YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
ABD Başkanı Donald Trump ulusal muhafızları başkent Washington DC’den sonra Demokratların kalesi sayılan Chicago’ya yollayacağını açıkladı. Dünyanın öbür ucunda Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da yargıyı sopa olarak kullanıp tüm muhaliflerini eziyor. Farklı kıtalarda, farklı siyasi geleneklerden gelen bu liderlerin yöntemleri şaşırtıcı biçimde benzer: Demokratik kurumları devre dışı bırakıp, gücü tek merkezde toplamak.
ABD Başkanı Donald Trump’ın sağlığıyla ilgili söylentiler Washington’u çalkalarken, Trump kameraların karşısına çıkarak net bir mesaj verdi: “Ben buradayım ve güçlüyüm.” Ama bu açıklama, Trump’ın ikinci döneminde içine düştüğü çelişkiyi de ortaya koyuyor: Yaşlanan, yıpranan bir lider görüntüsü ile sertlik ve otorite gösterileriyle ayakta kalmaya çalışan bir siyasetçi.
Son adımı bunun kanıtı: Chicago’ya Ulusal Muhafız göndermek. Başkan Trump Oval Ofis’te, “Giriyoruz. Ne zaman gireceğimizi söylemedim. Bu siyasi değil, benim sorumluluğum” dedi. Oysa gerçek çok farklı: Bu tamamen siyasi bir hamle.
Şehirleri İşgal Etme Stratejisi: Algı Gerçeğin Yerini Alıyor
Trump, ikinci döneminde adeta otoriter bir lider gibi davranıyor. Demokratların yönettiği şehirleri “kanunsuz bölgeler” olarak yaftalıyor ve tabanına “Sadece ben düzen getirebilirim” mesajı veriyor. Önce Washington, şimdi Chicago… Ardından Baltimore ve Los Angeles hedef olarak zikrediliyor.
Chicago sembolik bir örnek: Demokratların kalesi ve zaman zaman şiddet olaylarıyla manşetlere çıkan bir şehir. Ama gerçekler Trump’ın çizdiği tabloyu doğrulamıyor. 2025 yazı itibarıyla Chicago’daki şiddet suçları yüzde 23 azalmış durumda. Washington DC’de bir önceki yıla oranla yüzde 33 azalmıştı.
Trump için ise gerçekler değil, algı önemli.
Eyalet Haklarını Tanımamak: Kaos Kapıda
Illinois Valisi JB Pritzker, Trump’ın planına karşı net mesaj verdi: “Trump’ın insanların haklarını elinden almasına izin vermeyeceğim.” Belediye Başkanı Brandon Johnson da yerel polise federal güçlerle işbirliği yapmama talimatı verdi.
Trump bu itirazlara rağmen asker gönderirse, modern Amerikan tarihinde nadir görülen bir tablo ortaya çıkacak: Aynı şehirde iki otorite. Bir tarafta Trump’ın askerleri, diğer tarafta valinin ve belediyenin polisleri… Sonuç: Kaos ve sokak gerilimi.
Otoriterliğin Evrensel Formülü
Trump’ın stratejisi tanıdık: Popülist ve otoriter liderler, dış düşman bulamadıklarında içeride “güvenlik tehdidi” icat eder ve silahlı güç gösterisiyle “otorite” imajı yaratır. Chicago’ya asker göndermek, Trump için bir güvenlik planı değil, siyasi bir mühendislik projesi. Ekonomide, göçmen krizinde ve dış politikada zorlanan Trump, “Ben güçlü liderim” mesajını ordu üzerinden veriyor.
Türkiye’de tablo farklı değil. Erdoğan rejimi de yargıyı sopaya dönüştürüyor. Son dönemde ana muhalefet partisine yönelik operasyonlar bunun açık örneği. Muhalefeti zayıflatmak, siyaset alanını daraltmak ve tüm gücü tek elde toplamak için mahkemeler, savcılar ve kolluk kuvvetleri iktidarın aparatı hâline geliyor. İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, yargının siyasallaşmasının çarpıcı bir göstergesi.
Otoriterlik Küresel Bir Sorun
Biri Chicago sokaklarına asker yollamakla tehdit ediyor, diğeri siyasi partileri “terör” yaftasıyla sindiriyor. Trump’ın askerleriyle, Erdoğan’ın yargısıyla yaptığı şey aynı: Kurumları etkisizleştirip, otoriteyi kendi ellerinde toplamak.
Otoriterlik yerel değil, küresel bir siyasetin yöntemi. Liderler değişiyor, coğrafyalar farklılaşıyor ama yöntem aynı: Gücü tek elde toplamak için kurumları aşındırmak.
Demokrasilerin yaşaması için tek çare, kurumların bağımsızlığını korumak ve liderlerin keyfi kararlarına direnç gösterebilmektir. Aksi takdirde, otoriter refleksler önce alışkanlığa, sonra da rejimin temel kuralına dönüşür. Bu yüzden Chicago tartışması sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda Amerika’nın demokrasi sınavı olarak görülüyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***