DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
2008’de faaliyete geçen Silivri Cezaevi daha çok meşhur politikacı, yazar, düşünce adamı ve gazetecilerin hapsedildiği bir hapishane olarak tanınıyor. Hatta bazen iktidara yönelik bir eleştiri yapılmak istendiğinde hemen akıllara “Şimdi Silivri soğuktur!” ifadesi geliyor.
Tarihimizde Silivri’den önce Yassıada, Ziverbey Köşkü, Mamak ve Diyarbakır cezaevleri bilinse de Osmanlı’nın son dönemlerinin meşhur hapishanesi “Bekirağa Bölüğü” idi. Bu “tevkifhane” Abdülhamit, İttihat ve Terakki ve Mütareke devirlerinde birçok kişiye ev sahipliği yaparak büyük bir şöhrete kavuşmuştu.
BİR HAPİSHANEDEN ÖTE
Bekirağa Bölüğü aslında bir efsane gibi daha çok hatıra eserlerde bahsedilen bir yerdir. Genellikle popüler tarih yazarları bu hapishaneden bahsetmekte ve daha çok Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İngilizlerin isteğiyle tutuklanan ve daha sonra da Malta’ya sürülen milletvekili, gazeteci ve yazarlardan dolayı gündeme gelmektedir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Bekirağa Bölüğü hakkında ilk müstakil yayın “sâbık maarif memurlarından” Süleyman Sırrı tarafından “Bekirağa Bölüğünde: Orada Neler Gördüm” adıyla yapılmıştır (Dersaadet, 1335, Hukuk Matbaası). Bu kitap 47 sayfa olup Süleyman Sırrı’nın Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldığı günlere ait hatıra ve gözlemleri yer almaktadır.
Sonraki yıllarda ise gazeteci ve popüler tarih yazıları da yazan Feridun Kandemir, Resimli Tarih Mecmuası’nda 1955 yılında konuyla ilgili bir makale yayınlamış ve onu yıllar sonra Taylan Sorgun’un eseri takip etmiştir. Konuyla ilgili olarak bilimsel dergilerde yayınlanan makaleler de genellikle hatıra eserlere dayanmaktadır.
Konunun sadece hatıralardan hareketle ortaya konulmasının temel nedeni, Osmanlı Arşivleri’nde Bekirağa Bölüğü ile ilgili belge bulunmamasıdır. Nitekim yaptığımız taramada bu hapishaneyle ilgili arşivde sadece iki belgeye ulaşmak mümkün oldu.
Birinci belge 1919 Ekim ayına yani Mütareke Devri’ne ait olup Bekirağa Bölüğü’nde “mevkuf” Kastamonu valisinin tutuklanma nedeni sorulmaktadır (Osmanlı Arşivleri, DH.KMS, 53/46, H.11.1.1338). 1921 yılına ait olan ikinci belgede de Çatalca’da çetecilik suçundan yakalanan ve Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanacak çetecilerin “daha güvenli olduğundan Bekirağa Bölüğü’ne konulmaları” istenmektedir (DH.MB.HPS, 100/2, H. 20.10.1339).
Bekirağa Bölüğü denilen yer, günümüzde İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılan eski “Harbiye Nezareti’nin” Süleymaniye tarafındaki iki katlı binasıydı. Resmi adı “İstanbul Muhafızlığı Dairesi” olsa da daha çok “Bekirağa Bölüğü” adıyla meşhur olmuştu. 1870’ten 1922’ye kadar tutukevi olarak kullanılan bina, adını “zalimliği ve işkenceleriyle” şöhret kazanan ilk müdürü Binbaşı Bekir Ağa’dan almıştı. Binada daha önce bazı askeri daireler ve inzibat bölüğü koğuşu yer almaktayken Abdülaziz’in hükümdarlığının son yıllarında bir hapishaneye dönüştürülmüştü.
BEKİR AĞA’NIN HİKAYESİ
1817’de İzmir’in Bayındır kazasında doğan ve güçlü kuvvetli oluşuyla öne çıkan Bekir Ağa, yirmi yaşında dağa çıkmışsa da daha sonra vazgeçerek askere gitmişti. Kırım Savaşında ve Girit isyanında savaşan Bekir Ağa önce onbaşılığa sonra da çavuşluğa terfi etmiş daha sonra da teğmen yapılmıştı.
Binbaşılığa kadar terfi eden Bekir Ağa sonradan sadrazam da olacak Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından öne çıkan otoriterliği nedeniyle askeri hapishane müdürlüğüne tayin edilmişti. Bekir Ağa burada büyük bir şöhrete kavuşmuş, kumandanlığını ve müdürlüğünü yaptığı hapishane, kapatıldığı zamana kadar onun adıyla anılmıştı.
Kandemir’in ifadesiyle “Yemen’de bile yola gelmeyen neferden zabitten müşire kadar…” asker ve çok önemli görevler üstlenmiş siviller için “bir nevi ıslahhane” olarak görülmüştü. Bu durum Bekir Ağa’nın devlet adamlarının, sarayın ve padişahın takdirini kazanmasını ve önemli bir nüfuza kavuşmasını sağlamıştı. Bir rivayete göre de görevinden ayrılmak istediği zaman da Abdülhamid bölüğüyle alakasını kesmemek şartıyla bu isteğini kabul etmişti.
