TARIK TOROS | YORUM
Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümü henüz tamamlanmadı; fakat 2025 yılı siyaseten mühim bir kırılma ve aydınlanmadır. Şu oldu: İktidarın seçim-sandık denklemindeki “meşruiyet boyası” döküldü. Artık iktidar yanlıları da mevcut yönetimi “sandık sonuçlarıyla” açıklamıyor; telaffuz dahi etmiyor…
Çünkü yirmi üç yılın sonunda bir türlü değişmeyen ve değiştirilemeyen bir tek parti iktidarı var. Hemen her alanda dibe vurmuş bir ülkede ve faturanın lidere kesilmediği bu iklimde, pozisyonunu yitirmemek için elindeki tüm araçları hoyratça, kural tanımadan ve orantısız biçimde kullanan bir rejim oluştu.
Tüm kritik süreçler bu amaç doğrultusunda ustaca yönetildi ve -üzgünüm- mevcut demokratik araçlarla değiştirilemeyecek bir noktaya ulaşıldı.
İşte 2025 yılı -ve özellikle ilk yarısı- iktidarın amaç ve niyetlerini görmeyen gözlere sokmakla kalmadı; rejimin en büyük işbirlikçisinin örgütlü muhalefet güçleri olduğunu açığa çıkardı. Buna elbette medyayı da eklemek gerekiyor (iktidar basınını kastetmiyorum elbette.)
***
Türkiye yönetimi bugün ikiye ayrılmış durumda: Halkına zulmeden bir iktidar ve inim inim inleyen yurttaşın gazını alan muhalefet. İki yapı birlikte ülkeyi yönetiyor, rol dağılımı açık.
Başlangıçta yurtsever niyetlerle yola çıkmış küçük partiler ve sempatizanları, zamanla presleniyor; ülkenin yetişmiş insan gücü toplumsal düzenden atılmakla kalmıyor, küstürülüp kaçırılıyor.
Sosyalist, milliyetçi, Atatürkçü, İslamcı duygular bu uğurda ustaca istismar ediliyor. Çünkü istismarcıların bunların yerini dolduracak yeni argümanları yok. Yakın tarih ve resmi anlatı buna göre kurgulanıyor; masallarla süsleniyor ve toplumsal bilince ustaca kazınıyor.
Demem o ki, işimiz zordur. Yerleşik argümanların hayli destekçisi var ve doğru tuşlara basarak yürümek, mesajınızı geçirmek zorundasınız. Yani yapı ayaktayken onu onarıp -ki bu artık pek olanaklı değil- yeniden inşa edeceksiniz. Zordur, çok zordur.
***
Diğer yönüyle de başka bir kavga götürülüyor: “Tamam, ülkeyi el birliğiyle raydan çıkardık; şimdi tekrar rayına koyalım.” mücadelesi bu.
Açayım: Bugün Türkiye’de iktidarı elinde tutanların en büyük korkusu -hatta kâbusu- bunu kaybetmek. Bu uğurda her şeyi yapabilecek sayıları yüzbinleri bulan, örgütlü ve silahlı bir yapılanmaları var. Hemen aklınıza çeteler gelmesin. Çeteleşmiş bir devletten bahsediyorum, kolluk ve yargı gücü emrinde olan mafyatik bir örgütten. Resmi anlatı ve kabullerle “yasal dayanaklarını” oluşturmuş bir grup bu.
Gelgelelim, yönetimi “önceki ayarlara getirme sözüyle” devralmayı murat edenlerin niyeti sahih midir, kuşkuluyum. Mevcut yetkilerle devralıp kendi düzenlerini inşa etmeyi umuyorlar. Ne siyasal ve toplumsal düzende, ne yargı ve bürokraside, ne de fikir hürriyeti alanında bir ilerleme hesap ediyor değiller. Kadroları da yok. Öyle olsaydı, birkaç gölge kabinenin ülke problemlerini masaya yatırıp çözüm üretmesi icap ederdi. Ne çare, partilere aktarılan yüz milyonlarca lira hazine yardımının bir bölümü bile bu yönde harcanmıyor.
