VEYSEL AYHAN | YORUM
Üç tür metin vardır.
İlki; son örneği Kur’an olan kutsal metinler. Cenab-ı Hak insanlara bu metinlerle hitap eder.
İkincisi insanların kendi donanım ve havsalasıyla telif ettiği metinlerdir. Bilgi verir. Hayat tecrübesi aktarır. Duygu dünyasını yansıtır. Yeni şeyler öğrenirsiniz. Yeni şeyler hissedersiniz. Kütüphaneler bunlarla doludur.
Üçüncüsü Allah’ın ilhamıyla yazılmış metinlerdir. Bu metinler “vahy-i metluv” değildir ama arıya vazifesini “vahyeden” yaratıcısı hazır zaman dilimi için gerekli olan ayetlerin şerhlerini yol gösterici metinler halinde ilham yoluyla velayetine aldığı has kullarına ihsan eder.
Peki bu son türün ilham-ı ilahi olup olmadığı nasıl anlaşılır? Şeytanın veya nefsin buna karışıp karışmadığı nasıl bilinir?
Bunu o metinlerin müspet etkisinden, tesirinden, anlayabiliriz. Mesala hidayet Allah’tandır. Eğer bir metin okunduğunda kalplere tesir ediyorsa, iman nuru üretiyorsa, hidayete “matiyye”lik özelliği taşıyorsa o zaman ilahi teyide mazhar, ilham-ı ilahi metinlerdir diyebiliriz.
Risale-i Nur’ların ekseriyeti bu keyfiyete mazhardır.
İMAN TILSIMI
Risale-i Nur sıradan bir bilgi kaynağı değildir. Allah’ın varlığını ispatlayan bir mantık eseri olarak düşünmek yetmez. Risale-i Nur bugünün insanına ‘marifetullah’ın alfabesini öğretir. O, ‘Allah bilgisi’nin anahtarıdır. Bu çağı aydınlatan emsalsiz bir tefsirdir. Bu sebeple de Kur’an’a ait bir ilham, tılsım ve insibağ taşır. Sadece İhlas risalesini ele alsak her bir cümlesinin Kur’an’dan yansıyan benzersiz birer vecize olduğunu görürüz.
Risalelerin bu yönünü de aşan bir diğer özelliği iman tılsımı taşımasıdır. Cenab-ı Hak hulûs-u kalble, berrak bir niyetle bu eserleri okuyan insanların içine iman nuru atar. Her metnin kışrına odaklanıp onda boğulanlar olduğu gibi Risale-i Nur’un da kelimelerinde boğulup, onun nuraniyetinden istifade edemeyen bir kitle tabii ki olacak. Ama Risale-i Nur umumi olarak 90 yıldır Türkiye’de ve dünyada binlerce, yüz binlerce evde okunuyor, müzakere ediliyor. Milyonlarca insanın hidayetine vesilelikle müşerref kitaplardır.
Böyle bir özelliği müstesna bir tefsir olan Elmalı’da veya “Fi Zılal’il Kur’an’da görmek mümkün değil.
Bediüzzaman Hazretleri, tefsir yazmaya çok erken yaşlarda başlıyor. İşaratü’l İcaz’I yazıyor. Fatiha ve Bakara suresinden 29 ayet. Böyle azimli bir insanın başladığı işi yarım bırakması mümkün mü? Değil. Ne yapar eder o tefsiri bitirdi. Ama o kaderin sevkini görüyor. “Oyunu okuyor.” Hidayet anahtarının peşine düşüyor. Onun da tam bir tefsirde değil bu asıra rehberlik edecek ayetlerin tefsirinde olduğunu görüyor.
Nurları o günün edebiyat dilinde yazmıyor. Daha önce telif ettiği Münazarat, Muhakemat gibi ağır bir dil kullanmıyor. Kalemini ilhama teslim ediyor. O gün için avam halkın da anlayabileceği dili tercih ediyor. Risale telifine 1925’te başlıyor, 1950’lerde bırakıyor. Oysa vefatına kadar 10 yıl mektupların dışında pek çok eser yazabilirdi. Ama o, ilahi teyid almamış, ilhama mazhar olmayan eser telif etmeyi düşünmüyor.
