Sideris Vakası (1)
Filistin konusunda hazırladığı belgesel seri nedeniyle ERT’den kovulan Thomas Sideris vakası, sadece bireysel bir hak ihlali değil. 80’den fazla Holokost belgeseli yapan, uluslararası ödüllü bu gazetecinin susturulması, Avrupa’da belirli konuların “konuşulamazlığını” gözler önüne seriyor.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Medya özgürlüğü, modern demokrasilerin temel dayanaklarından biri olarak, kamu otoritesinin sınırlandırılması ve vatandaşların bilgilenme hakkının güvence altına alınmasında kritik bir rol oynadığı artık modern dünyada en genel kabul gören hususlardan biri. Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Avrupa’nın köklü demokratik geleneklere sahip ülkelerinde bile, bu özgürlüğün sistematik bir erozyona uğradığına dair endişe verici işaretler belirme eşiğini de aşmış durumda.
Bu minvalde medya sansürünün çağdaş formları, artık doğrudan yasaklar ya da fiziksel baskı yerine, daha rafine ve görünür olmayan mekanizmalar aracılığıyla kendini göstermekte ve editoryal bağımsızlığın yapısal olarak aşındırılması, ekonomik baskılar ve kurumsal manipülasyonlar söz konusu özgürlüğü tehdit eden başlıca araçlar haline gelmekte.
Birazdan size anlatacağım “Thomas Sideris Vakası”, bu bağlamda Avrupa medya manzarasındaki dönüşümün sembolik bir örneğini teşkil ediyor. Yunanistan’ın kamu yayıncısı ERT’den 2025 yılının Haziran ayında görevden uzaklaştırılan bu deneyimli gazetecinin hikayesi, sadece bireysel bir hak ihlali olarak değil, kamu yayıncılığının misyonunun sorgulandığı ve editoryal özerkliğin siyasi müdahaleye açık hale geldiği daha geniş bir sorunsalın tezahürü olarak okunmalı bence. Sideris’in Filistin konusundaki çalışmaları nedeniyle susturulması, özellikle Holokost uzmanı olan bir gazetecinin bu şekilde hedef alınmasının sebep olduğu ironi göz önüne alındığında, Avrupa’da belirli konuların tartışılmasına yönelik görünmez sınırların varlığının adeta ispatı niteliğinde.
Her şey Thomas Sideris’in ERT’de “Filistin’e Bir Bakış” adlı radyo belgesel serisinin yayınlanmaya başlamasıyla başladı. Mayıs-Temmuz 2025 döneminde gerçekleştirilen bu proje, Filistin meselesine insani odaklı ve çok perspektifli bir yaklaşım getirmeyi amaçlayan sekiz bölümlük kapsamlı bir çalışmaydı. Seri, Filistinli gazeteciler ağı, Yunanistan’daki Filistin topluluğu, Yunanistan’daki Filistin Otoritesi Büyükelçiliği ile iş birliği içinde hazırlanmış ve “March to Gaza Global” ile “March to Gaza Greece” organizasyonlarının desteğini almıştı. Her bölüm, ana akım medyada sıklıkla marjinalleştirilen sesleri merkeze alarak, Filistin’deki günlük yaşamın karmaşık gerçekliklerini derinlemesine araştırma, yakın plan röportajlar ve kapsamlı soruşturma teknikleriyle ele almaktaydı. İlk bölüm Gazze’de öldürülen gazetecilere odaklanırken, ikinci bölüm insani krizi, üçüncü bölüm Mavi Marmara’dan Refah geçidine uzanan uluslararası dayanışma eylemlerini, dördüncü bölüm bu dayanışmanın ikinci kısmını ve beşinci bölüm Filistinli kadınların deneyimlerini konu edinmişti.
23 Haziran 2025 tarihinde, serinin dördüncü bölümünün yayınlanmasının hemen ardından Sideris, ERT İnsan Kaynakları departmanından önce sözlü, ardından 26 Haziran’da yazılı olarak çalışma mukavelesinin iptal edildiği bilgisi aldı. Bu karar, gazetecinin sadece dört gün daha görevine devam edebileceği anlamına gelmekteydi. Dikkat çekici olan, bu sürecin hızlı ve tek taraflı doğasıydı: Sideris’e önceden herhangi bir resmi bildirim yapılmamış, gerekçe açıklanmamış ve gazetecinin defalarca talebine rağmen bırakınız ikna edici bir açıklamayı, cevap bile alınamamıştı. ERT yönetimi, söz konusu karardan önce ilgili radyo programlarının yöneticileriyle Sideris’in çalışmaları ya da performansı hakkında herhangi bir istişarede bulunmamıştı. Bu durum, Yunan gazeteci sendikalarının işaret ettiği üzere, işçi hakları kodunun potansiyel ihlali anlamına gelmekteydi.
