PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Sosyal demokratik hareketlerin ve partilerin – yine Batı olarak daraltacağımız “gerçek demokratik sistemlerde” – bir diğer evrensel yaklaşımı da demokratik vatandaşlıktır. CHP demokratik vatandaşlık ilkesine karşıdır. Çünkü CHP tarafından oluşturulan Türklük her ne kadar “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cümlesiyle özetlenip “Bu anayasal vatandaşlıktır” da dense, a) kuramda, b) siyasi gerçeklikte, c) şu anki yaklaşımlarda Türklük Türk vatandaşlığıyla kısmen ilintilendirilmiş, resmi tarih tezinde, tarih yazımında, tasarımında ve oluşturulmasında – kısaca her boyutunda ve evresinde Türk üstünlükçü aşırılık bu kimliğin temelini oluşturmuştur.
1920’lerin ve 1930’ların politik demeçleri değildir sadece sorunlu olan. Ders kitaplarına giren anlatıdan ve bu anlatının nasıl araçsallaştırıldığından bahsediyorum. Bu anlatı patolojiktir, zenofobiktir, ırkçıdır, hedef aldığı başka etnisiteler vardır, içeride yeknesaklaştırıcı ve etnik temizlikçi pratikler söz konusudur. Bu nedenle sadece “dönemin modası” bir sapma veya küçük bir yol kazası değildir.
Bir önceki bölümde değindiğim İttihatçı miras reddedilmemiştir. Daha açık yazmak gerekirse, İttihat ve Terakki tarafından yönetilen Osmanlı İmparatorluğu’nun 1,5 milyon civarında Osmanlı vatandaşı Ermeni’yi kadın-çocuk-yaşlı demeksizin zorunlu göçe tabi tutması ve çoğunu sistematik olarak yok etmesi Atatürk ve kurmaylarınca ustalıkla halının altına süpürülmüştür.
Dahası bir diskur yaratılmış, buna göre “isyan eden” ve “düşmanla işbirliği yapan” Ermenilerin bu zorunlu göçü “hak ettikleri” okullarda son 102 yıldır her seviyede okutulmuş, ezberletilmiştir. Bunun karşılıklı bir “mukatele” olduğu, savaş ortamından kaynaklandığı, “savaşlarda böyle istenmeyen durumların olağan olduğu”, Osmanlı’da aslında Ermenilerin çok mutlu ve huzurlu yaşadıkları (rahat mı battı tezi) ilkokuldan üniversiteye ana diskur olmuştur.
Aynı durum Anadolu Rumları ve Anadolu Süryanileri (Asurîler) için de geçerlidir. Onlar da –daha önce değindiğim üzere – etnik homojenleştirme politikalarının kurbanı olmuşlardır. Anadolu’nun otokton halklarından 20. yy. başında asimile olmamış olanlar da böylelikle yok edildiler. Onları yok edenler ve coğrafyalarından silenler, daha önceki nesillerde devşirilmiş otoktonların torunlarıydı.
Peki, bu şiddete meşruiyet nasıl sağlandı? İşte meselenin CHP ve politikalarıyla alakalı olan kısmı budur!
İttihatçı ırkçı Türklük konsepti 1923 sonrası ana doktrin olarak CHP tarafından benimsendi. Bu politikanın kuramsal baş mimarı Ziya Gökalp’tir. Gökalp her ne kadar kültürel Türklükten dem vursa da, onun Oğuzculuk ve Turancılık konseptlerinin ırki-etnik bir boyut içermediğini söylemek imkansızdır. Zaten Gökalp’i etkileten birçok Türkçü öncül veya çağdaş yazar da tümüyle ırk-etnisite orijinli Türklük tanımı yapmıştır. Zeki Velidi, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura ve diğerleri “dış Türklerdi”, Osmanlı devleti sınırları dışında doğmuş Tatarlar ve Azerbaycanlılardı. Osmanlıdan geriye kalan Müslüman ahalinin Osmanlı-Müslüman kimlikleriyle değil, ırksal Türklük kimliğiyle kendilerini tanımlamaları İttihatçı-Kemalist ulus inşasının benimsediği yol oldu.
Bu yolun temeli birkaç varsayıma dayanıyor – ki çoğunun bilimsel temeli yoktur: Orta Asya’dan kitlesel göç tezi (göçle gelen siyasi-askeri elit fatihlerin oranı çok marjinaldi), Anadolu’nun boş bir coğrafya olması tezi (Anadolu 11 ve 12. yüzyıllarda Greko-Romen dünyanın en yoğun ve kalabalık nüfuslarından birini barındırıyordu), nüfus değişimi (replacement) tezi (Türkler geldikten sonra Türk olmayan Hristiyan nüfusun bölgeyi kademeli olarak boşalttığı tezi) gibi birçok tez ileri sürüldü ve Türklük bu çerçevede ırksal-etnik bir ulus kimliği olarak tanımlanabildi. Çünkü “biz gelen Türklerle Hristiyan Rum, Ermeni ve Süryanilerin torunlarıyız” deselerdi, ırksal temelde bir ulus tanımı mümkün olmazdı.
