ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ
Başlığa bakıp, “Nasıl yani?” diyorsanız, acele etmeyip analizi sonuna kadar okumanızda fayda var. Çünkü tablo ilk bakışta göründüğünden çok daha ilginç.
Son günlerde ‘Aktroller’, ‘Havuz Medyası’ ve iktidara yakın televizyonlar, İsrail Diaspora Bakanı Amichai Chikli’nin Hakan Fidan hakkındaki sert sözlerini manşetlere taşıyor. Chikli, Fidan’ı “köklü bir Müslüman Kardeşler mensubu”, “HAMAS’a yakın” ve “Afrika dâhil birçok bölgeye yabancı savaşçı akışını yöneten isim” olmakla suçlayıp “Bu adama güvenilmez!” dedi.
Erdoğan medyası bu sözleri adeta bayram havasıyla servis etti. Çünkü onlar için denklem çok basit: Eğer İsrail bir Türk siyasetçiyi eleştiriyorsa, o kişi “doğru” yoldadır!
Burada asıl ilginç olan nokta ise şu: İsrail’in Fidan’a yönelik eleştirileri, son 15 yılda Türkiye iç siyasetindeki en kritik kırılma anlarıyla neredeyse birebir çakışıyor. Bu, tesadüf olarak açıklanamayacak kadar tutarlı bir tablo.
Fidan, hem MİT Müsteşarı hem de Dışişleri Bakanı olduğu dönemlerde İsrail-Türkiye hattının merkezinde yer aldı. Dolayısıyla İsrail’deki Fidan karşıtlığı, Türkiye’deki güç mücadeleleriyle garip bir “senkronizasyon” içinde ilerledi.
İlk dalga: MİT’e gidiş ve İsrail’in erken alarmı
Hakan Fidan’ın adı 2010 baharında MİT için geçmeye başladığında İsrail medyasında peş peşe yazılar çıkmaya başladı. “İran’a yakın, tehlikeli bir istihbaratçı” tespitleri, İsrailli siyasetçilerin açık hedef göstermeleri…
O dönem Türkiye, Kürt açılımı, Oslo görüşmeleri ve eksen kayması tartışmalarıyla çalkalanıyordu. İsrail’den gelen haberler sayesinde Fidan içeride zayıflamak yerine Erdoğan’ın “dokunulmaz çekirdek ekibinin” simgesi haline geldi.
Odatv’nin Fidan alerjisi
Bu süreçte Odatv’nin neredeyse her gün Fidan karşıtı haberler yayınlaması dikkat çekmişti. Birçoğu yalanlanan, spekülasyon dolu haberler… Fidan’ın Odatv’ye özel bir “takıntı” geliştirdiğini bizzat kendisinin sohbetlerinde dile getirdiğini de hatırlatalım. Nitekim Odatv operasyonuna giden süreçte Fidan’ın hazırladığı dosya kritik rol oynamış, operasyonun faturası ise Cemaate kesilmişti.
İkinci dalga: Gezi sonrası ve Mossad listesi iddiası
2013 sonbaharında Washington Post’ta çıkan “Türkiye Mossad ajanlarının listesini İran’a verdi” iddiası, İsrail basınında sistematik bir Fidan kampanyasına dönüştü.
Türkiye’nin Moskova ve Tahran ile temasının arttığı, Suriye iç savaşının kızıştığı, Gezi’nin etkilerinin sürdüğü bir dönemdi. İsrail, Hakan Fidan’ı “Batı ittifakını sabote eden adam” diye sunarken, Türkiye’de bu haberler Fidan’ın “Erdoğan’ın vazgeçilmezi” imajını daha da güçlendirdi.
Üçüncü dalga: 15 Temmuz ve garip bir yumuşama!
15 Temmuz sonrası İsrail medyası yine Fidan’ı eleştirdi, fakat ton önceki yıllara kıyasla çok daha yumuşaktı. Eleştiriler “ideolojik” değil, “istihbarat başarısızlığı” merkezliydi.