“Over the Size” bir gazeteci
Sideris’i 15 Temmuz Darbe Girişimi dolayısıyla yaptığı “The Noose-İlmik” vesilesiyle tanıdım. Yunanistan’da tanışma ve daha sonra arkadaşlık etme imkânım da oldu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, tanıdığım en dürüst, vicdanlı ve yetkin gazetecilerden biridir Thomas Sideris. Size biraz kendisini anlatayım da buna siz karar verin.
Thomas Sideris’in akademik geçmişi ve uzmanlık alanları, onun gazetecilik pratiğini şekillendiren temel unsurları oluşturuyor. 1967 doğumlu Sideris, Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Siyasal Bilimler ve Kamu Yönetimi eğitimi almış, siyaset bilimine aşina bir hukukçu.
Kitle iletişim alanında uzmanlaşmış ve Stavrakou Film Okulu’nda yönetmenlik dersleri alması onun belgeselcilik konusunda ilerlemesini sağlayan formasyonlardan sadece biri. Aynı zamanda Ege Üniversitesi’nde İnsan Coğrafyası alanında yüksek lisans yapan Sideris, Harokopio Üniversitesi’nden İnsan Coğrafyası alanında doktora derecesine sahip.
Sadece bu akademik kariyer bile, Sideris’in sadece Yunanistan için değil, Avrupa ülkeleri için bile “Over the size” bir gazeteci / belgeselci olduğunu gösteriyor.
Sideris’in mesleki kimliğini belirleyen en önemli unsurlardan biri, Holokost araştırmaları ve antisemitizm karşıtı duruşu. Sideris, bugüne kadar Yunanistan ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde (Çekya, Polonya, Romanya, Macaristan) birinci kuşak Yunan Yahudilerinden ve diğer Yahudi topluluklarından toplanan sözlü tanıklıklar temelinde 80’den fazla radyo belgeseli yaptı. Bu yayınlar, Prag’daki Charles Üniversitesi Tarih Bölümü ile işbirliğiyle gerçekleştirildi ve çeşitli Avrupa kamu radyoları tarafından yayınlandı.
Öte yandan bu konuda “Sessizliğin Trenleri (Τα τρένα της σιωπής )” isimli enfes bir kitap da yazdı. Kitap, Polonyalı Yahudi Yankel Wernik ve Çekoslovak Yahudi Alice Hertz Sommer’in hikayelerini ele alıyor. Bu yoğun Holokost araştırması geçmişi, Sideris’in antisemitizm ve ırkçılık konularındaki hassasiyetini ve uzmanlığını ortaya koyan en net belgeler. Dolayısıyla Filistin konusundaki çalışmaları nedeniyle hedef alınmasının ironik boyutunu güçlendiriyor.
Sideris’in uluslararası tanınırlığı ve aldığı ödüller, onun gazetecilik pratiğinin kalitesine ve etkisine dair bize son derece objektif veriler sunuyor. 2017 yılında BM ortağı Avusturya merkezli Albert Schweitzer organizasyonu tarafından “Afýlaxti Diávasi” programındaki Kuzey Irak’taki Yezidi katliamı röportajı nedeniyle onurlandırıldı mesela.2018’de “İlmik” belgeseli için Athanasios Botsis Gazetecilik Geliştirme Vakfı’ndan ödül aldı, bu ödül Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın huzurunda ona takdim edildi. 2021’de bir diğer değerli çalışması “Nefes Almama İzin Ver” isimli belgeseli ile World Affairs Council of Harrisburg’dan Torch Ödülü alan ilk Amerikan vatandaşı olmayan kişi oldu Sideris. Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika’da 40’tan fazla başarı ve onur ödülü alan gazeteci, LANAFF’ta Sosyal Adalet Ödülü ve ABD’deki I, Immigrant festivali’nde “Marabou” filmi için ikinci ödül kazandı. En dikkat çekici olanı ise, 2018, 2019, 2021 ve 2024 yıllarında Prix Europa Ödülü “En İyi Avrupa Gazetecisi” kategorisinde finale kalmış olması.
