İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor
  • Ana Sayfa
  • Haberler
    • All
    • Bilim ve Teknolji
    • Dünya
    • Ekonomi
    • Kültür - Sanat
    • Politika
    • Spor
    • Yaşam
    Gümrük kapısında 'kırmızı biber tohumu' kaçakçılığı

    Gümrük kapısında ‘kırmızı biber tohumu’ kaçakçılığı

    Trump Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Trump Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Dünyanın Konuştuğu Suikastta Yaralanan Başkan Adayı Hayatını Kaybetti

    Dünyanın Konuştuğu Suikastta Yaralanan Başkan Adayı Hayatını Kaybetti

    Trump, Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Trump, Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    TMSF, Flash Haber TV'yi satışa çıkardı

    TMSF, Flash Haber TV’yi satışa çıkardı

    Wan’da kayyım yönetimine karşı 223 işçinin direnişi sürüyor

    Wan’da kayyım yönetimine karşı 223 işçinin direnişi sürüyor

    Trending Tags

  • İnsan Hakları
    Jandarma karakolunda işkence: İki kişi öldürüldü; biri karakol bahçesine gömüldü

    Jandarma karakolunda işkence: İki kişi öldürüldü; biri karakol bahçesine gömüldü

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    ‘Mansur Yavaş her şart altında aday’

    Adliye binalarımız güzel ama adalet var mı?

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt'taki Mitinge Neden Katılmadı?

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt’taki Mitinge Neden Katılmadı?

    Trending Tags

  • 15 Temmuz
    Akın Öztürk: 15 Temmuz önlenirdi ama 2 buçuk saat refleks göstermediler

    Akın Öztürk: 15 Temmuz önlenirdi ama 2 buçuk saat refleks göstermediler

    ”15 Temmuz gazisi” nasıl yakalandı? Kabinden çıkmaya ikna edilmesi yaklaşık 20 dakika sürdü

    ”15 Temmuz gazisi” nasıl yakalandı? Kabinden çıkmaya ikna edilmesi yaklaşık 20 dakika sürdü

    Tel Aviv’de taciz şüphesiyle gözaltına alınan Türk görevli ”15 Temmuz gazisi” çıktı

    Tel Aviv’de taciz şüphesiyle gözaltına alınan Türk görevli ”15 Temmuz gazisi” çıktı

    Ertesi gün ne yapacaklardı? Ben Serhat Telli, 15 Temmuz günü yaşadığım olayları anlatmak istiyorum

    Ertesi gün ne yapacaklardı? Ben Serhat Telli, 15 Temmuz günü yaşadığım olayları anlatmak istiyorum

    15 Temmuz’u kimin yaptığı sonuçlarında gizli

    15 Temmuz’u kimin yaptığı sonuçlarında gizli

    15 Temmuz’dan sonra kurulan yeni söylem düzeni

    15 Temmuz’dan sonra kurulan yeni söylem düzeni

  • Kürt Meselesi
    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    Tabip odaları: Kayyımlar  Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Tabip odaları: Kayyımlar Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    DEM Parti'den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    DEM Parti’den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    Trending Tags

  • Görüş & Analiz
    Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!

    Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!

    Kimlik inşasında soruların gücü: İtalya kampının ardından

    Kimlik inşasında soruların gücü: İtalya kampının ardından

    Süreç ve gidişat: Kürt sorunu

    Süreç ve gidişat: Kürt sorunu

    Necip F. Bahadır

    Erdoğan’ın hastalığı çok mu ciddi?

    Hak etmeden girilen işten alınan para helal mi?

    Hak etmeden girilen işten alınan para helal mi?

    Çiftliğinde Tayyip babanın!

    Çiftliğinde Tayyip babanın!

  • Gizlilik politikası
No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • Haberler
    • All
    • Bilim ve Teknolji
    • Dünya
    • Ekonomi
    • Kültür - Sanat
    • Politika
    • Spor
    • Yaşam
    Gümrük kapısında 'kırmızı biber tohumu' kaçakçılığı

    Gümrük kapısında ‘kırmızı biber tohumu’ kaçakçılığı

    Trump Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Trump Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Dünyanın Konuştuğu Suikastta Yaralanan Başkan Adayı Hayatını Kaybetti

    Dünyanın Konuştuğu Suikastta Yaralanan Başkan Adayı Hayatını Kaybetti

    Trump, Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    Trump, Washington’da ‘kamu güvenliği acil durumu’ ilan etti

    TMSF, Flash Haber TV'yi satışa çıkardı

    TMSF, Flash Haber TV’yi satışa çıkardı

    Wan’da kayyım yönetimine karşı 223 işçinin direnişi sürüyor

    Wan’da kayyım yönetimine karşı 223 işçinin direnişi sürüyor

    Trending Tags

  • İnsan Hakları
    Jandarma karakolunda işkence: İki kişi öldürüldü; biri karakol bahçesine gömüldü

    Jandarma karakolunda işkence: İki kişi öldürüldü; biri karakol bahçesine gömüldü

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    ‘Mansur Yavaş her şart altında aday’

    Adliye binalarımız güzel ama adalet var mı?

