AHMET KURUCAN | YORUM
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sohbetlerinden aldığım notlara bakıyorum. 5 Mart 2013 günü dar dairede yapılan bir sohbette şu satırları kaydetmişim: “İnsanlık karanlıkta. Karanlığa arka çıkanlardan birileri de biz olduk. Ya atalet ya da gafletimizle… Ve gece evrâd u ezkârı… Derin diye adlandırılanlarla baş etme ancak Allah ile kurulacak derin münasebetle olabilir.”
Tarihe dikkat edin: Mart 2013.
2010’daki Mavi Marmara hadisesi ile gün yüzüne çıkan Cemaat–AKP gerginliğinin hızla ilerlediği günlerdeyiz. Hocaefendi çok genel bir değerlendirme yapıyor bu sözleri ile. Bir iç muhasebe, bir nefis sorgulamasına davet ediyor muhataplarını. Fakat dikkatlice bakıldığında bu sözlerin arkasında geniş bir dünya görüşü ve mücadele stratejisi var.
Cümle cümle ilerleyelim. “İnsanlık karanlıkta” ifadesi, modern çağın manevî boşluğuna dair bir tespittir. Bu karanlık, bilgi eksikliğinden değil; hakikatin örtülmesi, anlamın kaybolması ve değerlerin silinmesiyle ilgilidir. Sosyolojik açıdan bu karanlık, post-truth çağının, dijital manipülasyonun, çıkar merkezli ilişkilerin ve seküler değer kaybının doğurduğu bir bilinç bulanıklığıdır.
Ancak Hocaefendi bu tablonun oluşumunu harici dünyadaki aktörlere yüklemiyor. “Karanlığa arka çıkanlardan birileri de biz olduk!” diyerek suçu dışarıda aramakla yetinmeyip içeride de aramamız gerektiğini söylüyor. Çuvaldızı kendimize de batırıyor.
Bu batırma işleminde “atalet” ve “gaflet” kavramlarını kullanıyor. Bu iki kavramı kullanması önemli. Çünkü atalet, iradenin pasifleşmesi; gaflet ise idrakin körelmesidir. İkisini biraraya gelince hem Allah ile olan bağımız zayıflar hem de toplumsal sorumluluklarımızı unuturuz.
Peki bu badireden nasıl çıkılacak?
Cevap belli: “Gece evrâd u ezkârı…” Kur’ân’ın “Gecenin bir kısmında O’na secde et ve yine gece uzun bir süre O’nu tesbih et” (İnsan, 76/26) emrine dayalı bu tavsiye, Hz. Peygamber’in (sas) hayatında da hep en kritik güç kaynağı olmuştur. Çünkü gece yapılan ibadet, insanı hem manen besler hem de toplumsal mücadelede karşılaşılacak olan güçlüklere karşı insana sabır ve azim kazandırır. Herkesin bildiği bir gerçektir, özellikle dini cemaatlerde manevî temeli zayıf olan bireylerle uzun yol alınamaz. En güçlü dini organizasyonlar bile bu zafiyetle sarsılabilir.
“Derinlerle baş etmek” ifadesi ise meseleyi ayrı bir boyuta taşıyor. Evet, dış dünyada şeytana bile şapka çıkartacak projeler geliştiren derin yapılar var. Pekala ya içimizdeki derinliklere ne demeli? Tutkularımız, dünyevî kaygılarımız, nefsimizin zaafları da derin değil mi? Hatta bunlar dış dünyadaki derinler kadar belki onlardan daha tehlikeli. Zira dış dünyadaki derin güçler yaptıkları ve yapacakları eziyetlerle, zulümlerle, işkencelerler bizim sadece dünyamızı kaybettirebilir ama içimizde taşıdığımız ve bizi Allah’tan uzaklaştıran duygular ahiretimizi kaybettirebilir.
Çözüm ne o zaman?
Hocaefendi’ye göre bunun çözümü: “Allah ile kurulacak derin münasebet.” Evet, gecenin sükûnetinde Allah ile kurulacak olan derin bağ, gündüzün mücadele ortamında bizi ayakta tutacak unsurların başından gelir. Karanlığa karşı verilecek mücadelenin gerçek dayanağı da budur. Hz. Peygamber’e (sas) arkadaşlık yapan sahabeler için denildiği gibi ‘gündüzleri süvari geceleri ruhban.’
Hasılı, hem içimizdeki hem de dışımızdaki karanlığı aşmanın yolu, Allah ile kurulan derin bağdan geçiyor. Gaflet ve atalete düşen insanın ilk işi, geceyi dua ile diriltmek, evrâd u ezkâr ile iç dünyasını aydınlatmak olmalıdır. İşte o bağ, hem bireyin hem de temsil ettiği hareketin manevî bağışıklığını inşa edecek temellerin başında gelir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***