?
Yeni yıl: Sertleşme mi, zorunlu yumuşama mı?
Peki mevcut tablo ışığında 2026’dan ne beklemek lazım?
2026’ya girerken Türkiye’yi bekleyen temel gerçek şu: Alan daralıyor, seçenekler azalıyor. Ekonomide manevra alanı sınırlı. Siyasette hata payı düşük. Toplumda ise sabır eşiği incelmiş durumda.
Bu nedenle 2026, iktidar açısından “idare etme” değil, zor kararlar alma yılı olabilir. Ekonomide kısa vadeli bir rahatlama ihtimali zayıf. Enflasyonla mücadele söylemi sürecek ama bedeli yine geniş kitlelere yansıyacak. Kamu kaynakları daha sıkı kontrol edilecek; bu da sosyal gerilimi artırabilir.
Siyasette ise iki olasılık öne çıkıyor:
- Birincisi, baskının daha da artması ve yargı-güvenlik eksenli yönetimin derinleşmesi.
- İkincisi ise sınırlı bir yumuşama arayışı. Batı ile ilişkilerde ve ekonomide nefes alabilmek için daha “makul” bir dil denenebilir. Ancak bu, gerçek bir demokratik açılım değil; zorunlu bir taktik değişiklik olur.
Toplum cephesinde ise 2026’nın anahtarı yine ‘sessizlik’ olacak. Ancak bu sakinlik aldatıcı. Açık itiraz azalabilir ama kopuş derinleşir. Gençler yine gitmeyi düşünecek. Kalanlar daha az konuşup daha çok içine kapanacak.
Kısacası 2026, sorunların ertelendiği değil; ertelenemediğinin fark edildiği bir yıl olabilir. Esas soru ise şu olacak: Bu fark ediş değişimi mi getirir, yoksa daha sert bir kilitlenmeyi mi?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































