MAHMUT AKPINAR | YORUM
Türkiye gibi enflasyonun yüksek olduğu, paranın çok hızlı değer kaybettiği ülkelerde insanlar birikimlerini değer kaybetmeyen emtiada, dövizde, altında tutmaya çalışırlar. Serbest piyasanın tam işlemediği, serbest döviz kurunun olmadığı dönemlerde ülkede bir günde sert ekonomik krizler olurdu ve elinizdeki para -eğer döviz cinsinden değilse- kısa sürede pula dönebilirdi. O nedenle kimse birikimini TL cinsinden tutmaz, ilk fırsatta değer kaybetmeyen paralara, altına dönüştürürdü.
Yaşı müsait olanlar hatırlarlar o yıllarda döviz büroları çok yaygındı. Döviz büfelerinde alım ve satım yapak isteyenler kuyruk oluştururdu. Şehirlerin en işlek, kalabalık noktalarında ışıltılı döviz büfeleri olurdu. Elinde biraz birikimi olanlar dövizini bozdururken en az kayba uğramak için döviz bürolarını dolaşır, en yük kurdan bozdurmanın, en az kayıpla dönüşümü yapmanın yollarını arardı.
Peki, yeni bir ülkede birikimini, kabiliyetlerini, becerilerini kayba uğratmaksızın dönüştürmek mümkün mü? Bu nasıl yapılabilir?
Göç, sadece coğrafi bir hareket değil; kimliğin, emeğin ve potansiyelin yeniden tanımlandığı derin bir dönüşüm sürecidir. Göçmen, bavulunda eşyaları yanında geçmişte biriktirdiği bilgiyi, beceriyi, eğitimi, diplomaları, sertifikaları da taşır. Ancak yeni ülkeye adım attığında, bu birikimlerin, eğitimlerin doğrudan karşılığı olmayabilir.
İşte asıl mesele, bu “gizli sermayeyi” yeni bağlama nasıl transfer edeceğimizdir.
Pierre Bourdieu’nün kavramıyla söylersek, herkesin elinde bir kültürel sermaye vardır: Diploma, tecrübe, mesleki beceri, dil yetkinliği, hatta bir işin nasıl yürüdüğüne dair sezgiler. Fakat bu sermaye, yeni toplumun “borsasında” hemen işlem gören bir değer değildir. Göçmen, bu sermayeyi yeniden dönüştürmek, yani “lokal bir para birimine çevirmek” zorundadır.
Örneğin Türkiye’de doktor, mühendis, öğretmen ya da akademisyen olan biri, yeni ülkesinde aynı konumda çalışamayabilir. Ancak bu durum, o birikimin tamamen geçersiz olduğu anlamına gelmez. Esas olan, bu geçmişin yeniden değerlendirileceği alanlara yönelmek, sektöre bir şekilde girmektir.
Doktorsanız ve henüz sınavlarınızı geçmediyseniz, hemşire yardımcısı, hasta bakıcı veya laboratuvar asistanı gibi pozisyonlarda çalışmak, hem dil becerilerinizi geliştirir hem de sektörün iç dinamiklerini öğrenmenizi sağlar. Bu, bir anlamda mesleki rehabilitasyon sürecidir: Geçici bir geri adım ama stratejik bir ilerleyiş.
Kariyer geçişleri sosyolojisinde “yatay hareketlilik” denilen bir kavram vardır. Bazen bireyler, statü kaybı pahasına bile kendi alanlarında kalmayı seçerler, çünkü bu onlara sektörel dili ve sosyal ağları (network) koruma imkânı verir. Gururu bir kenara bırakıp, geçici olarak daha alt bir pozisyonda çalışmak, aslında uzun vadeli bir yatırım olabilir. Zira dil bariyerini aştığınızda ve sistemin işleyişini öğrendiğinizde, eski tecrübeniz yeniden paraya, yani fırsata dönüşür.
Elbette herkes eski mesleğine dönmek istemeyebilir. Özellikle Batı’da zanaat ve el emeğine dayalı işler —elektrikçilik, marangozluk, oto tamirciliği gibi— oldukça değerli ve kazançlıdır. Eğer geçmişte yaptığınız işten memnun değilseniz, yeni bir beceriye yönelmekte hiçbir sakınca yok. Yeter ki bu karar bilinçli bir yeniden inşa süreci olsun, bir “kopuş” değil, bir yeniden yönelim olarak yaşansın.
Ancak belirli bir yaşın üzerindeki insanlar için sıfırdan bir sektöre girmek, çoğu zaman zordur. Bu durumda yapılması gereken, var olan deneyimi “transfer edilebilir” alanlarda değerlendirmektir. Çünkü tecrübe, tıpkı birikmiş sermaye gibidir: Uygun piyasayı bulduğunuzda değeri artar.
Örneğin bir öğretmen, yeni ülkede yardımcı öğretmen veya sınıf asistanı olarak çalışarak hem eğitim sistemini içeriden tanır hem de kendi pedagojik becerilerini günceller. Bu süreçte kullanılan her yeni kelime, edinilen her küçük deneyim, bir tür adaptasyon sermayesi oluşturur.
Göçmenlerin yeni ülkedeki iş piyasasına girişte yaşadığı en büyük tuzaklardan biri, “Ya hep ya hiç!” yaklaşımıdır. Yani, eski statüsünden daha düşük bir pozisyonu kabul etmemek. Oysa yeni bir ülkede yeniden kök salmak, çoğu zaman sabır ve strateji gerektirir. Her iş, bir geçiş köprüsüdür. Dil yeterliliği, sosyal çevre, mesleki tanınırlık gibi unsurlar, bu köprüden geçildikçe inşa olur.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramını hatırlayalım: Günümüz dünyasında kimlikler, roller ve meslekler artık sabit değil; sürekli dönüşüm içinde. Göçmen için bu, bir dezavantaj değil, aslında bir fırsattır. Çünkü değişim, onun doğasında zaten vardır. Yeni ülkesinde “potansiyelini aktive eden” göçmen, bu akışkanlığa uyum sağlayandır.
Gençler için durum biraz farklıdır. Yirmili yaşlardaki biri için göç, hayatı sıfırdan kurma şansıdır; yeni bir yön, yeni bir kimlik. Ancak orta yaş ve üzerindekiler için en rasyonel yol, mevcut birikimi yeniden değerlendirmek, yani geçmişteki tecrübeyi yeni bağlama tercüme etmektir.
Sonuçta mesele, geçmişle geleceği düşman etmek değil, onları konuşturmaktır. Göç, yalnızca yer değiştirmek değil, potansiyelini yeniden keşfetmek anlamına gelir. Eski beceriler, doğru bağlama oturduğunda, yeni ülkede yeniden “sermayeye” dönüşür.
Yeter ki göçmen, elindekinin kıymetini bilsin —ve onu dönüştürmeyi öğrensin.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***







































