Dün İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile ilgili “casusluk” iddiası haberi geldiği sırada New York Times gazetesinde çok ilginç bir haber okuyordum.
AP Ajansı’nın geçtiği sıradan bir fotoğraf
Her şey, dünyanın en büyük haber ajanslarından Associated Press’in Paris’ten geçtiği bir fotoğrafla başlamış.
Ajansın muhabiri Thibault Camus, bu fotoğrafı soygundan birkaç saat sonra Louvre Müzesi’nin avlusunda çekmiş.
Aslında çok sıradan bir fotoğraf.
Müzenin önünde gümüş renkli bir araba görüyoruz.
Önünde de biraz lagar duruşlu polis memurları…
Dediğim gibi, fotoğraf çok sıradan.
Louvre Müzesi’nin önü
Fotoğrafın sağ kenarındaki şemsiyeli “dapper” erkek
Ancak aynı karenin sağ tarafında bir sivil erkek var.
Bütün mesele işte o erkekten patladı.
New York Times, bu erkek için “dapper” sıfatını kullanmış.
“Şık, zarif, özenli giyinmiş, bakımlı” anlamına geliyor.
Bir ara böyle tiplere “metroseksüel” deniyordu.
Ağzında sigara olsa, Casablanca filmindeki Humprey Bogart dersiniz
Fotoğraf renkliydi ama ilk bakışta 1940’ların siyah-beyaz polisiye filmlerinden fırlamış gibi bir tipti.
Lacivert pantolon üzerinde bejimsi bir ceket ve yelek, elinde şemsiye…
Bir el cepte…
En önemlisi de bakış…
Ağzında sigara olsa Casablanca filmindeki Humprey Bogart diyebilirsiniz.
Baktığınız anda aklınıza gelen ilk soru şu oluyor:
Bütün dünyayı şoke eden bir soygundan sonra polisin bu rahatlığı da ne oluyor?
Ve bir de bu metroseksüel erkek kim?
Yani soygunu bu fedora şapkalı adam mı çözecek?
Sadece benim değil, Fransa’da ve dünyada birçok insanın dikkatini çekmiş…
Fotoğraf yayınlanmaya başladığı andan itibaren sosyal medyada müthiş bir tartışma patladı.
Tabii önce herkes fotoğrafta ayrık otu gibi duran bu adamı bir dedektif sanmış.
İlk işaret fişeği de bu izlenim üzerinden şu tepkilerle geldi:
“Bu soygunu böyle ‘fedora şapkalı’ bir dedektifle asla çözemezsiniz…”
Bu soygunu ancak üç günlük sakallı, sabah yıkanmamış bir dedektif çözebilir
İkinci adım bir kadından geldi.
Londra’da yaşayan Melissa Chen isimli bir yönetici, X’teki paylaşımında şöyle diyordu:
“Bu soygunu çözmek için üç gündür tıraş olmamış, biraz kilolu, sabah yıkanmamış gerçek bir dedektife ihtiyacımız var.”
Mayk Hammer romanlarındaki pejmürde dedektife yani…
Beş milyon kişi tarafından görüntülendi bu paylaşım.
Bu adam Fransız monşeri mi, İngiliz dandisi mi, Pitti Uomo ‘peacock’u mu?
Tartışma büyüyordu.
Herkes kafasındaki “süper dedektif” klişesi ile konuşuyordu.
Sonra sıra adamın milliyetine geldi.
Bazılarına göre bir Fransız monşeriydi.
Bazılarına göre ise tam bir İngiliz dandisi…
Bana göre ise Floransa’daki Pitti Uomo erkek giyim fuarının kapısındaki “peacock” (tavuskuşu) kılıklı alternatif tasarım mankenlerinden biriydi.
Adam gerçek mi, yoksa Al ile mi oraya konmuş?
Tam bütün bu tartışma hafiften sönerken bir başka soru ortaya atıldı.
Fotoğraftaki erkek gerçekten orada mıydı?
Yoksa AI (yapay zekâ) ile mi oraya yerleştirilmişti?
Birden AI uzmanları devreye girdi.
“Fotoğraf çok yüksek çözünürlüklü çekilmiş. Bunun üzerinde AI ile bir şey yapmak pek mümkün değil” dediler.
Tabii böyle olunca fotoğrafı çeken Thibault Camus da açıklama yapmak zorunda kaldı.
“Fotoğrafta hiçbir oynama yok. Kim olduğunu bilmiyorum. Belki Fransız’dı, belki oradan tesadüfen oradan geçen bir yabancıydı.”
Bunu kanıtlamak için aynı karenin biraz sonra aynı yerden geçen başka karelerini de yayınladı.
Yeşil Kasa soygunundan sonra ele geçirilen parçalardan biri
Gerçek bir insan soygun mekânına bu kılıkla gider mi?
İyi de bir insan böyle tarihî olayın cereyan ettiği bir mekâna niye böyle peacock gibi giyinip giderdi ki?
Fotoğrafçının cevabı şu oldu:
“Belki de böyle eski moda bir müzeye eski moda kıyafetle gitmeyi arzu etmiş biriydi…”
Tartışmalarla ilgili haberi son kelimesine kadar merakla okuyup bitirdim ve Ekrem İmamoğlu ile ilgili casusluk haberinin ayrıntılarına döndüm.
‘Casusluk’ iddiası ile ilgili haberleri okurken nedense gözümün önüne hep bu adam geldi
Tuhaf bir duygu…
Haberin ayrıntılarını okudukça fotoğraftaki “Fedora şapkalı” adam gözümün önüne geliyor.
Ha, yukarda yazmayı unuttum.
