ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
ABD Başkanı Donald Trump’ın üçüncü dönem hayali yeniden Washington DC gündeminde. Doğal olarak da dünyanın her yerinde yakından takip ediliyor.
Tartışmanın alevlenmesi eski başstratejisti Steve Bannon‘nun geçtiğimiz günlerde The Economist’e verdiği röportajda, “Trump 2028’de başkan olacak.” demesi ve üstelik bunu mümkün kılacak “bir plandan” söz etmesiyle oldu. Birkaç gün sonra Trump da Air Force One’da gazetecilerin sorusu üzerine, “Yapmayı çok isterim!” dedi. Ardından “Açıkçası buna izin verilmiyor.” diyerek geri adım attı.
Kısa sürede “Trump 2028” sloganı sosyal medyada trend oldu, destekçileri şapkalar bastırdı, muhalifler öfkeyle tepki verdi. Ama tüm bu hengâmenin ardında asıl soru şu: Trump gerçekten üçüncü dönemi planlıyor mu, yoksa yine dikkat dağıtan bir siyasi tiyatro mu izliyoruz? Bir başka ifadeyle Trump hem siyasi rakiplerini hem de dünyayı trollüyor mu?
Anayasayla sınır testi
ABD Anayasası’nın 22. değişikliği açık: “Hiç kimse iki defadan fazla başkan seçilemez.” Bu madde 1951’de, dönemin başkanı Franklin D. Roosevelt’in dört dönemlik başkanlığından sonra kabul edildi.
Yani kural net — ama Trump hiçbir zaman kurallarla barışık olmadı. “Yapmayı (aday olmayı) çok isterim!” derken bile aslında bir tabu testi yapıyor; kendi tabanına “Ben gidersem kaos olur.” mesajı veriyor. Bu tür çıkışlar, hukukî olmaktan çok siyasî işlev görüyor. Trump, üçüncü dönem söylentilerini gündemde tutarak hem tabanını diri tutuyor hem de Demokratları çileden çıkarıyor. Aynı zamanda da dikkatleri başka krizlerden —örneğin “uyuşturucu kaçakçılarını bombalama” gibi uçuk önerilerinden— uzaklaştırıyor.
Erdoğan örneği: “Yeni sistem, yeni sayfa” oyunu
Aslında bu tür anayasal sınır oyunları bize yabancı değil. Türkiye’de de Recep Tayyip Erdoğan benzer bir manevrayla “iki dönem” kuralını fiilen deldi. Türkiye anayasası, bir kişinin en fazla iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceğini söylüyor. Ancak Erdoğan 2017’de şaibeli bir referandum sonunda “Sistem değişti, önceki dönemler sayılmaz!” diyerek 2018 ve 2023 seçimlerinde yeniden aday oldu.
Yani teknik olarak “üçüncü dönem” değil gibi gösterildi ama fiiliyatta aynı şeydi: Kuralı değiştirmeden kuralı aşmak.
Bugün Trump’ın yaptığı da benzer bir zihin hazırlığı. Tıpkı Erdoğan gibi o da tabanına şu mesajı veriyor: “Ben gidersem düzen çöker.”
Her iki lider de anayasal sınırları ‘halkın iradesi‘ kılıfıyla genişletmeyi deniyor.
“Trump 2028” bir propaganda egzersizi
Washington’daki birçok gözlemciye göre bu söylem, Trump’ın karakterine uygun bir “yangın tatbikatı.” Anayasayı zorlamanın ötesinde, kamuoyunu test ediyor: Halk ne kadarına razı olur?
Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson gibi sadık Cumhuriyetçiler bile, “Anayasal olarak mümkün değil!” derken aslında bu oyunun parçası oluyorlar — çünkü Trump’ın her çıkışı bir tür sadakat testine dönüşüyor. Üstelik Bannon’un söylediği gibi, Trump bu sınırları sadece denemiyor, aynı zamanda genişletiyor. Bugün “üçüncü dönem” lafı şaka gibi dursa da, otoriterleşmenin yolu daima şakayla başlar. Putin de, Erdoğan da, Xi Jinping de anayasayı bir gecede değiştirmedi; önce zihinleri hazırladı.
Anayasayı eğip bükmenin sınırı
Trump’ın destekçileri arasında çılgın fikirler bile var. Mesela, “Oğlu başkan adayı olur, Trump başkan yardımcısı olarak seçilir, sonra başkanın istifa etmesi ile başkanlık yolu açılır.“ Ya da daha da fantastik olanı — Meclis Başkanı seçilip istifa zinciriyle Oval Ofis’e geri dönmesi. Ancak hukukçulara göre bunlar “kurnazca değil, tehlikeli” fikirler.
Çünkü mesele yalnızca Trump’ın üçüncü dönemi değil; anayasal sistemin dayanıklılığı. Muhafazakar Anayasa Mahkemesi üyesi Yargıç Amy Coney Barrett bile yeni kitabında açıkça yazıyor: “22. Değişiklik, başkanların iki dört yıllık dönemle sınırlı olmasını sağlar.”
Yani üçüncü dönemin yolu kapalı — en azından şimdilik…
Demokrasinin kırılma testi
Yine de bu tartışma, Amerika’nın kendi demokrasisiyle sınavı. Sonuçta Trump sadece bir siyasetçi değil, sistemin sinir uçlarını test eden bir figür. Her yeni sınama —seçim sonuçlarını tanımamak, yargı dokunulmazlığı istemek, üçüncü dönem sinyali vermek— demokrasiye verilen küçük ama birikimli darbeler.
Erdoğan’ın hikâyesi bu açıdan uyarıcı: Bir kez sınırlar aşıldığında, geri dönüş neredeyse imkânsız olur. Kurallar kişilere göre eğilip bükülmeye başladığında, hukuk artık “yol gösteren” değil “gerekçelendiren” hale gelir.
Ama asıl mesele şu: Amerikan demokrasisi o sınırı ne kadar koruyabilir?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***
 
	    	








