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    Esenyurtlular kayyıma tepkili: Hukuksuzluk ve adaletsizliktir

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt'taki Mitinge Neden Katılmadı?

    En Yakınındaki İsim Konuştu: Mansur Yavaş Esenyurt’taki Mitinge Neden Katılmadı?

    Trending Tags

  • 15 Temmuz
    Akın Öztürk: 15 Temmuz önlenirdi ama 2 buçuk saat refleks göstermediler

    Akın Öztürk: 15 Temmuz önlenirdi ama 2 buçuk saat refleks göstermediler

    ”15 Temmuz gazisi” nasıl yakalandı? Kabinden çıkmaya ikna edilmesi yaklaşık 20 dakika sürdü

    ”15 Temmuz gazisi” nasıl yakalandı? Kabinden çıkmaya ikna edilmesi yaklaşık 20 dakika sürdü

    Tel Aviv’de taciz şüphesiyle gözaltına alınan Türk görevli ”15 Temmuz gazisi” çıktı

    Tel Aviv’de taciz şüphesiyle gözaltına alınan Türk görevli ”15 Temmuz gazisi” çıktı

    Ertesi gün ne yapacaklardı? Ben Serhat Telli, 15 Temmuz günü yaşadığım olayları anlatmak istiyorum

    Ertesi gün ne yapacaklardı? Ben Serhat Telli, 15 Temmuz günü yaşadığım olayları anlatmak istiyorum

    15 Temmuz’u kimin yaptığı sonuçlarında gizli

    15 Temmuz’u kimin yaptığı sonuçlarında gizli

    15 Temmuz’dan sonra kurulan yeni söylem düzeni

    15 Temmuz’dan sonra kurulan yeni söylem düzeni

  • Kürt Meselesi
    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    Bakırhan: Kürtlerle barış Türkiye’ye refah getirir

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM’li Tuncer Bakırhan: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, bizim başka bir meselemiz var”

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    DEM Partili Kamaç: Diyanet’in 19 dilli yayınında Kürtçe yok!

    Tabip odaları: Kayyımlar  Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Tabip odaları: Kayyımlar Kürt sorunu çözümsüzlüğünün sonucu

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    Batman’da sert müdahalede bulunan polisler hakkında soruşturma başlatıldı

    DEM Parti'den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    DEM Parti’den Ahmet Özer Yorumu: Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu

    Trending Tags

  • Görüş & Analiz
    Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!

    Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!

    Kimlik inşasında soruların gücü: İtalya kampının ardından

    Kimlik inşasında soruların gücü: İtalya kampının ardından

    Süreç ve gidişat: Kürt sorunu

    Süreç ve gidişat: Kürt sorunu

    Necip F. Bahadır

    Erdoğan’ın hastalığı çok mu ciddi?

    Hak etmeden girilen işten alınan para helal mi?

    Hak etmeden girilen işten alınan para helal mi?

    Çiftliğinde Tayyip babanın!

    Çiftliğinde Tayyip babanın!

  • Gizlilik politikası
No Result
View All Result
İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor
No Result
View All Result
Home Görüş & Analiz

Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!

SG by SG
12 Ağustos 2025
in Görüş & Analiz
0
Sevabına retorik dersleri: Yetersiz Bakiye!
PaylaşPaylaş


Ahmet Dönmez’in “Cemaat Harikalar Diyarında” başlıklı yazısı, entelektüel yetersizliğin mükemmel örneği. Uyduruk alıntı kullanan, Carroll’ı yüzeysel anlayan, Baudrillard’ı ise neredeyse hiç anlamayan, Abdullah Aymaz’ın “habbe-kubbe” retoriğini çalan Dönmez, kendi manifestosunda vaat ettiği “araştırarak, sorarak, doğrulayarak gazetecilik” yapmak yerine “her duyduğunu anlatma” pratiği sergiliyor. Bu sadece bireysel başarısızlık değil; dijital çağda bilgi kirliliğinin nasıl üretildiğinin semptomatik örneği.

“Kişiye yalan olarak her duyduğunu anlatması yeter”

Hz. Muhammed (SAV)

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Maalesef kedi değil insan, yaralarını yalayarak iyileştiremiyor bu yüzden. Değişik şeyler deneyip duruyor bidayetinden beri. Hele ki günümüzde, bazen duadan başka sürecek bir şey bulamıyor yaralarının üzerine, eli kalem tutuyorsa, bazen de kelimelerle sarıp sarmalıyor o yaraları.

