AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
İktidarın vermek istediği mesajı anlamak istemeyenler için tekrar edelim: Türkiye’de her muhalif, sırayla aynı suçlamaları “tadacaktır.”
Yani her muhalif;
- Terör örgütü üyeliği suçlamasını,
- Casusluk suçlamasını,
- Anayasal düzeni ortadan kaldırma suçlamasını,
- Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasını,
- Dış güçlerle işbirliği suçlamasını,
- Kamu görevine sızma suçlamasını,
- Terör propagandası suçlamasını,
- “Terör iltisakı” yaftasını…
Ve bunlarla birlikte adaletin sessizliğini, toplumun suskunluğunu, siyasetin menfaat hesabını da tadacaktır. Ne yazık ki, tüm bunların iftira olduğunu anlatamamanın çaresizliğini de ayrıca öğrenecektir.
“Nereden biliyorsunuz?” diyenler için söyleyelim: Yaşadığımız için biliyoruz!
“Casusluk” Evresi
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan “casusluk” soruşturması kapsamında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve gazeteci Merdan Yanardağ 27 Ekim 2025 tarihinde “siyasal casusluk” suçlamasıyla tutuklandı. Aynı soruşturma kapsamında, muhalif yayınlarıyla bilinen TELE1 TV kanalına da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ‘kayyım’ olarak atandı.
TMSF tarafından görevlendirilen kayyım heyetinde, Erdoğan hükümetine yakın Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapan İbrahim Paşalı’nın yer alması şaşırtıcı olmadı. TELE1’in muhalif yayın çizgisini aynı gün değiştirmesi ise operasyonun amacını açıkça ortaya koydu: Muhalif sesleri susturmak.
Gazeteci Merdan Yanardağ ve TELE1 TV kanalına yöneltilen “casusluk” suçlamasının herhangi bir somut delile dayanmadığını, saçma sapan denilecek varsayımlarla, Cemaat’i susturmak için yıllardır kullanılan bu yöntemin bu sefer de CHP’liler için devreye sokulduğunu gösteriyor.
Erdoğan hükümeti ve onun yönlendirdiği yargı kurumları, “terör” kavramını suistimal ederek ve bir ‘silah’ gibi kullanarak muhalif kesimleri hedef alıyordu. Bugün aynı mekanizma “casusluk” suçlaması üzerinden muhaliflere saldırıyor. Casusluk, terör, anayasal düzeni yıkmak gibi suçlamaların amacı adaleti sağlamak değil, ortaya çıkardığı ‘gürültü’ sayesinde muhalefeti sindirmek ve ekonomik varlıklar üzerinden kontrol sağlamaktır.
Türkiye’de son yıllarda farklı toplumsal kesimlere yönelik davaların ortak özelliği, yargının bağımsız bir kurum olmaktan çıkarılıp iktidarın politik çıkarlarına hizmet eden bir araç haline getirilmesidir. Gerek Gülen Hareketi’ne karşı yürütülen sözde “terör” davaları, gerekse İmamoğlu ve TELE1’e yönelik “casusluk”
operasyonu, aynı siyasi mantığın ürünüdür: İktidar eleştirisini bastırmak ve muhalif alanı tamamen yok etmek.
“Kayyım Rejimi”nin Yaygınlaşması
TELE1’e kayyım olarak atanan İbrahim Paşalı’nın geçmişi bu tabloyu pekiştiriyor. Paşalı, 2016 ve 2017 yıllarında Gülen Hareketi’ne yönelik hukuksuz “terör” soruşturmaları kapsamında Aynes Gıda, ATK Global Pazarlama, Sena Kablo Sanayi gibi 38 şirkete aynı anda kayyım olarak atanmıştı. Yaklaşık on yıldır benzer operasyonlarla onlarca şirkette kayyım olarak bulunan Paşalı’nın şimdi de TELE1’in başına getirilmesinin, hükümetin muhalif medyayı tamamen kontrol altına alma stratejisinin yeni bir adımı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bugün yaşananlar, 2014’te başlayan ve 2016 sonrası dönemde sistemleşen “kayyım rejimi”nin artık sadece ekonomik alanda değil, siyaset sahasında da sistematik olarak uygulandığını gösteriyor. O dönemde “terör” bahanesiyle el konulan şirketler, şimdi “casusluk” suçlamasıyla susturulan medya organları ve tutuklanan muhalif siyasetçilerle benzer bir kaderi paylaşıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de bugün “casusluk” bahanesiyle yapılanlar, dün “terör” gerekçesiyle yapılanların tekrarıdır. Değişen sadece kullanılan suçlama kalıplarıdır. Amaç ise aynı: Muhalifleri susturmak, eleştiriyi bastırmak, ekonomik ve toplumsal alanı mutlak kontrol altına almak.
Sorun “Cemaat” Değil, Kriminalizasyon Siyaseti
Muhalefetin ve CHP’nin olayları okuma, anlama ya da anlamlandırma sorunu var. İktidarın hamlelerini “Cemaat” üzerinden okumak hem gerçeği çarpıtmaya hem de kamuoyunun dikkatini asıl yapısal sorundan uzaklaştırmaya neden oluyor.
Sorun ve sorunun kaynağı Cemaat değil; sorun, hukukun araçsallaştırılması ve muhalefetin topyekûn kriminalize edilmesi gerçeği, sorunun kaynağı ise iktidarın bizzat kendisidir.
CHP, meseleyi yalnızca “Cemaat” merceğinden tartıştığında, farkında olmadan iktidarın kurduğu oyunun içinde kalıyor. Oysa yapılması gereken, kimliği, geçmişi ya da siyasi aidiyeti ne olursa olsun herkes için geçerli bir adalet dili kurmaktır.
Çıkış yolu bellidir: İlkesel dayanışma. Hukuksuzluk kimin başına gelirse gelsin, aynı hakları, aynı standartları, aynı adaleti talep etmek…
Aksi halde bugün TELE1’in ve Ekrem İmamoğlu’nun yaşadığı hukuksuzluk, yarın başka bir muhalifin, ertesi gün başka bir toplumsal grubun kapısını çalacaktır.
Hukuk devleti, ilkesel tutarlılığın adıdır. Kişilere göre değil, ilkelere göre savunulduğunda yaşar.
Ve unutulmamalıdır ki, ilkesizlik, adım adım otoriterliğin lehine işler.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