Editoryal yaklaşımının karakteristikleri incelendiğinde, Sideris’in gazetecilik pratiğinin birkaç temel özellik etrafında şekillendiği görüyoruz.
Öncelikli olarak, insan hakları odaklı yaklaşımı, mülteciler, göçmenler ve marjinalleşen toplulukların deneyimlerini merkeze aldığını gözlemliyoruz. İkinci olarak, sözlü tarih metodolojisini gazetecilik pratiği ile harmanlayarak, birincil tanıklıklar ve derinlemesine röportajlar aracılığıyla hikayelerini anlatıyor Sideris. Üçüncü olarak, akademik titizliği gazetecilik pratiği ile birleştirerek, araştırma temelli ve belgesel nitelikte çalışmalar üretiyor. Ve son olarak, çok perspektifli yaklaşımı sayesinde en karmaşık ve çetrefilli konuları tek taraflı anlatılar yerine, farklı seslerin duyurulduğu kapsamlı ve anlaşılabilir yayınlara ve filmlere dönüştürdüğünü görüyoruz. Ve tüm bu editoryal karakteristikler, onun Filistin serisindeki yaklaşımı hakkında da bize önemli ipuçları verecek mahiyette. Tmo Sideris, bir başka deyişle; klasik anlatı etrafında şekillendirmiş ve ana akım medyada sıklıkla tekrarlanan hegemonik anlatıların aksine, çok kıymetli alternatif anlatılar sunulmasını sağlayan bir gazeteci.
Kronolojik yakınlık ve siyasi motivasyon
Tam da bu noktada ünlü Frankfurt Okulu’nun ikinci kuşağının en önemli ismi Jürgen Habermas’tan bahsetmek isterim. Habermas’a göre demokrasi ancak özgür, eşit ve rasyonel tartışmaların yapıldığı bir kamusal alan varsa mümkündür. Kamusal alan, yurttaşların yalnızca tüketici ya da tebaa değil, aktif tartışmacılar ve karar vericiler olmalarının birincil şartıdır. Habermas’ın 1962’de yayımlanan Strukturwandel der Öffentlichkeit (Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü) adlı kitabında ayrıntılarıyla anlattığı Kamusal Alan Teorisi, kamusal alanı, bireylerin kişisel çıkarlarından bağımsız olarak ortak sorunları tartıştıkları sosyal alan olarak tanımlar.
Bu nedenle editoryal bağımsızlık, sadece gazetecilerin bireysel özgürlüğü değil, aynı zamanda demokratik kamuoyunun oluşabilmesi için gerekli bilgi çeşitliliğinin sağlanması anlamına geliyor. Avrupa Konseyi’nin Medya Çoğulculuğu ve Medya İçeriğinin Çeşitliliği Tavsiye Kararı’nda (2018) vurgulandığı üzere, kamu yayıncıları “bağımsız, tarafsız ve çoğulcu” bir misyon yükümlülüğü taşır ve bu misyon, kurumsal yapılar aracılığıyla korunmak durumunda.
Kamu yayıncılığında objektiflik, farklı bakış açılarına yer verme, güvenilir kaynaklara dayalı habercilik yapma ve toplumsal önyargıları yeniden üretmeme sorumluluğu anlamına geliyor. Thomas Sideris vakasında, Filistin konusunda çok perspektifli yaklaşım benimseyen ve birincil kaynaklara dayalı araştırma yapan bir gazetecinin susturulması, bu ilkelerin ihlal edildiğini en açık göstergesi.