Toprağı bol olsun Albert ustanın (Einstein) en sevdiğim lafıdır: “Basit anlatamıyorsa bilmiyordur!”

İsterseniz yazıya bir okuma parçasıyla başlayalım.

Piccadilly’deki Kraliyet Akademisi’nin tiyatro binası, o akşam Londra’nın nemli sisi altınla yıkanmış gibi parlıyodu. At arabalarının tekerlekleri yağmur damlalarıyla cilalanmış kaldırım taşlarında “tak tak” yankılanırken, içeride, tavandan sarkan avizelerin kristalleri mum ışığını yüzlerce kıvılcıma bölüyordu. Salona adım atan konteslerin ipek elbiseleri, her hareketle yumuşak bir fısıltı çıkarıyor; kontlar yakalarına sinmiş tütün ve limon kolonyası kokusu, sahne önünde bekleyen kemanların reçine kokusuna karışıyordu. O gece, Londra yalnızca bir opera izleyecek değildi; iki ayrı kıtadan, iki ayrı estetikten gelen bestecinin gökyüzünde çarpışan yıldızlarını seyredecekti: George Frideric Handel ve Giovanni Bononcini. Bir Alman ile bir İtalyan sanatçı, Londra’nın göbeğinde müzikal atışmaya hazırlanıyordu.

Handel, sahneye çıkmadan önce kuliste ellerini hafifçe ovuşturdu, sanki notaları değil, yıldırımları yönlendirecekmiş gibi duruyordu. Onun müziği, Gotik katedrallerin taş kemerlerinden süzülen bir dua kadar ağırbaşlı, Tanrı’yla yapılan eski bir sözleşme kadar sarsılmazdı. Bononcini ise, perde diğer tarafta, tel tel taranmış saçlarının arasında Akdeniz güneşini saklar gibi gülümsüyor; melodileriyle, bir yaz akşamında açık pencereden içeri giren meltem gibi dinleyicinin ruhuna dokunmayı bekliyordu. Salondaki aristokratlar ikiye bölünmüştü: Bir kısmı Handel’in müziğini kralların ve imparatorların dili sayıyor, diğer kısmı Bononcini’nin zarafetini aşk mektuplarının şairane nefesi olarak görüyordu.

İlk nota, tıpkı karanlık göğe düşen ilk yağmur damlası gibi sessizliğin yüzünü yarıp geçti. Handel’in orkestrayı yöneten elleri, sanki görünmez bir mabedin kubbesini inşa eder gibiydi; kemanlar ağır ağır yükseliyor, viyolalar geniş bir nehir gibi derinleşiyordu. Her akor, sanki Westminster’ın taş duvarlarında yankılanıyor, Tanrı’nın kelamı notalarla yeniden yazılıyordu. Seyircilerden kimileri, Handel’in müziğinde bir imparatorluk yürüyüşünün heybetini duyuyordu. Misal; altın varaklı locasında oturan yaşlı bir kontes, gözlerini kapatıp gençliğinde duyduğu kilise orglarının titreşimlerine dönmüştü.

Sonra sıra Bononcini’ye geldi. Onun elleri, orkestra çukurunda tel koparır gibi değil, bir güvercinin kanadına dokunur gibi hafif hareket ediyordu. Flütler sabah çiyinin damladığı yapraklar gibi tınladı, obualar incecik bir melodiyle salondaki her kalbe pencere açtı. Bononcini’nin aryası başladığında, hanımların yelpazeleri daha hızlı ritim tutmaya başladı; bir gencin dudaklarında, melodinin bıraktığı hafif bir gülümseme gezindi. Handel’in müziği taş sütunlar gibi sağlamdı; Bononcini’ninki ise mermerden oyulmuş bir çiçek kadar narin.

Ve perde kapandığında, alkışlar bir fırtına gibi patladı. Ancak fırtına iki yöne esiyordu: yarısı Handel’in, yarısı Bononcini’nin üzerine. Fuayeye çıkan kalabalık hâlâ bölünmüş, dudaklarının kenarında tartışmaların keskin izi vardı. “Handel’in notaları ilahi,” diyen bir beyefendiye karşılık, “Ama Bononcini’nin melodileri insanın kalbini ele geçiriyor,” diye cevap verdi genç bir hanım. Tüm bu ihtişamın ortasında şair John Byrom, eli paltosunun cebinde mırıldandığı o alaycı dizeleri ısıtıyordu: “Ne tuhaf! Böylesine büyük bir kavga, Tweedle-dum ile Tweedle-dee arasında.” Ve Londra, o gece sahnede iki devin yürüdüğünü sandı; oysa belki de aynı yıldızın iki farklı ışığını seyretmişti.