HAMDİ YAZIR HAZRETLERİ Mİ GELDİ?
Haftanın bir akşamı toplanarak beraberce okuma, müzakere etme usulü Risalelerle başlamış bir hususiyet. İnsanlar haftanın bir akşamı bir araya toplanıyor. Bu toplanmalarda bir şeyler öğrenmekten bahsetmiyorum. Konumuz ilim değil. Nurların rüçhaniyeti, oraya üzerlerinde haftanın manevi isi-pası; kiri-zifosu ile gelenlere arınma kurnası olması. Oturuyorlar bu kitapları müzakere ediyorlar. O meclisten ayrılırken farkında olsalar da olmasalar da tüm bu eraciften bi-iznillah temizleniyorlar.
Peki bu toplanmalarda başka kitaplar okusak ne olur?
Bir kısım bilgiler öğrenebiliriz. Ufkumuzu genişletebiliriz. Ama Risale-i Nur’un hidayete vesile oluşu tılsımından kesinlikle mahrum oluruz.
Bu çağda, bu çağın şartlarında hizmet etmeyi düşünüyorsam başka bir muhtevayla bu mümkün değil. Allah bu zamanda iman tılsımını -hatta inhisar halinde- bu kitaplara vermiş.
Nadir de olsa duyuyorum. “Biz derste tefsir okuyoruz. Meal okuyoruz. Hadis kitabı takip ediyoruz.”
Şunu sorasım geliyor: “Dersi Hamdi Yazır Hazretleri mi yapıyor? Yoksa Fahruddin Râzî mi?”
Binbir fitnenin kasırgalar halinde dolaştığı günümüz zihin atmosferinde Risale-i Nur’un hafife alındığı, kenara bırakıldığı bir dersten ne kadar hayır ve bereket hasıl olur bilmem.
Fethullah Gülen Hocaefendi, bu ehemmiyeti Fasıldan Fasıla’da şöyle ifade eder: “Risaleler, geleceği şerheden ve hatta bu daire içinde yetişecek büyük velilere, mürşidlere, ebrara, mukarrabîne rehberlik yapacak tertemiz bir kaynak olmasına rağmen bazıları için hiçbir değer ifade etmemekte… Risale-i Nur’dan herkes kendi seviyesine göre istifade eder. Kimisi onun sayfaları arasında yüzer-gezer, kimisi de satır aralarından Allah’ın marifetine giden bin-bir yol bulur ve oralarda seyahat eder. Fakat şunu da ifade edelim, ‘marifetullah’ın asgarî seviyesine ulaşmış bir insan azamî zühd, azamî takva, azamî ihlâs ve azamî velayeti hedef edinerek yoluna devam ettiği müddetçe gerçek marifetin sağanak sağanak yağmur damlaları halinde yağması gibi bir lütufa mazhar olabilir.”
Hocaefendi eski bir sohbetinde, “Falanlar bizim Risale-i Nur okumadığımızı söylüyor ne dersiniz?” sorusuna, “Onlar dediği için değil ama ihmal etmeden evlerde okumamız gerekir.” demişti. Sonra da Nurların ehemmiyetini hem bu asrı hem de bir sonraki asrı aydınlatacağını uzun uzun ifade etmişti. (Kızılminare Camii meşrutesi, 1982)
DÜZ BİR İNSAN DERS YAPSA
Biz o derse gittiğimizde umduğumuz feyzi, dersi yapan insandan değil, Cenab-ı Hak’tan bekliyoruz. O nedenle dersi en avamımız bile yapabilir. Toplanırız. Okur müzakere ederiz. Bu, eve dönerken Allah’ın bizim sinemizi hediyelerle doldurması için yeterli. Cenabı Hakk’ın o akşam oraya toplananlara vereceği ihsanlar için dersi seçkin bir insanın yapması gerekmiyor. Düz bir insanın, sıradan arkadaşlarıyla uhuvvet içinde, sevgi atmosferinde bir araya gelmeleri kâfi. Bu vesilelik için ders yapanda üstün bilgi, kariyer sahipliği ve mütebahhir alim olma şartı yok.
