MAHMUT AKPINAR | YORUM
Donald Trump’ın “Meseleyi çözdük, barışı getirdik!” açıklamalarına rağmen İsrail’in pervasızlığı durmadı; sivillere yönelik saldırılar sürüyor. Gazze’deki ateşkes ihlalleri yetmezmiş gibi şimdi de Hizbullah’ı gerekçe göstererek Lübnan’a saldırıyor.
Oysa Orta Doğu, son 40 yılda Batılı güçlerin askeri ve siyasi müdahaleleriyle defalarca altüst edildi. Birinci Dünya Savaşı sonrası cetvelle çizilen suni sınırlar, yine suni gerekçelerle yeniden şekillendirildi; statükolar yıkıldı, rejimler devrildi, milyonlarca insan yerinden edildi. Bu operasyonların merkezinde ise bugün bizzat Batılı liderlerin itiraf ettiği gibi tek bir amaç vardı: İsrail’in güvenliğini koşulsuz sağlamak.
Trump gibi liderler, İsrail uğruna dünyanın yakılabileceğini açıkça söylemekten çekinmedi. İnsan hakları, hukuk, sivillerin güvenliği… Hepsi kolaylıkla göz ardı edildi.
Holokost’un acı hatırasını taşıyan bir toplumun çocukları, 21. yüzyılın ortasında, dünyanın gözü önünde bir başka halka karşı yıkıcı bir savaş yürüttü. Gazze’nin şehirleri, okulları, hastaneleri, ibadethaneleri ABD yapımı bombalarla yerle bir edilirken Batılı devletlerin büyük kısmı –demokrasi ve insan hakları söylemlerine rağmen– İsrail’in yanında saf tutmaktan vazgeçmedi. Siyonist politikaların hak ihlallerine, soykırıma sessiz kalarak ya da açık destek vererek ortak oldular.
İsrail’in bölgedeki cüretkârlığı kendi askeri kapasitesinden değil, arkasındaki sınırsız Batı desteğinden besleniyor. 7–8 milyon nüfuslu bir devletin kendini güvenli kılmak için 300 milyonluk, hatta daha geniş bakarsak 500–600 milyonluk Müslüman coğrafyayı sürekli istikrarsızlaştırmaya çalışması; orduları zayıflatmaya, toplumları parçalamaya ve ekonomileri çökertmeye yönelmesi, ancak Batı’nın desteğiyle mümkün olabiliyor.
Siyonist kadroların “güvenlik” adına savunduğu politikalar, İsrail halkını korumadığı gibi dünya genelinde Yahudilere yönelik tepkiyi artırıyor. Bu politikalardan en çok zarar gören, bizzat Batı’nın kendisi oluyor. ABD coğrafi olarak kriz bölgelerinden uzak olduğu için nispeten az zarar görse de Avrupa İsrail hesabına yürütülen savaşlardan, operasyonlardan doğrudan ve büyük zarar görüyor.
Avrupa İsrail’i destekledikçe neden kaybediyor?
1) Kendi değerleriyle çelişiyor
Yüzyıllardır hukuk devleti, insan hakları, evrensel değerler gibi kavramlarla övünen Batı; Gazze’deki, bölgedeki yıkıma, insan hakları ihlallerine sessiz kalarak kendi ahlaki zeminini dinamitledi.
İtibar kaybı sadece hükümetlerin değil, “Batı medeniyetinin” tamamının omuzlarına yükleniyor.
2) Orta Doğu’daki istikrarsızlık Avrupa’ya göç olarak dönüyor
Her operasyon sonrası bölgede bozulan dengeler, ekonomik çöküş, savaşlar ve otoriterleşme milyonları göç yollarına itiyor. Bu göçlerin en büyük yükünü ise yine Avrupa taşıyor.
3) Göç Avrupa’nın sosyal ve siyasal dengelerini sarsıyor
Göçün yarattığı baskı, Avrupa’da ekonomik sorunları derinleştirirken toplumsal kutuplaşmayı artırıyor. Aşırı sağ ve göçmen düşmanlığı tırmanıyor; iç barış yara alıyor.
4) Avrupa’da siyasi dil ve rekabet sertleşiyor
Aşırı sağın oy toplama becerisi, merkez sağ ve merkez sol partileri bile kendi değerlerinden uzaklaştırıyor. Oy kaybetmemek adına göçmen karşıtı söylemlere savrulan partiler, demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi temel Avrupa ilkelerinden hızla uzaklaşıyor. 1930’ların Otoriter, Nasyonalist parti modelleri güç kazanıyor.
5) Güvensizlik sarmalı genişliyor
Denetimsiz göç + yükselen aşırı sağ = Kırılgan toplumlar.
Avrupa ülkelerinde her geçen yıl faturalar ağırlaşıyor, ekonomik belirsizlik büyüyor, siyasal güven eriyor. Bunun temel sebebi global etkenlerden kaynaklansa da olumsuz değişimin faturası göçmenlere kesiliyor. Tepki ve nefret özellikle “İsrail’e güvenli alan açmak” için çıkarılan savaşlardan etkilenen Müslüman göçmenlere yükleniyor. Müslümanlar tedirgin. Dolayısıyla sosyal barış, güvenlik, huzur önceki yıllara nazaran çok daha kırılgan.
Abraham Anlaşmaları da çözüm değil
İsrail’le normalleşen ya da iş birliğini artıran Arap ülkeleri dahi huzur bulmuş değil. Çünkü bu anlaşmalar çoğu zaman halkın rızası olmadan, yönetimlerin zorlamasıyla yapılıyor. Halk desteği olmayınca ülkeler/liderler içeride otoriterleşiyor, baskı artıyor, toplumsal gerilim yükseliyor. İsrail ile uyumlu ve zengin de olsa Ortadoğu ülkelerinden Batıya doğru göç devam ediyor.
Batılı güçler 1916 Balfour deklarasyonundan 1948 yılına kadar Filistin’de bir İsrail devleti kurulsun diye bölgedeki halkları, dengeleri yok sayıp Yahudi göçünü desteklediler. 1948’den sonra Arap-İsrail savaşlarında İsrail’e mutlak destek verdi, her imkânı, kaynağı seferber ettiler. 1990’larda İsrail’e destekte yeni bir faza geçildi. “İsrail’i bölgede güvenli kılmak” için artık bölge devletleri ve halkları batı destekli askeri operasyonlara ve siyasi mühendisliğe maruz kalacaktı.
Batı, İsrail’e kayıtsız şartsız destek verdikçe hem değerlerinden uzaklaşıyor hem de ekonomik ve siyasi olarak kırılganlaşıyor. Üstelik bu destek İsrail’i de sürdürülebilir bir güvenliğe kavuşturmuyor; tam tersine bölgedeki şiddet sarmalını besliyor, daha geniş bir nefret dalgası oluşturuyor.
Acı ama açık gerçek şu ki; İsrail’in güvenliği adına yürütülen politikalar ne bölgeye barış getiriyor ne de Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyor. Aksine her yeni müdahale Ortadoğu dengelerini bozuyor, Avrupa’nın iç barışını tehdit ediyor, küresel düzeni daha istikrarsız hale getiriyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































