ADEM YAVUZ ARSLAN | HABER ANALİZ
Akademisyen ve Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş suikastinin kilit isimlerinden avukat Serdar Öktem’in uzun namlulu silahlarla infazı, sıradan bir örgüt hesaplaşması olarak görülmemeli. Devletle iç içe geçmiş bir figür, rejim çözülürken sessizce ortadan kaldırıldı. Tarih bize gösteriyor ki bu tür olaylar genellikle “dosya kapatma” amacıyla yapılır: Tanıklar susturulur, bilgi zinciri kesilir, izler silinir…
Serdar Öktem’in infazı neyin işareti? Türkiye nereye doğru hızla yol alıyor?
Bu sorulara geçmeden önce “literatüre” bakalım. Çünkü tarihin bize öğrettiği bir şey varsa, o da tek adam rejimlerinin sessiz dağılmadığıdır. Her otoriter yapı, kendi içinde beslediği çıkar ağları, mafyatik kolları ve paramiliter güçleriyle birlikte çöker. Ne yazık ki bu çöküş süreci genellikle kanlı olur.
Rejim çürümesi teorisi: Çözülme ve güç boşluğu
Otoriter rejimler, genellikle merkezileşmiş patronaj sistemlerine dayanır: Sadakat, rüşvet, çıkar paylaşımı ve yolsuzluk ağları… Bu yapı çökmeye başladığında merkezi denetim zayıflar, alt düzey aktörler “bağımsızlaşır.”
Susan Rose-Ackerman ve Daniel Treisman gibi araştırmacılara göre, otoriter rejimlerde devlet ile organize suç arasındaki sınır zaten bulanıktır; rejim dağılırken bu sınır tamamen ortadan kalkar. Literatürde bu sürece “state fragmentation” (devletin parçalanması) deniyor.
Serdar Öktem, dün uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti.
Sonuçta rejimin eski güvenlik aygıtları — polis, istihbarat, mafya bağlantılı gruplar — kendi çıkarlarını korumak için şiddete başvurur. Erdoğan döneminde devletin çeşitli kademelerinde oluşan çıkar ağları tam da bu tanıma uyuyor. Uyuşturucu hatlarından ihalelere, kara para aklamadan yasadışı silah sevkiyatlarına kadar uzanan bir “gölge ekonomi” sistemi kuruldu. Bu sistemin hem koruyucusu hem de ortağı, güvenlik ve istihbarat içindeki “dokunulmaz” kadrolardı. Erdoğan sonrası dönemde bu ağ çözüldüğünde, çıkar sahipleri hesap vermek yerine birbirini susturmayı tercih edecektir.
Şiddetli çıkış sendromu
Guillermo O’Donnell ve Philippe Schmitter’in klasik geçiş teorisine göre, otoriter rejimler yıkılırken “sert çekirdek” (hardliners) ile “reformcular” (softliners) arasında çatışma çıkar. Bu süreçte “devlet içindeki mafyatik gruplar” genellikle devreye girer.
Suç örgütleri, eski rejimin gizli servisleriyle bağlarını kullanarak “cezasızlık garantisi” elde etmeye çalışır. Başarısız olduklarında, yani yeni dönemde yargılanma riski doğduğunda, şiddet tırmanır. Rusya, Arjantin, Filipinler ve Meksika örneklerinde iktidar çözülürken suikastlar, faili meçhuller ve çete infazları tam da bu mekanizma üzerinden artmıştır. Erdoğan rejimi de bu evreye girmiş görünüyor.
Bir yanda eski ittifakların çözülmesi, diğer yanda savcıların sessizliğiyle derinleşen güç boşluğu… Bu ortamda devlete en yakın duran mafya ve çete grupları artık yalnızca suç değil, hayatta kalma refleksiyle hareket ediyor.
Sedat Peker ve Çakıcı hattı: Gölge savaşın aktörleri
2010’ların ortasında “mafya” kelimesi hâlâ argo sayılır, en azından övünülecek bir durum olarak görülmezdi. Bugünse içişleri politikalarının, yargı kararlarının ve medya gündeminin tam ortasında. Sedat Peker’in ifşaları, Alaattin Çakıcı’nın “devletin yanındaki kahraman” olarak yeniden parlatılması ve son dönemde yükselen yerel mafya liderlerinin rahatça poz vermesi tesadüf değil.
Bu figürler, çökmekte olan rejimin sigortasıydı. Devletin elinin uzanamadığı alanlarda “görev” yaptılar; kimi zaman korku salarak muhalefeti susturdular, kimi zaman illegal fon akışlarını yönlendirdiler. Şimdi sistem çatırdarken bu yapılar, çıkarlarını korumak için yeniden kan dökme kapasitesine başvurabilir.
Mafya–Devlet sentezi: Devletin mafyalaşması
Louise Shelley ve Mark Galeotti gibi akademisyenler bu süreci “devletin suç örgütüne dönüşmesi” (criminalization of the state) olarak tanımlar. ‘Tek adam’ rejimlerinde mafya hem gayriresmî güvenlik aygıtı hem de para kaynağıdır. Dolayısıyla rejim çökerken bu gruplar ya intikam ya da dosya kapatma motivasyonuyla şiddete yönelir.
Örnek çoktur… Putin öncesi Yeltsin dönemi Rusya’sında KGB bağlantılı oligarklar arasındaki suikastlar zinciri; Mussolini sonrası İtalya’da eski faşist güvenlik mensuplarının mafyaya sığınması; Kolombiya’da Escobar döneminde devlet zayıfladığında kartellerin siyasi suikastlara yönelmesi…
Geçiş döneminin kanlı hesaplaşmaları
Siyasi sistem değişirken, eski rejimin gizli servisleri ve çeteleri genellikle iki yola başvurur: Belgeleri yok eder, tanıkları susturur, geçmiş suçların izini kapatır; rakiplerini veya itirafçı olabilecek kişileri ortadan kaldırır.
Bu nedenle suikastlar, “derin devletin kendi kendini imhası” olarak da görülür. Miloseviç sonrası Sırbistan’da gizli servis bağlantılı mafyaların birbirini öldürmesi; Arjantin’de “kirli savaş” döneminden kalan istihbaratçılara yönelik intikam saldırıları bunun örnekleridir. Eğer Türkiye’de rejim çözülme evresine girdiyse, literatüre göre şu riskler kaçınılmazdır:
Önce zincirleme suikastlar başlar; eski bağlantılar birbirini susturur. Ardından çete savaşları yoğunlaşır, devlet desteğini kaybeden mafyalar alan mücadelesine girer. Son aşamada ise “dosya temizliği” yapılır, yani kritik tanıklar ortadan kaldırılır.
Çözüm şeffaflık ve adalet mekanizmalarının güçlendirilmesi
Bugün Türkiye’de peş peşe yaşanan karanlık suikastlar, “devlet içi temizlik” izlenimi veren cinayetler ve organize suç yapılarının yeniden sahneye çıkması, bu tarihsel döngünün habercisi. Bu tablo bize özgü değil; her otoriter rejimin çöküş aşamasında görülen sistematik bir olgu.
Geçiş dönemlerinde şiddeti azaltmanın tek yolu şeffaflık ve adalet mekanizmalarının güçlendirilmesidir. Aksi halde “derin devlet” kendi kendini temizler — ama bu temizlik, demokrasi değil kan getirir.
Bu yüzden Türkiye’nin önündeki asıl soru sadece “Erdoğan gider mi?” değil; “Erdoğan sonrası devleti kim kontrol edecek?”
Esas soru bu. Eğer bu boşluk hukukla doldurulmazsa, onu silah doldurur.
Aman dikkat!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***