Ama benim derdim başkaysa farklı davranırım. Malumatfuruşluk yaparım. Çevreme toplananlara ne kadar çok bildiğimi anlatmak için önüme koca koca kitaplar dizerim. Derin meselelere girerim. Uzun uzun keçi boynuzu çiğner, iki gram şeker yesinler diye herkesin eline birer şeker kamışı veririm. Ders benim tek kişilik şovuma döner. “Sen tecellî eylemezsin, perdede ben var iken.”
Ve üzerimizden inayet kalkar ve iman zemini yerini çoğu zaman münakaşa ve münazaraya bırakır. Böyle bir derse Cenab-ı Hak hiçbir ihsanda bulunmaz. Herkes elinde kemirilmiş bir kamışla evine döner.
ÜÇ VAZGEÇİLMEZ BÖLÜM
Hizmet gönüllülerinin en önemli beslenme kaynağı haftalık dersler. Bu nedenle de Hizmet’in en ciddi meselesi haftalık derslerdir. Bu dersler bir müfredat içermeli. Risale-i Nur’dan seçilmiş bölümlerle ihmal etmeden en az yarım saat okunmalı veya müzakere edilmeli.
İlk bölümde risale okunduktan sonra 2. bölümde pırlanta serisinden bir bölüm okunmalı. Prizma serisi, İrşad Ekseni, Kırık Testi, Sonsuz Nur gibi hitabeti tamamen ilhama mazhar vaaz ve sohbetlerin yazıya dökülmüş bölümleri okunmalı.
Üçüncü ve son olarak; öncelikle 2004-2010 arası Herkül’de yayınlanmış hizmet kriterlerini ve kırmızı çizgileri anlatan kısa videolar var. Sıraya konularak her bir araya gelişte bunlardan mutlaka 10-15 dakikalık birer bölüm dinlenmeli.
Bu saydıklarım bir saati aşmaz. Sonrasında dileyen istediği meali veya tefsiri, arzu ettiği kitabı okuyabilir. İlmihal, Kur’an, tecvid öğrenilebilir.
Bu üç bölümlük öneri genişletilebilir ama kesinlikle azaltılmamalı.
Peki bu saydıklarımı yapmasak! Her hafta yed-i tûlâ sahibi bir âlimin dersine gitsek aynı feyzi alır mıyız?
Tabiiki ilim öğreniriz, bir kısım marifet dersleri kazanırız. Ama…
Bediüzzaman Hazretleri fevkalade nezaketiyle bu mahrumiyeti şöyle ifade etmiş:
“Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.”
Çünkü başka şehrahlarda kazanılacak velayetle bile bu asrın fitnelerinden “kahramanca” korunma ihtimali yok. Olmadığını da görüyoruz. Allah’ın Risale-i Nur’a lutfettiği iman vesileliğinin başka bir alternatifini ben bilmiyorum.
SAVRULMA
Son bir nokta bu derslerin kutsi atmosferini siyasetten korumak. Çünkü ervah-ı habisenin zikredildiği yerde hidayet tılsımı durmaz, kaçar. Nur ve zulmet bir arada olmaz. Nur atmosferi narindir, ekzos gazına mukavemet edemez. Ve dersin sonunda tüm mevhibemizi kaybetmiş olarak oradan ayrılırız.
Tekrar etmiş olayım. Haftalık dersler Hizmet’in en ciddi ve önemli meselesi. Bu derslerdeki savrulmanın faturası yanlış beslenmiş, ihlas düsturlarını içselleştirmemiş, uhuvvetin kerametinden ve Hocaefendi’nin üslubundan habersiz nesiller halinde önümüze çıkıyor. Böyle nesillerle yapılacak Hizmet, Allah’ın teyid ve inayetinden mahrum olur.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***