Avrasya’daki geniş alanlara yayılı Türkî halkları kapsayan büyük bir imparatorluk hayali de kurulamazdı. Oysa İttihatçılar bunu açıkça arzu ettiler. Rusya Türklüğünü kapsayan bir yayılma askeri stratejilerinin bir parçasıydı ve bu maceracılık devletin komple ortadan kalkmasıyla sonuçlandı. Buna rağmen bu politikanın mimarlarından Enver Paşa Anadolu’da kurtuluş savaşı verilirken Orta Asya’da Türkîleri örgütlemişti ve Türkistan hayali uğruna bölge halklarından bir milis gücü oluşturmuştu. Bilindiği üzere orada da öldü.
İşte bu Türklük tezi cumhuriyetle beraber CHP’nin 6 okundan biri oldu: Milliyetçilik. Milliyetçilik, Batı dillerindeki değimle “nasyonalizm”, sol ideolojinin “enternasyonalizm” (uluslararasııcılık) prensibine diyametrik olarak zıt bir hedeftir. Sosyal demokrasi hareketi civic kimliği tercih eder ve halkların kardeşliği ve eşitliği ilkesini şiar edinmiştir. Kemalo nasyonalizm ise etnik milliyetçiliktir, diğer etnisitelere karşı asimilasyoncu, tekçi, baskıcıdır.
Şimdi şu ileri sürülmekte: “Aslında Kemalizm civic milliyetçiliktir”, “Anadolu’da vatandaş olan herkesi Türk olarak tanımlamıştır”. “Türklük tüm etnik grupların üst ve ortak kimliğidir. Zaten Atatürk de ‘ne mutlu Türk olana’ değil, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demiştir – iddialar bu yönde. Esasında bu iddiaların ortaya atılmasının nedeni günümüzde yönetici olan CHP’lilerin milliyetçilik ile enternasyonalizm ilkesinin bağdaşmadığını bal gibi bilmeleridir. Dolayısıyla CHP Orwell’yan bir biçimde tarihi yeniden yazarak, “Türk” konseptinin günümüzde de kendisini Türk olarak tanımlamayan gruplar için kabul edilebilir bir kimlik olduğunu ileri sürmektedir. Oysa milliyetçi siyasal akımlar ve partiler aynı kimliği ve Atatürk’ün orijinal yaklaşımını tümüyle ırksal-etnik bir bağlamda yorumlamaktadır, diğer bir ifadeyle gerçek neyse onu söylemektedir.
Her ne kadar CHP anayasal tanım tezine sıkı sıkıya sarılmış da olsa, devletin pratiği ve CHP’nin ürettiği veya karşı çıktığı politikalar şunu gayet açıklıkla ortaya koymaktadır ki bu yorum tümüyle vitrinseldir. Esas olan halen Türklük tanımının ırki ve etnik temellere oturduğudur. Bunu doğrulayan yüzlerce politik demeç ve konuşma mevcut. Ayrıntılarına girmiyorum, ama başka bir yazıda bunu örnekleriyle yine ele alacağım. Ancak burada es geçemeyeceğim bir nokta, turnusol değerinde olduğundan, değinmek istiyorum. O da CHP’nin anti-Kürt açılımı refleksidir. Birinci çözüm sürecine CHP tabandan tavana komple karşı çıktı. Bugün ikinci çözüm süreci de CHP tabanını en çok rahatsız eden konudur.
Son zamanlarda “Türkiyeli değil, Türk’üz!” sloganı bunu ifade etmektedir. Bir sosyal demokrat partinin sınıf kimliğini değil, etnik bir kimliği mücadele alanına sürmesi – ki dediğim gibi CHP tarihi tümüyle böyledir – CHP’nin sosyal demokrat bir parti olmadığının da, sol bir hareket olmadığının da en güçlü kanıtlarından birini oluşturuyor.
Özetleyeyim: Sosyal demokrat olmak için enternasyonalist ve sınıfsal kimliği merkeze alan bir yönelim gerekir. Eğer olması gerekirse milliyetçilik değil, civic kimliği vurgulayan “yurtseverlik” olur; nasyonalizm değil. CHP, bugün kimlik politikaları bakımından Batı Avrupa’daki aşırı sağ partilerle aynı çizgidedir. (CHP’nin bu bakımdan Sosyalist Enternasyonal üyesi olması da ayrıca bir skandaldır. Sanıyorum “Türkiye siyasetinden başka sol bir parti çıkmaz” yaklaşımı Sosyalist Enternasyonal’i bu yönde hareket etmeye itiyor).
Coğrafya temelli, politik değerleri merkezine alan, kapsayıcı, hümanist, anti-militarist ve demokratik bir civic kimlik CHP’nin tehlikeli ve (haklı olarak) Atatürk ilkeleriyle bağdaşmaz şeklinde yorumladığı bir kimliktir. CHP’nin “Türkofon” olmayan nüfusa önerdiği yegâne “çözüm” onların “Türk olduklarını söylemelerini” önermekten ibarettir. (Devamı var)
Hangi CHP? | Geç kalmış bir konumlandırma girişimi (2)
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***