PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Kürtler yaşadıkları coğrafyanın otoktonudur. Bilinen tarihte yaşadıkları bölgeye başka bir coğrafyadan göçüp yerleşmiş değildirler. Onların siyasal örgütleniş tarihlerinin bu gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Yani Kürtlere onların devlet kurmadıklarını, dolayısıyla da bugün başka bir ulusun/ulusların güdümünde ve yönetiminde var olmak zorunda olduklarını “devlet kurmama” argümanı üzerinden yapmak anlamlı değildir.
Kaldı ki Kürtlerin kendi bölgelerinde tarihin çeşitli dönemlerinde kurdukları devletler olmuştur. Ancak bundan da öncelikli olarak, yüz yıl öncesine kadar bölgede kurulu hiçbir siyasal sistem kendisini bir ulus devlet olarak tanımlamamıştır. Buna göre Osmanlı, Selçuklu veya Bizans dönemlerinde de bölgede kurulu siyasi otorite bir etnisite aidiyeti üzerine inşa edilmemişti. Profesör İlber Ortaylı gibi tarihçilerin bunu bilmemeleri olanaklı değildir. Unutmuş veya görmezden geliyor olabilirler, ama bu onların söylediklerini geçer akça olarak kabul ettirecek argüman olamaz.
Bu toprakları atalarının fethettiğini söyleyip bugünkü Kürt bölgesinde hak iddia etmek mümkün olsa da meşru değildir. Yirmi Birinci Yüzyıl’da artık hiçbir anlamı yoktur. Gücünü kullanarak, yani kafalarına basarak Kürtlerin benlik, uluslaşma, hak ve hukuk, özyönetim gibi haklı taleplerini sonsuza kadar engellemeye hiçbir otoritenin kaba gücü engel olamaz. Hiçbir şey öğrenilmediyse bile 1980’den beri bunun öğrenilmiş olması umulur. Ez cümle, Kürtler vardır, bu coğrafyanın asli unsurudurlar, hak talepleri meşrudur.
Kürt sorunu aslında Türk sorunudur. Kürt kimdir ve Türk kimdir, bu sorunun esas odak noktasını oluşturuyor. Kürtlerin var olduğunu yukarıda tespit etmiştim. Bunu görmemek için ideolojik olarak kör olmak gerekir. Türklük işte tam bu noktada bir patolojidir. Çünkü varlığını diğer etnisitelerin reddine ve görmezden gelinmesine borçludur.
Dolayısıyla Türklük bakımından Kürtlerin varlığını ret ve onu Türk potasında bir yerel unsura indirgemek bir asırlık bir siyasettir. Son yüz yıldır devlet bir taraftan Türklük kimliğinin anayasal olarak tanımlanan bir üst kimlik olduğunu ileri sürmüş, diğer taraftan da Türkleri bir civic değil etnik kimlik olarak algılamış ve buna göre politikalar üretmiştir.
Söz gelimi Kürtlere gelince “Anayasal olarak Türklük bu, endişelenmeyin!” demiş, sonra Orta Asya Türkleri, Uygur Türkleri, Kırım ve Kazan Türkleri, Balkan Türkleri, Batı Trakya Türkleri, Azerbaycan Türkleri vs. diyerek Türklükten etnik bir grubu anladığını açıkça ortaya koymuştur.
Kürt hareketi de bunu elbette net olarak görmüştür. Dahası Türkiye devleti resmi tarih tezini Orta Asya’dan göç ve Orta Asya aidiyeti üzerine inşa etmiş, Türklük tarihi topyekûn tarih müfredatının temelini oluşturmuştur. Bu durum hiç değişmedi. Hala öğrencilere ilkokul birinci sınıftan üniversite sıralarına dek bu tarih öğretiliyor. Bu tarih etkin bir ulus tarihidir. Kürtler bu kimliğe zorlanıyor.
100 yıllık bu siyaset bir asimilasyon tarihidir ve düşük yoğunluklu bir soykırımdır. BM soykırım tanımına göre bir halkın kültürel asimilasyonu da soykırımdır. Kürt sorunu dolayısıyla Türk sorunudur. Türk kimliğiyle alakalıdır, Türk devleti tarafından çıkartılmıştır, etnik temizlik ve buna direniş tarihi olarak tezahür etmiş ve etmektedir. Hükümetler değişse de Kürtlere karşı uygulanan bu politika hiç değişmemiştir. Şark Islahat Planı Türk devletinin Kürtlere karşı izlediği politikanın fiilen anayasa metni olmuştur.
