Bora Ekmekçi*
Ekonomik kriz dönemlerinde şirketlerin ilk refleksi genellikle savunmacıdır. Maliyetler masaya yatırılır ve “nereden kıssak?” sorusu sorulur. Oysa bugün Türkiye’de, bu sorunun tam tersi bir cevabı var: Sadece maliyet yükünü hafifletmekle kalmayan, aynı zamanda ülkenin inovasyon potansiyelini de besleyen, büyük ölçüde gözden kaçan bir fon mekanizması: Teknoparklar ve TEKMER’ler.
Bu mekanizmayı doğru kurgulayan şirketler, krizi yalnızca atlatmakla kalmıyor; insana daha fazla yatırım yaparak geleceğin kaslarını bugünden güçlendiriyor.
Eski hayal biterken: “Stabil nesil”den “savaşan nesle” evrilme
Silikon Vadisi’nin bugünkü “unicorn fabrikası” olması onlarca yıl aldı. Türkiye’de ise bu hıza, ekonomik koşulların yarattığı zorlu bir zemin eşlik ediyor. Bizim kuşağımızın hayali netti: İyi bir okul oku, güvenli bir işe gir, ev al, araba al ve emekli ol.
Bugün, standart bir beyaz yaka maaşıyla bu zincirin tek bir halkasına bile ulaşmanın neredeyse imkansız olduğu bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu durum, genç kuşakların ruh halini ve gelecek planlarını kökten değiştiriyor. Karamsarlık ve mutsuzluk, paradoksal bir şekilde, gençleri konfor alanlarının dışına iterek düşünmeye ve üretmeye zorluyor. “Stabil nesil” dönemi biterken, yerini ayakta kalmak için “savaşan ve üreten” bir nesil alıyor.
Devlet de bu potansiyelin farkında. “100.000 yeni girişimci” hedefi, Teknoparklar ve TEKMER’ler (Teknoloji Geliştirme Merkezleri) aracılığıyla bu dönüşümün altyapısını oluşturuyor.
Devletin odak değişimi: Herkese azar azar değil, potansiyele daha fazla
Bu değişimin en somut kanıtı, devletin destek stratejisindeki odak kayması. Yakın zamanda büyük bir ilimizin KOSGEB İl Müdürü ile yaptığım sohbette, çarpıcı bir tablo paylaştı: Geçen yıl, kendi illerinde yaklaşık 10.500 KOBİ’ye destek vermişken, bu yıl bu sayı sadece 300 civarı teknoloji odaklı girişime odaklanmış.
Bu, muazzam bir politika değişikliğinin sinyali. Devlet artık kaynaklarını “herkese azar azar” dağıtmak yerine, teknoloji odaklı, katma değeri yüksek ve başarılı olma potansiyeli taşıyan projelere ve fikirlere yoğunlaştırıyor.
Teknopark: Maliyet değil, insan ve Ar-Ge için stratejik fon
Peki, bu ekosistem sadece yeni girişimciler için mi? Elbette hayır. Mevcut şirketler için Teknoparklar, krizde bir “tasarruf” kaleminden çok, bir “yatırım fonu” anlamına geliyor.
Somut bir örnekle düşünelim: Net 100.000 TL maaş alan bir Ar-Ge personelinin işveren maliyetinde, aylık yaklaşık 55.000 TL seviyesinde bir avantaj oluşabiliyor. Üstelik bu rakama, ilgili projeler kapsamında kesilen faturalardaki KDV istisnası ve Kurumlar Vergisi avantajları dahil bile değil.
Bu, sadece muhasebesel bir tasarruf değildir. Bu, doğrudan İnsan Kaynakları’nın elini güçlendiren stratejik bir bütçedir. Bu fonla;
- Daha nitelikli personeli daha rekabetçi ücretlerle şirkete çekmek,
- Mevcut çalışanların eğitim ve gelişim programlarını zenginleştirmek,
- Ve en önemlisi, “savaşan nesli” motive edecek “insan odaklı” yatırımları yapmak mümkündür.
“Biz Ar-Ge yapmıyoruz ki!” yanılgısı
Sahada en sık duyduğum cümle bu: “Biz Ar-Ge yapmıyoruz ki…” Oysa Ar-Ge, sadece laboratuvardaki beyaz önlük değildir. Günlük işleyişin içinde farkına varmadan yaptığınız birçok faaliyet, Ar-Ge’nin ta kendisidir:
- Bir üretim hattını küçük bir otomasyonla daha verimli hale getirmek,
- Müşteriler için hiç yapılmamış bir yazılım modülü geliştirmek,
- Veri analizi ile ortaya çıkan yeni bir hizmet modeli tasarlamak…
Devletin de bizden istediği tam olarak bu: “Zaten yaptığınız bu iyileştirmeleri lütfen proje mantığında ele alın. Girdilerini, çıktısını ve ekibini tanımlayın.” Bu yaklaşım, hem şirketin kendi Ar-Ge kültürünü inşa etmesini hem de ülkenin toplam inovasyon kapasitesini artırmasını sağlıyor.
Sürecin Sahibi Kim Olmalı? İK’nın Stratejik Ortaklığı
Klasik yaklaşımda Ar-Ge, IT veya mühendislik birimlerinin konusu olarak görülür. Oysa Teknopark yapılanması; iş gücü planlama, ücretlendirme, performans ve yetenek yönetimi gibi başlıklarla doğrudan İnsan Kaynakları’nın alanına girer.
İK bu süreci sahiplendiğinde, Ar-Ge “teknik bir iş” olmaktan çıkıp, “insan ve kültür” boyutuyla birlikte kurgulanabilir. Oluşan teşvik fonu, İK’nın “insan yatırım bütçesi” haline gelir. Böylece İK, gider merkezi değil, şirkete tasarrufu ve yatırımı yöneten stratejik bir ortak olarak konumlanır.
“Zor ve Karmaşık” korkusunu aşmak
Şirketlerin bu alandan uzak durmasının temel nedeni “mevzuat karmaşası” ve “denetim korkusu”dur. Ancak bu süreç, doğru kurgulandığında sanıldığı kadar zor değil. Mevzuata hakim ve konusunda uzman bir danışman ile çalışıldığında, şirket “projenin ne olduğuna” odaklanırken, tüm karmaşık mevzuat ve raporlama yükü profesyonel ekiplerce yönetilebilir.
Sonuç: Krizde kısmak değil, akıllı fon yaratmak
Zorlu ekonomik koşullarda şirketler ince bir denge üzerinde duruyor: Hem ayakta kalmak hem de geleceğe yatırım yapmak. Teknoparklar, bu dengenin her iki kefesini de (maliyet ve inovasyon) aynı anda destekleyen nadir mekanizmalardan biridir.
Kriz dönemlerinde asıl soru belki de şudur: “Sadece kısıp bekleyenlerden mi olacağız, yoksa akıllı mekanizmaları kullanarak üreten tarafta mı kalacağız?” Teknoparklar, bu soruya verilebilecek en somut yanıtlardan biridir.
* Prozon Kurumsal Teknoloji Çözümleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı








