Süleyman Sırrı’nın kaleme aldığı kitabın kapağı
Bekir Ağa hapishaneye düşen kişilere çok kötü muamele ediyor, şiddet uyguluyor ve işkence yaptırıyordu. Bu nedenle hapishaneden çıkanlar, burada yaşadıklarını dehşet içinde anlatıyorlardı. Bekir Ağa’nın başında bulunduğu hapishanenin öne çıkan diğer yönü de rejim muhaliflerinin cezalandırıldığı yer olmasıydı. Abdülhamid devrinin “siyasi ve fikir suçluları” da Bekir Ağa’nın insaf ve merhamet tanımayan uygulamalarına teslim ediliyordu.
Elbette her şeyin bir sonu olduğu gibi Bekir Ağa’nın müdürlüğünün de sonu gelmişse de ondan sonra da benzer uygulamalar devam etmiş, bu hapishane Abdülhamid’den sonra hem İttihat ve Terakki hem de Mütareke devrinde muhaliflerin korkulu rüyası olmuştu.
HER DEVRİN İNTİKAM ARACI
Abdülhamid rejimini sona erdiren İttihatçılar da Bekirağa Bölüğü’nden vazgeçmediler. Birçok muhalifi burada hapsederek onları “ıslah etmeye” çalıştılar. Rejim değişse de Bekirağa Bölüğü değişmemiş, Meşrutiyet devrindeki yeni misafirler de sonraki yıllarda yayınladıkları hatıralarda oradaki acımasız uygulamaları gözler önüne sermişlerdir.
İttihatçılar 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) sonrasında isyancılardan yakalananlar, İttihad-ı Muhammediye Cemiyeti mensuplarını ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası önde gelenlerini buraya hapsettiler. İttihatçıların ikinci büyük tutuklama dalgası da Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikasta kurban gitmesi (11 Haziran 1913) sonrasında olmuş ve olayla ilgili ilgisiz pek çok muhalif tutuklanarak buraya konulmuştur.
Süleyman Sırrı eserinde Bekirağa Bölüğü’nde uygulanan işkenceleri anlatmaktadır: “Dayağın şayanı dikkat olanı domuz topu idi. Bacaklar zorla ön taraftan enseye kadar çevrilip bağlanır sonra rast gelen sopayı patlatırlar; dayak yiyenlerin ekserisi bayılır, üzerine bir teneke su döküp ayıltırlar, bir sigara ikram ederler. Her dayaktan sonra yerler kan içinde kalırdı. Bililtizam, mevkuflara, birbirine dayak attırırlardı” demektedir.
Bu dönemde Bekirağa Bölüğü’nde mahpusların el ve ayak tırnaklarını söktürdüğü için “Tırnakçı” lakabıyla tanınacak Salim Bey kumandan olarak görev yapmaktaydı. Rıza Nur’un “Salim değil Zalim” dediği Salim Bey de Bekir Ağa’nın Abdülhamid adına yaptığı uygulamaları bu sefer İttihat ve Terakki adına yapıyor, işkencenin here türlüsü “birer haşerat yuvası olan, bitleri bitmek bilmeyen” hapishanede devam ediyor ve çoğu zaman olduğu gibi “gelen gideni aratıyordu”.
1912’de bu hapishanede kalan Süleyman Nazif, yağmur yağdığında koğuşları su bastığını, bir koğuşta otuz kişinin kaldığını, mahkumların çoğunun kolera olduğunu yazacak ve buranın hayvan barınağı bile olamayacağını ilave edecektir.
SIRA İTTİHAÇILARDA
1918’de Mondros Ateşkesinin yapılması sonrasında Bekirağa Bölüğü’nün yeni misafirleri, bir dönem ellerindeki iktidar gücüyle muhaliflere her türlü zulmü reva gören İttihatçılar oldu.
Elbette İttihatçılar yanında Kuva-i Milliye taraftarları da burada tutuklu olarak kaldılar. İttihatçıların kudretli liderleri Enver, Cemal ve Talat paşalar ülkeyi terk ettiklerinden Bekirağa Bölüğü’nde kalmasalar da 1919 ocak ayından itibaren pek çok İttihatçı tutuklanarak buraya konuldu.
Bekirağa Bölüğü’nün bu yeni misafirleri arasında eski Sadrazam Prens Said Halim Paşa, eski şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Mebusan Meclisi Reisi Halil Bey (Menteşe), eski bakanlar Şükrü, Ahmet Nesimi ve İbrahim beylerle birlikte birçok milletvekili, Kut zaferinin komutanı, Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa (Kut) ve Çanakkale Zaferi ve Şark cephesi komutanlarından Vehip Paşa (Kaçı) ve eski III. Ordu Komutanı Mahmut Kâmil Paşa gibi bir dönemin meşhur isimleri yer alıyordu.