Demokrasi ve hukuk
Bugün Erdoğan ve güç paydaşları Kürt sorununu çözmeyi vaat ediyor. Bu konuda en radikal adımları atmaktan çekinmiyorlar. Radikal derken PKK’nın meşruiyet kazanmasından PKK lideri Öcalan’ın hapisten çıkartılmasına, birçok daha önce “mümkün değil” denilen adımdan bahsediyorum.
Oysa bu adımlar atılırken Türkiye cezaevleri düşünce suçlularıyla dolup taşmakta. Türkiye devleti kendi anayasasına uymayan bir iktidar tarafından yönetiliyor. Bu iktidar bir koalisyon ve başta Erdoğan olmasına karşın bir güç ittifakıdır. Bu iktidara rejim diyorum. Sanırım bu terimi 2013 sonrası ilk kullananlardan biriyim. Çünkü 2013 Aralık ayında yürütme erkinin yargıya sivil darbe yaptığını ilk ben söyledim, bu konuda çekinmedim.
Anayasanın net ihlali ve yasal olmayan güç genişletilmesi olan bu hamle bu coğrafyadaki en önemli ikinci sivil darbedir. İlki İttihatçıların yaptığı darbeydi. Şimdi bu yapı demokrasi ve insan haklarından asla soyutlanmayacak bir konu olan Kürt meselesini çözeceğini ileri sürüyor. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Türkiye’de bir demokrasi ve hukuk sorunu olduğunu söylemek olanı olduğundan küçük göstermek olurdu. Türkiye’de demokrasi ve hukuk yoktur ve dolayısıyla demokrasi ve hukuk sorunu olduğunu ileri sürmek de bu saatten sonra fazla anlamlı değildir.
Bu rejim Kürtlere özgürlük, barış ve hukuk vaat ediyor. Ancak dediğim gibi hapishaneler düşünce suçlularıyla dolu. KHK’lılar, Gülen Hareketi ile “irtibat ve iltisak” bağları üzerinden suçlanıp ipi çekilenler, bunların aile efratlarına kadar Sippenhaft Nazi yöntemiyle sosyal soykırıma maruz bırakılanlar, Osman Kavala gibi öteki mahallelerin ipi çekilmiş kurbanları, ve hatta Demirtaş ve onlarca vekil, yüzlerce yerel yöneticisiyle Kürt Siyasi Hareketi – Tümü bu rejimin vaatleri konusunda çok ama çok temkinli olunması hususunda birer uyarıdır.
Peki Kürt Hareketi bunu göremiyor mu?
Bal gibi görüyor. Fakat öncelikleri artık Türkiye’nin toptan demokratikleştirilmesi ve hukuka kavuşturulması asla değil. “100 yıl yeter, kendi işimize bakalım!” diyorlar. Haklıdırlar. Ben bu bakışa ‘Kürtlerin Kopuşu’ yazımda değinmiştim. Şimdi Balkanlar veya Arap illerinin Osmanlı’dan kopuşu gibi bir durumla karşı karşıya Türkiye. Kürtler kendi kaderlerini tayin etmek için ‘Gerekirse şeytanla bile pazarlık yaparız’ noktasına geldiler. “Öcalan çıksın, PKK’lılara af gelsin, gerisine bakarız; kervan yolda düzülür!” diyorlar.
Bu sürecin en ciddi sorunlu alanlarından biri şeffaflık meselesidir. İçeride neler konuşuldu, nelerin pazarlığı yapıldı, kimse bilmiyor. Daha doğrusu iki taraftan da, devletten de, Kürt hareketinden de sadece sınırlı sayıda insan bundan haberdar. Meclis komisyonu kurmak bu meşruiyet sorununu gidermek içindi.
Halka geniş bir taban olduğu izlenimi yaratılıyor, bu birinci gerekçe. İkincisi ise işler ters giderse, “Bunu biz tek başımıza yapmadık, geniş bir toplumsal ve siyasal uzlaşı vardı” diyebilecek bir sigortaya – veya hapisten çık kartına – gerek duymaları. Çünkü kim ne derse desin mevcut – uyulmayan – anayasal devlet mimarisine göre Kürt sorununda Kürt siyasi hareketini memnun edecek adım atmak mümkün değil. Bu nedenle son zamanlarda Numan Kurtulmuş vs. elemanlara anayasanın ilk üç maddesi değişebilir gibi laflar ettiriyorlar. Nabız tutuyor, paratoner yapıyor, gaz alıyorlar. Çünkü yol Türkiye’yi oralara götürecek.
Halkın tartışmalara dâhil edilmemesi bundandır. Halk, verilen 100 yıllık Türk üstünlükçü endoktrinasyondan ötürü ulus devlet, bölünme sendromu, Kürtlerin varlığını reddetmek, olmuyorsa Kürt düşmanlığı yapmak gibi reflekslere programlandı. Şu anki planlar açıklanırsa infial olur. Bundan gerçekten çekiniyorlar. Çünkü rüzgâr değişir de devr-i sabık olurlarsa sonlarından çok korkuyorlar.