Fedora şapka, yumuşak keçe veya kumaştan yapılmış, ortası çukur fötr şapkalara verilen isim.
Casusluk olayının ayrıntıları öylesine tuhaf ki, “Savcılar bunun altından nasıl çıkacak?” diye düşünmeye başladım.
Alman bilim insanı Prof. Friedrich Ruttner’in 1988 yılında yazdığı, “Balarılarının Biyocoğrafyası ve Taksonomisi” kitabında arı kolonilerinin Anadolu ve Kafkasya’daki dağılımlarını gösteren harita
Yeni bir ‘Anadolu balarıları koloni haritası’ delili mi?
Ortada bir suç var ama benim muhayyilem bu suçun ne olduğunu bir türlü anlamıyor.
İddiaya göre, 2019 belediye seçiminde seçmen bilgileri sızdırılmış.
Sızdıran belli de bunun Ekrem İmamoğlu ile ilgisi ne?
Aklıma, Osman Kavala’ya Gezi ile ilgili suçlamalar tutmayıp beraat ettiği zaman açılan casusluk davası geldi.
Deliller arasında cep telefonunda bulunun bir harita vardı.
“Türkiye’yi bölme haritası” demişlerdi.
O zaman da neyin bölündüğünü anlamamıştım.
Sonradan, bir Alman bilim insanın hazırladığı “Anadolu balarıları kolonilerini” gösteren harita olduğu ortaya çıkmıştı.
Adamın arıcılık üzerine bilimsel kitabından alınmıştı.
Artık hepimiz birer Kay Scarpetta olduk
Buraya kadar günümüz medya gerçeğinin mizahi bir örneğiydi.
Ama gerçeğe dönersek…
Herhalde savcıların elinde henüz bize açıklamadıkları deliller vardır diye düşünüyorum. Çünkü şu an için açıklananlar bize bir şey demiyor.
Bekleyip göreceğiz.
Yalnız, savcıların işi artık eskisine göre daha zor.
CSI filmleri son 20 yılda iyice kanımıza işledi.
Ayrıca Patricia Cornwell’in romanlarını okuya okuya hepimiz birer adli tıp uzmanı olduk.
Hepimizin içinde Cornwell’in romanlarının adli tabib kahramanı bir Kay Scarpetta var.
Dün El Cezire’de seyrettiğim CHP ve İmamoğlu haberi
Böyle muğlak açıklamalarla belki iktidar medyasının “vur deyince öldüren” silahşörleri ikna edilebilir ama ülkenin makûl insanlarını artık absürt balarısı haritaları ile etkilemek mümkün değil.
Nitekim etkileyemiyor da.
Dün, bu davaların halkın ve dünyanın gözünde nereye gittiğini anlatan çok güzel bir şeye tanık oldum.
Sabah saat 10.00 civarında El Cezire televizyonunun İngilizce yayınını izliyordum.
Ekrem İmamoğlu ve CHP hakkındaki davalarla ilgili 7-8 dakikalık bir haber yayınladılar.
Tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İmamoğlu’nun danışmanı ve kampanya direktörü Necati Özkan ile TELE 1 Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ hakkında “casusluk” soruşturması başlatıldı
Haber odasının bu davalardan ikna olmadığı belliydi
Haberin neredeyse tamamında, “bu davaların İmamoğlu’nun önünü kesmek ve CHP’nin seçimdeki başarısını önlemek için” yapıldığı görüşleri de sık sık dile getirildi.
Bir iletişimci olarak baktığımda gördüğüm şu:
Haberin her saniyesinden, o haber odasındaki insanların da bu davalara “hukuki değil, daha çok siyasi amaçlı” olduğu izlenimiyle baktığı hissediliyor.
Cumhurbaşkanı’nın şahsi arkadaşının TV’si bile ikna olmamış
El Cezire ne?
Statüsünde “Kamu Yararına Özel Vakıf” yazıyor.
Resmî web sayfasında “EL Cezire Medya Şirketi Katar tarafından yönetilmiyor” gibi bir ifade var ama arkasında Katar sermayesi olduğu çok yaygın bir iddia.
Katar kim?
Türkiye’nin en büyük müttefiklerinden biri.
Katar Emiri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi dostu.
Demek ki iktidar, bu davaların hukuki temelli olduğuna onları bile ikna edemiyor.
Bu casusluk iddiası, ‘siyasi dava’ diyenlerin oranını artırırsa kimse şaşırmasın
Zaten bütün anketler, Türk halkının yüzde 60’ının bu davaların “siyasi amaçlı olduğuna” inandığını gösteriyor.
İktidar medyasının bütün ağırlığı ile kapkara bir propaganda yapmasına rağmen bırakın etkilemeyi, tam aksi oluyor.
Hukuki olduğuna inanan azalıyor, siyasi olduğuna inanan artıyor.
Bir iletişimci olarak şunu söyleyebilirim.
Bu son “casusluk” iddiasının, halkın gözünde bu davaları “Ergenekon davalarının akıbetine doğru götüreceğini” şimdiden tahmin etmek mümkün.
Bunu görmek için fedora şapkalı bir dedektife de ihtiyaç da yok.
“Casusluk” bir insan için çok ağır bir suçlama
“Casusluk” bir vatandaş için çok ama çok ağır bir suçlamadır.
Umarım bu casusluk iddiaları geçmişteki hatalardan ders alınmış bir zihniyetle yönetilir.
Yoksa en büyük zararı adaletin kendisine verir.
Yani savcılar ve hâkimler de dahil hepimize…
Türkiye’ye zarar verir.








