Ayrıca Ziya Gökalp, gazeteciler Ahmet Emin (Yalman), Hüseyin Cahid ve Yunus Nadi de tutuklananlar arasındaydı. Ali Fethi Bey de (Okyar) İttihatçı liderlerin kaçışına göz yumduğu gerekçesiyle tutuklanıp burada kalacak hatta hapiste iken M. Kemal Paşa tarafından iki defa ziyaret edilecektir. Bu tutuklamalar Bekirağa Bölüğü’nün hıncahınç dolmasına neden olmuş ve tevkifhane, günlerce dönemin basını tarafından gündeme taşınmıştı.
Tutuklular ‘Ermeni tehcir ve taktili’ ve Birinci Dünya Harbi felaketi suçlamasıyla yargılanmış; Halil Paşa (Kut) ve Küçük Talat (Muşkara) kaçmayı başarsa da bir kısmı İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmişti. Kaderin garip bir cilvesi olarak İngilizler, üç yıl sonra 17 Kasım 1922’de kendilerine sığınarak Türkiye’yi terk eden son padişah Vahdeddin’i de ilk önce Malta’ya götüreceklerdir.
BEDİÜZZAMAN DA KALDI
31 Mart Olayı sonrasında İttihatçılar, olayla ilgili gördükleri birçok kişiyi tutuklayarak Bekirağa Bölüğü’nde hapsettiler. Bu kişilerden birisi de 31 Mart Olayı’nın kışkırtıcısı olmakla itham edilen Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesinde yazıları yayınlanan ve İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Bediüzzaman Said Nursi oldu.
O döneme ait bazı hatıralardan Said Nursi’nin sonrasında hakkında idam kararı verilen ve karar infaz edilen Kabasakal Mehmet Paşa ile aynı koğuşta kaldığı ve kendi anlatımlarından; öteki koğuşlarda kalan mahkumların ağır işkence ve dayaklara maruz kaldığına şahitlik ettiği görülmektedir.
Bediüzzaman’ın Bekirağa Bölüğü’nden serbest kalmasını sağlayan beraat haberi İttihatçıların yayın organı Tanin’de 24 Mayıs 1909’da şöyle duyurulmuştu: “Bediüzzaman Said-i Kürdi Efendi mukaddemen vaki olan ihbaratın, saniadan (uydurma) ibaret olduğu ve bilakis mumaileyhin tesis-i meşrutiyette hidemat-ı ber güzidesi sebk eylediği tahakkuk eylemekle, tahliye edilmiştir” (Tanin, 11 Mayıs 1325).
Bekirağa Bölüğü son mahkûmlarını 1922’de ağırladıktan sonra boşaltıldı ve Seraskerlik binasıyla birlikte İstanbul Darülfünununa devredildi. 1950’li yıllarda da üniversite yönetimi bu binayı yıkarak yerine laboratuvar inşa ettirdi.
İşte Osmanlı döneminde muhaliflerin ve fikir suçlularının hapsedildiği Bekirağa Bölüğü böyle bir hapishaneydi. Bu hapishanede yaşanan dramlar ve işkenceler, gazeteler ve hatıra eserler vasıtasıyla kamuoyuna yansımış, her zaman şikâyet konusu olmuş ve halk arasında büyük bir korkuya yol açmıştı. Bütün bunlara rağmen Bekirağa Bölüğü’ndeki işkenceler hiçbir zaman resmen kabul edilmemiştir.
Bekirağa Bölüğü’nün en dikkat çekici yönü, her iktidarın muhalif gördüğü isimleri çeşitli iddialarla burada hapsederek ağır zulümlere maruz bırakmasıydı. Abdülhamid “cemiyet-i fesadiye” olarak gördüğü İttihatçıları hatta dolaplarında “Fransızca kitaplar” bulunan genç askerî tıbbiyelileri buraya gönderirken İttihatçılar da 31 Mart Olayı ve M. Şevket Paşa suikastı sonrasında muhaliflerini buraya gönderdiler. Ancak Bekirağa Bölüğü’nün son misafirleri de iktidarı kaybettikten sonra Mondros Ateşkesi sonrasında başlayan seri tutuklamalar sonrasında yine kendileri oldu.
Kaynaklar: Osmanlı Arşivleri, DH.KMS, DH.MB.HPS; Süleyman Sırrı (1335), Bekirağa Bölüğünde: Orada Neler Gördüm, Dersaadet, Hukuk Matbaası; Sorgun, T. (2017), Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, İstanbul, Kaynak; Kandemir, F. (1955), “Eski Politikacıların Korkunç Tevkifhanesi: Bekirağa Bölüğü”, Resimli Tarih, S. 66, s. 3882-3885; Kısıklı, E. (2006), “Mütareke Dönemi M. Kemal Paşa ve Bekirağa Bölüğü”, s. 109-123, Çulcu, M.; “Bekirağa Bölüğünden Anılar”, Zindanlar ve Mahkûmlar (E. G. Naskali, H. O. Altun); İstanbul, Babil Yayınları; Ülker, B. M. (2003), “Hapishanelerin Piri Bekirağa Bölüğü’nde” Hürriyet Tarih, s. 18-19.
Anahtar Kelimeler: Bekirağa Bölüğü, Silivri Cezaevi, Abdülhamid, İttihat ve Terakki.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