Planın kapsamı nedir?
Dediğim gibi bunu ancak spekülatif alana girerek, yani senaryolar üzerinden irdeleyebiliriz. Bunu başka bir yazının kapsamına bırakalım. Ama özetle bu işin içinde mutlaka aidiyetlere, anayasal devlet mimarisine, tarih yazımına, okul sistemine – birçok önemli alan dâhil edilecek. Herkes hayretler edecek ve Türkiye denen devlet fiilen komple değişecek. Eğer olursa bunlar!
Neden eğer? Çünkü burası Türkiye ve rejimin mümessillerinin esas gayesi demokrasi, barış, özgürlük, hak, hukuk falan değil. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!” misali, Erdoğan’ın iştahının sürekli iktidar olduğunu sağır sultan bile duydu. Azalan oy oranları kurduğu dikta rejimine karşın kritik eşiğin altına gerileyince Erdoğan ve ekibi Kürtleri oyuna ve koalisyonlarına dâhil etmeye karar verdi. Onlara “reddedemeyecekleri bir teklif yapmak” dışında ne şansları vardı, söyler misiniz?
Konu kesinlikle devletin ıslahı değil, Kürt hakları. Kürtler oyunu artık farklı bir devlet gibi, iki devlet arası müzakere gibi oynuyor. Mantıksız mı? Asla. Oldukça mantıklı ve milli şuurlarının vardığı seviyeye uygun bir yeni strateji bu. Öcalan masa başında oyunun kazananı oldu. Devletin başındaki dâhili bedhahlar, kendi şahsi çıkarlarının gereği olarak oyunu şekillendirdiklerinden bu Kürtler için bir avantaja dönüşebilir. Tıpkı dışarıdaki diğer aktörlerin de Erdoğan’dan istediklerini alabilmeleri gibi. Onun istediği maddi beklentileri karşıla, istediğini elde et!
Aktörler, bu senaryoda Türk tarafı ve Kürt tarafıdır. Türkiye’de fiilen olan durum budur. Kürt tarafı bellidir. Peki ya Türk tarafı? Türk tarafı, -ister sevin ister üzülün-, Erdoğan başta, şu anki Cumhur İttifakı’dır.
Garanti konusu son ele alacağım konu olsun. Bu anlaşma eğer olduysa veya olacaksa, bu anlaşmanın garantisi nedir? İlk çözüm sürecini iptal ettikleri gibi ya bunu da bitirirlerse?
Birincisi bu zor, çünkü Erdoğan ölene kadar başkanlık istiyor ve bunu ancak Kürtlerle anlaşırsa başaracak. İkincisi uluslararası dinamikler için artık Öcalan ve PKK aktör olacak ve isterse devlet bu işi sabote etsin, artık bu konuda geri adım atmayacaklar. Eskisi gibi Türkiye’yi memnun etmek için örgütü terör listelerine falan artık kimse almaz. Geçmiş olsun derler ve oyunun bir sonraki aşamasına geçerler. Eğer böyle bir şey olursa Türkiye için net ikinci ‘Serves’ süreci başlar.
Türkiye – Osmanlı’nın son 50 yılı dâhil – tarihin ez zayıf dönemini yaşıyor. Boğazlardaki hasta adamdır ve bunu Erdoğan-Bahçeli figürleri sembolize ediyor. Erdoğan ya Vahdettin gibi olacak ya da devletin ikinci kurucusu. Sonuca bağlı olarak olacak budur. Kırk katır mı kırk satır mı?
Bu sürecin mutlak kazananı Kürtler olacak. Ya – az ihtimal – hukuk devletimsi bir Türkiye’de daha fazla hak ve özgürlüklere kavuşacaklar, ya da – daha büyük ihtimal – kendi kaderlerini belirleme hakkına kavuşacaklar. Irak, Suriye ve Türkiye Kürdistanları arasında bir tür konfederasyon ve birleşik Kürdistan oluşması ihtimali gayet somut bir olasılık olarak tezahür ediyor. Beş-on yıl değil, ama 30-50 yıllık bir süreçten bahsediyorum. Gidişat bu yönde olacak. Buna ileride İran molla rejiminin çökmesini müteakip İran Kürdistanı da katılabilir.
250 yılda adam olamayan, daha en temel hukuku, adaleti, insan haklarını, eşit vatandaşlığı, liberal demokrasiyi ve en önemlisi uygarlaşmayı başaramayan bir topluluk için bu olanlar ibretliktir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***