Türkiye’de ise bu süreçte devlet tümüyle yeniden dizayn edildi ve Fidan sistemin omurgasına yerleşti. İsrail’den gelen eleştiriler, Erdoğan açısından Fidan’ı korumayı meşru kılan bir gerekçeye dönüştü.
Siyasi psikoloji yine devreye girdi: “Dışarıdan saldırı geliyorsa, içerideki kritik oyuncunun değeri artar.”
Dördüncü dalga: Fidan’ı ‘Yeni Süleymani’ye benzetmek
2019–2020 döneminde sağcı İsrail basını Fidan’a yönelik en sert kampanyayı yürüttü. “Süleymani benzetmesi” yapacak kadar ileri gittiler. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin Libya, Doğu Akdeniz ve Suriye’de agresif dış politika izlediği, Fidan’ın ise Ankara’da giderek güçlendiği yıllardı.
AKP içinde ilk kez, “Erdoğan sonrası kim?” sorusu yayılarak konuşulmaya başlandı. İlginçtir, İsrail basınındaki bu aşırı sert çıkışlar, Türkiye’de “Demek ki İsrail Fidan’dan korkuyor!” algısını güçlendirerek Fidan’ın iç siyasetteki ağırlığını daha da artırdı.
Beşinci dalga: Gazze savaşı ve Erdoğan sonrası mücadele
Geldik bugüne…
Gazze savaşıyla birlikte Türkiye’nin İsrail’e yönelik ekonomik yaptırımlar, ticari kısıtlamalar ve hava sahası kapatma gibi adımlar atması, Fidan’ın Hamas ile doğrudan temasları savunması, İsrail medyasında onu tekrar “bölgesel tehdit” haline getirdi.
Türkiye’de ise bu dönem Fidan’ın adeta dış politikanın ana taşıyıcısı olarak sahneye çıktığı dönem oldu. Erdoğan sonrası güç kavgasında en avantajlı isimlerden biri haline geldi. Bu yüzden İsrail’in çıkışları Türkiye’de şöyle okunuyor: “Neden tam da şimdi Fidan hedef alınıyor?”
İlginç olan şu ki İsrail Fidan’a ne kadar sert vurursa, Türkiye’de Fidan o kadar güçleniyor. Hem İslamcı tabanda hem ulusalcı çevrelerde, “İsrail ondan nefret ediyorsa, doğru yoldadır!” duygusu refleks olarak çalışıyor.
Bazı analistlerin iddiası daha da ileri gidiyor: İsrail, Erdoğan sonrası dönemde ‘öngörülebilir, Batı ile konuşabilen, teknokrat kökenli’ bir aktör olarak Fidan’ı arka kapıdan meşrulaştırıyor olabilir.
Churchill’in perspektifi ve sonuç
Churchill’in meşhur siyasi yaklaşımını hatırlayın: “Siyasette görünen nedenler değil, görünmeyen sonuçlar önemlidir.”
Son 15 yılın kronolojisi bize şunu söylüyor:
Hakan Fidan ne zaman içeride güçlense, İsrail medyası o dönemlerde en sert saldırılarını yapıyor. Bu saldırılar ise ironik biçimde Fidan’ın iç siyasetteki konumunu daha da sağlamlaştırıyor. Ve bu durum ister istemez şu şüpheyi büyütüyor: Acaba İsrail Fidan’ın önünü mü açıyor?
Hakan Fidan’ın Beyaz Saray’da yüksek düzeyde ilgi görmesinin hemen ardından İsrail’den gelen sert açıklamaların Erdoğan sonrası güç mücadelesinde Fidan’ın lehine bir tablo oluşturduğu ortada.
Bu gelişmeler, “veliaht” olarak görülen Bilal Erdoğan’ın kalesine atılmış bir gol gibi duruyor. Şimdi asıl soru şu: Bilal Erdoğan bu hamleyi savuşturabilecek mi?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































