AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Son günlerde “FETÖ” söyleminin yeniden hararetli bir şekilde dolaşıma sokulduğu görülüyor. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de, “Eğitimde FETÖ’ye geçit yok!” açıklamasıyla bu dalgaya dahil oldu. Gerekçe tanıdık: “Sızma girişimleri sürüyor, mücadele bitmedi.”
Sonda söylenecek sözü başta söyleyelim: Bir iktidar temsilcisi ya da yandaşı “FETÖ” diyorsa, çoğu zaman orada ya bir skandalı örtme çabası vardır ya da yolsuzluk, liyakatsizlik ve başarısızlık görünmesin isteniyordur.
Yusuf Tekin’in açıklaması tam da bu işleve hizmet ediyor. Zira bakan eğitimdeki nitelik kaybını, liyakatten uzak atamaları ve ideolojik dayatmaları “FETÖ” etiketiyle gölgelemeye çalışıyor. “Maarif Modeli” denilen proje, tümüyle mevcut yönetimin siyasal tercihidir; “Köklerden geleceğe” sloganıyla lanse edilen bu model, iktidarın ideolojisini kurumsallaştırılması girişimidir.
Cemaat mensuplarının ne bu modelle ne hazırlık süreciyle, ne de uygulanışıyla hiçbir ilgisi yoktur. İktidar temsilcilerinin “sızma”, “yeniden yapılanma” gibi ifadeleri, toplumu manipüle etmek için başvurdukları sıradan bir taktik haline geldi. Kimsenin bir yere sızdığı falan yok. Kimsenin böyle bir düşüncesi de yok. Gerçekte olan şey Bakan Tekin ve iktidar temsilcilerinin adalete, liyakate, bilime ve evrensel değerlere geçit vermediği gerçeğidir.
“FETÖ’yle mücadele” söylemi, özellikle 2016 sonrasında iktidarın meşruiyet zırhına dönüştü. Ekonomideki kriz, eğitimdeki kalite düşüşü, yönetim hataları ve ihale tartışmaları gibi gündemler belirdiğinde tartışma hızla “milli güvenlik” eksenine kaydırılıyor. Bu eksene taşınan her konu, bir “milli görev” kalkanıyla dokunulmaz hâle geliyor.
OHAL hukuken bitmiş olsa da fiilen sürdürülen güvenlikçi reflekslerin meşrulaştırılması için, “tehdit var” algısının sabit tutulması gerekiyor. “FETÖ ile mücadele sürüyor!” cümlesi tam da bu nedenle her konuşmada tekrarlanıyor: Tehdit hissi diri tutuldukça olağanüstü uygulamalar sıradanlaşıyor, denetim ve hesap verebilirlik beklentisi gündemden düşüyor.
Bu söylem, günah keçisi üretmeyi kolaylaştırıyor. Kurumsal çürümeyi, akraba–eş–dost kayırmacılığını, niteliksiz kadro tercihini ve başarısız reformları tartışmak yerine, soyut bir “örgüt tehdidi”ne atıf yapmak hem pratik hem “kullanışlı”. “FETÖ”, “ihanet”, “sızma”, “temizlik”, “kripto”, “paralel yapı” gibi sözcüklerin mekanik biçimde tekrarı da iç düşman duygusunu diri tutuyor; neredeyse her eleştiri “örgüt uzantısı” olarak kodlanabiliyor. Sonuçta kavram anlamını yitirip her muhalifi kapsayabilen esnek bir yaftaya dönüşmüş oldu.
Söylem artık muhalefet alanının tamamını kapsar hale geldi.
Bu dilin pratikte nasıl çalıştığını görmek zor değil. Örneğin, bir grup öğretmen ölçme–değerlendirmedeki hataları veriyle gösteren bir rapor paylaşsa yanıt, “sistemi FETÖ söylemleriyle yıpratma” suçlaması oluyor. Akademide puanı yüksek aday yerine “güvenilen” isim atanıyor; bu yapılanın haksızlık olduğu tepkisine karşı hemen “kripto” iması dolaşıma sokuluyor. Haklı olanlar bir anda haksız ve hain damgası yemiş oluyor.
Söylemin bir başka işlevi de sadakat testi olması. Kamu görevlileri, bürokratlar, medya temsilcileri, akademisyenler siyasetin etrafında var olmanın güvenli yolu olarak “FETÖ karşıtı” retoriği yineliyor. Bu da kurumsal nitelik aşınmasını hızlandırıyor: Liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik zayıfladıkça, etiket dilinin kullanışlılığı artıyor; paradoksal biçimde söylem, kendi varlık koşullarını yeniden üretmeye başlıyor.
Gerçek sorun, hedefte kimin olduğu değil. Sorun, bu söylemin hukuku ve aklı devre dışı bırakma gücüdür. Masumiyet karinesi, kanunilik ve öngörülebilirlik ilkeleri adil yargılanmanın temelidir. Etiket, bu ilkelerin yerine ikame edilemez. Eğitim alanında başarı, bilimsel içerik, pedagojik yeterlik ve fırsat eşitliğiyle mümkündür; ideolojik standardizasyonla değil.
Kamu yönetiminde kalite, açık kriterlerle yapılan atama–terfi süreçleriyle, bağımsız denetimle ve düzenli kamu raporlamasıyla sağlanır; güvenlikçi retoriğin gölgesiyle değil.
Muhalefetin de şunu idrak etmesi gerekir: “FETÖ’yle mücadele” söylemi bir tehdit tanımından çok, bir yönetim paradigmasıdır. Bu paradigmaya teslim olduğunuz her cümlede, eleştiriyi kendiniz sınırlamış olursunuz. İktidar, bu yolla hem kendi hatalarını görünmez kılar hem de muhalefeti “terör sempatizanlığı” etiketiyle susturur. Çıkış yolu, etiketi sahiplenmek veya onunla polemik yapmak değil; ilkeye dayalı, herkes için geçerli bir hukuk dilini ısrarla kurmaktır.
Sonuç açık: “FETÖ” söylemi bir güvenlik politikasından ziyade bir yönetim tekniğidir; gündem saptırır, liyakati gömer, hukuku susturur. Bu dil terk edilmeden ne eğitimde başarı mümkündür ne kamu yönetiminde kalite ne de toplumda adalet.
Karar sizin…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