Muktedir (Devlet ya da otorite) müdahalesine karşı koruma (fren/balans) mekanizmaları, kamu yayıncılığının bağımsızlığını kurumsal güvenceler aracılığıyla sağlamaya yönelik yapısal düzenlemeler. Avrupa Yayıncılık Birliği’nin (EBU) standartlarına göre, kamu yayıncıları yönetim kurullarının çoğulcu temsilini, finansal özerkliği, personel atamalarında politik müdahaleyi önleyici mekanizmaları ve editoryal kararlar üzerinde hükümet kontrolünü sınırlayıcı yasal çerçeveleri içermeli. Almanya’daki ARD ve ZDF sistemlerinde olduğu gibi, çok paydaşlı yönetim kurulları ve ombudsmanlık sistemleri bu korumayı sağlamaya yönelik. Yunanistan’da ERT’nin 2019 yılında yeniden yapılandırılması sırasında uygulanan model ise, “Genel İletişim ve Bilgi Sekreterliği” üzerinden dolaylı olarak kontrol mekanizması kurarak, bu koruma ilkesini hayli zayıflattı. Sideris vakası, bu zayıflatılmış koruma sisteminin sonuçlarını somut olarak göstermekte.
Doğrudan sansür ile yapısal baskı arasındaki fark, çağdaş medya sistemlerinde sansürün nasıl işlediğini anlamak açısından kritik önemde. Doğrudan sansür; belirli içeriklerin açıkça yasaklanması, gazetecilerin tutuklanması veya medya kuruluşlarının kapatılması gibi görünür ve ani müdahaleler. Yapısal baskı ise, medya kurumlarının finansal bağımlılığı, personel atama süreçlerindeki politik müdahale, reklamveren baskısı ve kurumsal kültürün değiştirilmesi gibi daha incelikli ve süreğen mekanizmalar aracılığıyla işliyor. Son yıllarda özellikle Türkiye’de bunun örneklerini sıklıkla görüyoruz zaten. Noam Chomsky ve Edward Herman’ın “Rıza Üretimi” modelinde açıkladığı gibi, çağdaş medya sistemlerinde filtreler aracılığıyla istenmeyen sesler marjinalleştiriliyor ve medya sahipleri, reklamverenler ile elit kaynakların etkisi altında hegemonik anlatılar yeniden üretiliyor. Thomas Sideris vakasında, doğrudan sansür (görevden alma) ile yapısal baskı (atama süreçlerindeki adaletsizlik sorgulanmasının cezalandırılması) bir arada görüyoruz.
Aslında pek çok ifade şekli var.
Soft Censorship, Indirect Censorship, Self-Censorship ve Discursive Control / Discursive Filtering… Ayrıntılarda farklılık gösteren bu kavramların tamamını “Yumuşak sansür” kümesine koyabiliriz. İsimlerine de dikkat edilecek olursa bu sansür stratejileri, medya özgürlüğünü kısıtlayan ancak açık sansür olarak algılanmayan sofistike teknikleri ifade ediyor. Bu stratejiler arasında, eleştirel gazetecileri daha az önemli pozisyonlara atama, haberlerinin yayın saatlerini değiştirme, kaynak erişimini kısıtlama, mesleki gelişim fırsatlarını engelleme ve kurumsal ortamda izolasyon yaratma yer alıyor.
İngiltere’de Goldsmiths, University of London’da uzun yıllar öğretim üyeliği yapan ve günümüzün en önemli medya ve iletişim kuramcılarından biri olan James Curran, “Media and Power” (Medya ve Güç) kitabında medyanın demokratik toplumlarda oynadığı rolü eleştirel bir perspektifle inceler. Ve iki temel soruya odaklanır:
Medya toplumu nasıl etkiliyor?
Toplum medyayı nasıl etkiliyor?
Ve şu enteresan sonuca ulaşıyor Curran: Medya, çoğu zaman iktidarı denetleyen bir araç olmaktan ziyade, mevcut güç ilişkilerini yeniden üreten bir mekanizma işlevi görür.
Yumuşak sansürün en sinsi boyutu, gazetecilerin hangi konuların “hassas” olduğunu öğrenerek otomatik olarak kaçınmaları, böylece formal sansür gerekmeksizin hedeflenen sonucun elde edilmesidir. Sideris vakasında, Filistin konusundaki serinin ani şekilde kesilmesi ve gazetecinin görevden alınması, ERT’deki diğer gazeteciler için açık bir mesaj niteliği taşımakta.
