WAN – İran’daki gelişmeleri takip eden gazeteci Pune Aştiyanî, ABD ve İsrail’in İran’a dönük yaptırımlarının çok yönlü bir projeye dönüştüğünü belirterek, “Halkın büyük kısmı, rejimden memnun olmasa da dış müdahaleyle değişim istemiyor” dedi.
ABD ve İsrail, İran’a yönelik politikalarını ekonomik yaptırımlar, askeri varlık ve diplomatik baskı üzerinden sürdürüyor. İran çevresindeki askeri hareketlilik ve uluslararası yaptırımlar, Tahran’ın hareket alanını kısıtlıyor. Son dönemde Güney Kafkasya’daki “Zengezur Koridoru” anlaşmalarıyla ABD, İran’ın kuzey sınırına da nüfuz elde etmiş oldu.
İsrail’in İran’a bölgesel operasyonları ve ABD’nin yaptırımlarına dair İranlı gazeteci Pune Aştiyanî değerlendirmelerde bulundu.
ABD’NİN POLİTİKASI
ABD’nin İran üzerinde uzun vadeli bir politika geliştirdiğini belirten Pune Aşitiyanî, “ABD’nin İran’a yönelik uzun vadeli stratejisi iki temel üzerine kuruludur; ekonomik baskı ve jeopolitik kuşatma. İlk sütun, Obama (ABD eski başkanı) döneminden bu yana değişen yoğunluklarla devam eden yaptırımlardır. Bu yaptırımlar, İran’ın finansal kaynaklara, enerjiye ve teknolojiye erişimini sınırlamaya odaklanmıştır. İkinci sütun ise ABD’nin İran çevresindeki askeri ve güvenlik varlığıdır. Körfez bölgesi, Washington için hem enerji açısından hayati bir güzergah hem de jeopolitik kontrolün anahtarıdır. Bu nedenle Amerikan donanması burada sürekli güçlendirilmekte ve İran’ın her türlü güç gösterisi anında karşılık buluyor” dedi.
‘YAPTIRIMLAR ÇOK YÖNLÜ BİR PROJEYE DÖNÜŞTÜ’
ABD’nin İran’a dönük yaptırımlarının BM’nin yaptırımları ile çok yönlü bir projeye dönüştüğünü dile getiren Pune Aştiyanî, “Ancak son yıllarda bu politika yalnızca Körfez’le sınırlı kalmamıştır. Zengezur Koridoru üzerindeki son anlaşmalarla ABD, Güney Kafkasya’da da operasyonel ve yapısal nüfuz elde etmiştir. Her ne kadar hukuken bu güzergah ABD toprağı sayılmasa da, Washington’un bu transit koridora özel erişimi ve Rusya’nın bölgede etkisinin azalması, İran’a yönelik yeni bir baskı halkası oluşturmuştur. Tahran’ın bakış açısından bu, hem güneyden hem kuzeyden aynı anda bir kuşatma anlamına geliyor. Bu iki sütuna ek olarak bir de hukuki bir mekanizma devreye alınmış durumda, bu mekanizma etkinleştirildiğinde, Birleşmiş Milletler’in İran’a yönelik yaptırımları geri dönüyor ve bu da ABD’ye ve müttefiklerine ekonomik baskıyı daha koordineli ve geniş çaplı yürütme konusunda hukuki ve siyasi dayanak sağlıyor. Basitçe söylemek gerekirse, düne kadar bile sadece ABD’nin tek taraflı yürüttüğü bir proje olan yaptırımlar, bugün çok taraflı bir projeye dönüşmüştür” diye belirtti.
‘HER AN BİR ÇATIŞMA YAŞANABİLİR’
Bu yaptırımlar ve askeri varlığın, kuzeydeki yapısal nüfuz ile birlikte sürekli bir gerginlik ortamı yarattığını belirten Pune Aştiyanî, “Tahran, sürekli olarak füze gücünü, İHA kapasitesini ve bölgesel müttefik ağını güçlendirmek zorunda hissediyor. Öte yandan ABD ve müttefikleri, caydırıcılığı farklı seviyelerde artırma peşindeler. Bunun sonucu, bölgede ne tam bir savaş ne de tam bir barış durumu var. Her an sınırlı bir çatışma yaşanabilir; fakat taraflardan hiçbiri geniş çaplı bir savaşı başlatmak istemiyor” diye konuştu.
