İDRİS GÜRSOY | YORUM
“Önce sosyalistler için geldiler, sesimi çıkarmadım. Çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sesimi çıkarmadım. Çünkü ben sendikacı değildim.
Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım. Çünkü ben Yahudi değildim. Sonunda benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Bu dizeleri duymayan çok azdır. Ama arkasındaki hayat hikâyesini bilenler o kadar da çok değildir. Bu sözler, Nazi Almanyası’nda önce Hitler’i destekleyen, sonra rejimin karanlığını fark edip direnişe geçen bir rahibe, Martin Niemöller’e aittir.
Onun hayatı, bugün özgürlükten ve demokrasiden yana olduğunu söyleyen herkesin tekrar dönüp bakması gereken bir aynadır. Çünkü Almanya’da yaşananlar, sadece geçmişte kalmış bir trajedi değil; sessizlikle büyüyen suçların hâlâ kendini tekrar eden hikâyesidir.
Protestan rahipten direnişçiye
1892 doğumlu Niemöller, Birinci Dünya Savaşı’nda deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş sonrası teoloji eğitimi alarak Protestan rahip oldu. 1930’ların başında Hitler’in yükselişini, milliyetçi bir rahip olarak başlangıçta sempatiyle karşıladı. Ancak çok geçmeden Nazi rejiminin kiliseyi tekeline almak istediğini gördü.
Hitler, “Alman Hristiyanlığı” adı altında Protestanlığı tek tipleştirmeye çalışıyordu. Buna karşı Niemöller, 1934’te “İtirafçı Kilise”yi (Bekennende Kirche) kuranlar arasında yer aldı. Bu hareket, Hristiyan inancının Nazi ideolojisiyle asla bağdaşamayacağını ilan ediyordu.
O günden sonra Gestapo’nun hedefindeydi. 1937’de tutuklandı. Vaazlarında Hitler’i eleştirmesi, kutsal metinlere sansür koymayı reddetmesi, vicdan özgürlüğünü savunması Naziler için kabul edilemezdi. 1945’e kadar tam 8 yıl boyunca Sachsenhausen ve Dachau toplama kamplarında kaldı.
Sessizliğin suç ortaklığı
Niemöller’in hikâyesi sadece onun cesaretiyle değil, diğer kilise liderlerinin suskunluğuyla da anlam kazanır. O yıllarda hem Katolik hem de Protestan kiliselerinin büyük bölümü Hitler’e ya destek verdi ya da sessiz kaldı. Bu sessizlik, soykırımın önünü açtı.
Bugün Türkiye’de de benzer bir tablo yaşanıyor. 2016’dan bu yana milyonlarca insan fişlendi; yüzbinlerce kişi işinden atıldı, tutuklandı, sürgüne zorlandı. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar da bu zulmün dışında tutulmadı.
Martin Niemöller
Ama bütün bunlar olurken, kendisini “muhalif”, “aydın”, “laik”, “milliyetçi” ya da “dindar” olarak tanımlayan kesimlerin çoğu sessiz kaldı. Hatta bir kısmı, bu hukuksuzlukları alkışladı. Bu sessizlik, yalnızca Cemaat mensuplarına yapılan zulmün devamını sağlamakla kalmadı; iktidarın elini güçlendirerek tüm topluma yönelteceği baskıların da altyapısını hazırladı. Bugün sırayla gazeteciler, sanatçılar, muhalif kesimler susturuluyor.
Kimlik değil, ilke
Niemöller’in sözleri bir kimliğin değil, bir ilkenin savunusudur: Zulüm, size benzemeyenleri hedef aldığında sessiz kalmak, zulme ortak olmaktır. Bir hukuk devletinde hiç kimse sadece inancı, kimliği ya da aidiyeti yüzünden hedef alınamaz. Bu ilke, herkes için geçerlidir.
Martin Niemöller’in hayatı, geç de olsa hakikati görmenin, uyanmanın ve bedel ödemeyi göze almanın sembolüdür. Onun hikâyesi, bugün “demokratım” diyen herkes için aynada bakılması gereken güçlü bir uyarıdır.
Çünkü zulüm devam ediyor. Ve yarın, sıra size geldiğinde… ses çıkaracak kimse kalmayacak.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***