Editoryal karar alma süreçlerinde siyasi müdahale, kamu yayıncılığında özerkliğin sistematik olarak aşındırıldığı temel alanlardan birini oluşturuyor. Bu müdahale, doğrudan içerik sansürü şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, editörlerin atanması, program formatlarının belirlenmesi, yayın planlaması ve kaynak tahsisi gibi görünürde teknik konularda da kendini gösterebiliyor. Siyasi aktörlerin medya içeriğini kontrol etme çabaları, anlam inşa etme süreçlerini manipüle ederek toplumsal algıları şekillendirme amacı taşır. ERT’de Genel Sekreterlik sistemi aracılığıyla uygulanan atama mekanizması, bu tür müdahaleyi kurumsallaştırmakta ve gazetecilerin editoryal bağımsızlığını yapısal olarak tehdit ettiğini gösteriyor. Sideris’in hem Filistin konusundaki çalışmaları hem de kurumsal süreçleri sorgulayan tavrı nedeniyle hedef alınması, bu müdahale mekanizmasının nasıl işlediğini somut olarak göstermekte.
Tepkiler
Gazeteci sendikalarının duruşu, Thomas Sideris vakasına verilen tepkilerin en organize ve sistematik boyutunu oluşturuyor. Dergi ve Elektronik Basın Gazetecileri Sendikası (ESPIT), vakanın hemen ardından yayınladığı açıklamada Sideris’in mesleki ve etik bütünlüğünü vurgulayarak, onun çok yönlü çalışmasının Yunan, Avrupa ve uluslararası düzeyde önemli ödüllerle onurlandırıldığını belirtti. ESPIT’in yaklaşımı, sadece Sideris’in bireysel hakkını savunmakla sınırlı kalmadı, kamu yayıncılığının kurumsal rolüne odaklandı. Sendika, “Thomas Sideris gibi tanınmış mesleki duruş, uluslararası itibar ve erişime sahip gazetecilerin kamu yayıncılığında bulunmaya devam etmesinin zorunlu olduğunu” vurgulayarak, ERT’nin çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve medya çeşitliliğinin demokratik ilkelerini destekleme ve teşvik etme kurumsal rolüne dikkat çekti. PAME Basın ve Medya da benzer şekilde Sideris’e dayanışma açıklaması yayınlayarak, “ERT yönetiminin gazetecilerden devlet-hükümet propaganda hattıyla tam uyum talep ettiği” görüşünü dile getirdi ve bu durumun “halkın hakları ve hareketlerine dayalı gazetecilik” için engel oluşturduğunu belirtti. Sendikalar ayrıca, ERT çalışanları ve meslektaşları arasından 1.100’ü aşan imza topladı, bu imza kampanyası “toplumun çoğulculuk, güvenilirlik ve demokratik işleyişle karakterize edilen bir ERT’ye ihtiyacı olduğu” mesajını içeriyordu.
Siyasi partilerin yaklaşımı ise enteresan oldu. Yunanistan’ın mevcut siyasi spektrumundaki medya özgürlüğü algısını yansıtan farklılaşmalara şahit olduk. Sol kanat partiler arasında en net duruş SYRIZA’dan geldi, 11 milletvekilinin imzaladığı parlamenter soruda “demokratik hukuk devletinde bu tür sesler susturulmamalı veya kenara itilmemeli, aksine korunmalıdır” ifadesi kullanıldı. SYRIZA milletvekilleri, Sideris’in kovulmasının “hükümet politikasına yönelik eleştirel duruşla, özellikle Filistin sorunu, Pylos faciası ve Tempi olayı gibi hassas ve siyasi açıdan önemli konulardaki tutumla ilgili olabileceği” değerlendirmesini yaptılar. Yeni Sol parti ise daha da sert bir dil kullanarak, Sideris’in uzaklaştırılmasını “bariz bir sansür ve susturma eylemi” olarak nitelendirdi ve “Mitsotakis hükümetinin ERT’yi bir manipülasyon mekanizmasına dönüştürdüğü” suçlamasını yöneltti. Seyir Özgürlüğü partisi lideri Zoe Konstantopoulou da parlamentoda konuşma yaparak durumu eleştirdi. Dikkat çekici olan, iktidar partisi Yeni Demokrasi’den herhangi bir açıklama gelmemesiydi!
Bir yazı daha yazacağım bu konuda.
NOT: Eğer Tom Sideris’in bağımsız gazetecilik çabasına katkıda bulunmak isterseniz. Şu kampanyaya bağış yapabilirsiniz:
https://whydonate.com/fundraising/never-lose-the-key
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***