***
Sarayın epeydir devreye soktuğu oyun planı ile devam edelim, kaldı ki bu bir devlet sırrı değil:
Türkiye’de iktidar sahiplerinin seçim dönemine kadar halkın tercihleri umurunda değildir, olmadı da. Şu günlerde apaçık görülüyor ki, Başkanlık Sarayı elitlerle anlaşmayı yeterli görüyor. O sebeple, ne referandumdan ne de gerçek bir seçim sandığından söz edilebilir. Saray için en önemli konu, parlamento matematiği. Elde hesap makinesi, 400’ü nasıl buluruz hesabı yapılıyor. Erdoğan’ın 2015 yılında seçim meydanlarında, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün!” sözünü hatırlayalım. Halk vermeyince o da parlamentoda deniyor. Başarılı da oluyor.
Erdoğan referanduma gitmez, gidemez. Çünkü nasıl ambalajlanırsa ambalajlansın, bir referandum Saray için güven oylaması olacak ve her halükârda kaybedecek.
Elitlerle işbirliğinden kastım da bu… Parlamentoda 400’ü bulmak daha kolaydır.
Dikkat ederseniz, muhalefet unsurlarına hiçbir şey verilmediği halde bu rakama yaklaşılmış, belki de aşılmıştır.
***
Şimdi sadede gelelim: Korkarım bu koşullarda sandık gelmeyecek ve Erdoğan hiçbir zaman sandığa hazır olmayacak. Karşısındaki halk hareketi büyüdükçe, mutsuzluk ve öfke arttıkça, muhalefet partilerini devşirmeye, her şeyi Meclis’te bitirmeye çalışıyor.
Önünde iki buçuk yıl var ve Meclis’i dönüştürmesi, halkı ikna etmekten çok daha kolay. Kamuoyu yoklamalarında hiçbir karşılığı kalmamış Davutoğlu, Babacan, İYİ Parti ve renksiz lideri üzerinden oyun kuruyor.
***
Bu noktada DEM Parti’ye ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Erdoğan her defasında tek rakip belirleyip oklarını oraya yönlendirir. Geçmişte bu, Kürt siyasal hareketiydi (HDP). CHP ise 15 Temmuz’un ardından inşa edilen ucube düzene katkı sunarak rejime destek veriyordu. Şimdi CHP ateş altında, DEM Parti iktidarla bir süreç götürüyor.
“Tek rakip” stratejisi önemli çünkü aksi olsaydı, karşısındaki güçler birleşebilir ve Erdoğan’ın en büyük korkusu hayata geçirilebilirdi. Bunu ben buradan görüyorsam, Türkiye’deki muhalefet unsurlarının görmemesi olanaksız.
Peki ezber bozan programıyla öne çıkan ve rejim söylemine mesafeli DEM Parti hareketi, bir yılı aşkın süredir hiçbir kazanım elde edemediği halde neden “süreç yara almasın” diye özel bir çaba gösteriyor?
Belki de “kazanım”, kayyım uygulamasının süreç boyunca askıya alınmış olması, ölen PKK liderlerine anma törenlerine, TBMM’de “Biji Serok Apo” (Yaşasın Başkan Apo) gibi sloganlara ses çıkarılmaması gibi yalancı bir bahardır.
Siyaseten bu gerekçe makul sayılabilir veya sayılmaz, konu bu değil. Yani, “Zorbalarla ateşkes, kaybedilecek bir savaştan daha evladır” diyebilirler. Yine, mevcut iktidar devrilip yenisi geldiğinde oturacak masa bulamayacaklarını da düşünüyor olabilirler.
Dedim ya, bunlar politik açıdan makul ve anlaşılabilir görülebilir. Lakin seçmenin bunu bilmeye hakkı vardır.
Anlatmaya çalıştığım tam da bu. Bu gidişle, 2025’in son çeyreği ve 2026’nın ilk yarısında siyasal açıdan sürpriz beklemiyorum.
Asıl sonrasına bakıyor ve endişeleniyorum.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***