‘İRAN YAPBOZ KONUMUNDA’
İsrail’in ve Batılı ülkelerin İran’ı bölgesel yapılandırma planlarının bir parçası olarak gördüğünü kaydeden Pune Aştiyanî, “İsrail’in İran’a dönük tehditleri daha çok psikolojik bir nitelik taşımaktadır. İsrail, ABD ve Avrupa, İran’ın şu anda nükleer silaha sahip olmadığını ve acil bir tehdit oluşturmadığını biliyor. Ortaya atılan söylemler, bölgenin yeniden şekillendirilmesi senaryosunun bir parçasıdır. Bugün Batı’da yeni bir bölge haritası çiziliyor ve İran yalnızca bir yapboz parçası konumundadır. Libya, Irak ve Suriye deneyimleri gösterdi ki Batı, bu ülkelere özgürlük ve demokrasi getirmemiştir. Saha açısından İran’ın gücü geçmişe kıyasla daha sınırlıdır; Suriye’deki etkisi ciddi şekilde sınırlandı ve İsrail sınırlarına doğrudan erişimi artık mümkün değil. Bu nedenle İran’ın acil tehdit imajı, gerçekte olduğundan çok daha fazla propaganda ve jeopolitik araç olarak kullanılmaktadır” ifadelerini kullandı.
‘TOPLUM BÖLÜNMÜŞ DURUMDA’
Pune Aştiyanî, “İran iç kamuoyuna bakacak olursak toplum oldukça bölünmüş durumda. Bir yanda monarşi yanlısı dış muhalefet İsrail’i destekliyor ve savaş beklentisi içinde. Oysa savaşın kurbanları sivil halk olacaktır. Diğer yanda halkın büyük kısmı, rejimden memnun olmasa da dış müdahaleyle değişim istemiyor. Irak, Afganistan ve Libya deneyimleri herkesin hafızasında taze. Halk biliyor ki savaş demokrasi değil, yıkım ve toplumsal çöküş getirir. İran rejimi içeride baskıcı ve otoriter olsa da, ne ciddi bir bölgesel tehdit oluşturuyor ne de geniş çaplı bir savaş başlatma kapasitesine sahip” şeklinde konuştu.
‘NORMALLEŞME STRATEJİSİ İZLENİYOR’
Yaptırımların İran’da bir ‘normalleşme’ stratejisi izlediğini aktaran Pune Aştiyanî, “İran rejimi artık geçmişte olduğu gibi ‘dış tehdidi’ toplumu kontrol etmenin ana aracı olarak kullanmıyor. Yaptırımlar ve gerçek tehditler o kadar belirgin ki, sürekli tehdit söylemi halkı ikna etmiyor. Rejim şimdi daha çok bir normalleşme stratejisi izliyor; ‘yaptırımlar halkın yaşamını etkilemiyor’ diyerek durumu önemsizleştiriyor ve konserler, kültürel etkinlikler, turizm kampanyaları ile dikkat dağıtıyor. Örneğin, son dönemde İran içinde ve dışında konserlere daha fazla izin verilmesi ya da turistler için ‘mutlu ve güvenli’ bir ülke imajı sunulması bu çabanın bir parçasıdır. Bazı yabancı sosyal medya fenomenlerinin, özellikle Türk influencer’ların İran’a gelip kadınların başı açık dolaştığı videolar paylaşmaları için para aldıkları iddiaları, bu normalleşme illüzyonunun bir göstergesidir. Özetle, ‘dış tehdit’ söylemi tamamen terk edilmedi ama artık birincil öncelik değil; ön planda normalleştirme ve halkı oyalama stratejisi var” diye kaydetti.
‘DIŞA DÖNÜK HARCAMA MEŞRUİYET KRİZİNE YOL AÇIYOR’
Toplumun özgürlük ve refah beklentilerinin karşılanmadığını ve dışa dönük harcamaların meşruiyet krizine yol açtığını ifade eden Pune Aştiyanî, devamla şunları kaydetti: “İran’ın dış politikada izlediği ‘Direniş Ekseni’ stratejisi içeride güçlü bir toplumsal tabana sahip değil. Rejim bunu yıllardır ‘dini ve ulusal görev’ olarak lanse etmeye çalıştı; ancak halk ekonomik kriz, işsizlik ve geçim sıkıntısıyla mücadele ediyor. Protestolarda sıkça duyulan ‘Ne Gazze, ne Lübnan, canım feda İran’a’ sloganı, halkın dışa harcanan kaynakları meşru görmediğini ve önceliğin ülke içine verilmesini istediğini gösteriyor. Rejimin direniş ideolojisinde ısrarı ters tepkilere yol açmış durumda; bazı yurtdışındaki muhalifler, bu politikaya olan öfkeden dolayı Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarını bile savunur hale gelmişlerdir. Bu durum hem tehlikeli hem de üzücüdür. İç kamuoyunda ‘direniş ekseni’ gereksiz ve ağır bir yük olarak görülmektedir. Toplumun özgürlük ve refah beklentileri karşılanmazken dışa dönük harcamalar ciddi bir meşruiyet krizine yol açmaktadır.”
MA / Zeynep Durgut
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***