“Çan çan çan..”

Bu tekrarı aklınızın bir köşesine yazın birazdan kullanacağız.

Byrom o akşam: “Handel ile Bononcini Arasındaki Çekişme Üzerine” başlıklı şiirini şöyle yazacaktı:

“Kimi der ki, Signor Bononcini,
Handel’le kıyaslanmaz, tam bir acemi;
Kimiyse iddia eder: Handel için,
Bononcini’ye mum tutmak bile güç işin!
Ne garip! Böylesine büyük bir kavga,
Tweedle-dum ile Tweedle-dee arasında!”

Bizim dilimizde boş gevezelik edenlere ‘çan çan çan’ denir. İngilizler de benzer durumlar için ‘tweedledum-tweedledee’ der. Görünüşe göre anlamsız gürültü çıkarma konusunda tüm kültürler ortak bir dile sahip. Bilmem Twitter’in de buradan çıktığını belirtmeme gerek var mı?

Problem ise şu, eğer bir entelektüelleşme çabanız varsa ve birikim hesabınızdaki bakiye yeterliyse, bu tabiri ödünç alırken bunu eserin esas sahibinden yapmanız daha şık olacaktır.

Gazeteci Ahmet Dönmez’in Hizmet Hareketi ya da kendi tabiriyle Cemaat’e duyduğu bastırılmış öfkesini belagat ambalajına sarmaya çalışıp, yüzüne gözüne bulaştırdığı “Cemaat Harikalar Diyarında” başlıklı yazısını retorik bağlamında analiz edeceğiz. Ancak önce söylemek istediğim birkaç husus var.

İmam Buhari’nin eseriyle birlikte “en sahih” kabul edilen Müslim’de Sahih-i Müslim ya da orijinal ismiyle el-CÂMİU’s-SAHÎH) geçen bir hadisi koydum epigrafa. Hadis ayrıca Ebu Davud’da (Edeb bölümünde) ve Buhari’nin (Nikah bölümünde) de geçer.

Müfessirler bu hadisi yorumlarken genellikle İsra suresi 36. ayetini refere ederler. Şöyle buyurur ayet: “Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü göz, kulak ve kalp hepsi sorumludur, mutlaka sorguya çekilecektir.”

Üstad Ali Bulaç bu ayeti tefsir ederken şöyle yazar: “Temelsiz hükümlerden kaçınmak: Bu geniş bir alanı içine alan önemli yasaklardan biridir. Her ne kadar salt ahlaki gibi görünüyorsa da, sonuçları itibariyle hukuktan yönetime, basit komşuluk ilişkisinden dostlukların sarsıntı geçirmesine, ailelerin dağılmasına kadar yol açabilir. Kişi hakkında kesin bilgisi olmayan konularda biliyormuş gibi konuşur da etrafa yayarsa çeşitli zan ve yanlış kanaatların yerleşmesine sebep olur. Gözün görmediği, kulağın işitmediği, göz ve kulağın görüş işittiğinden kesin emin olunmadığı zan ve kanaatler hüküm vermede mesnet olarak kullanılamazlar. Dedikodu, gıybet, kulaktan dolma bilgiler, uydurma haberler, aslı astarı olmayan söylentiler, yalan şahitlikler, ispiyonlar, gammazlıklar, iftira ve düzmeceler, temelsiz iddia ve tezlerde ısrarcı davranmak vs. bilumum söz ve fiiller bu kapsama girer. Bu kapsamdaki söz ve fiiller hem hedef aldıkları kişileri hem sosyal grup ve toplumları büyük mağduriyetlere uğratır, onların hak ve hukuklarının ihlaline sebep olurlar. Göz görmediği, kulak duymadığı şeyleri görmüş ve duymuş gibi davranırsa ağır sorumluluk getirir. Büyük Mahkeme’de asılsız ve temelsiz iddialarda bulunsalar bile organlar sahiplerinden davacı olacaklardır (bkz. 36/Yasin, 65; 41/F ilet 20). Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kötü zandan sakının, çünkü kötü zan sözün en yalan olanıdır.””

Bu dibace kısmını özellikle gazetecilik gibi bireysel sorumluluk ve düşünceyi bir anda toplumun geneline yayabilecek potansiyele sahip

Manfistoda söyler, uygulamada şaşar!

Daha önce kendisini Richard Kimble’a benzeten Dönmez’in (bakınız “Kimbıl Ahmet” vulgarizasyonu yapmıyorum, oysa zemin çok müsait) manifestosu ile yaşantısı ve yazıları arasındaki muazzam uçurumun bireysel kısımlarını “es” geçerek felsefi ve retorik kısmına bakacağım sadece.

Manifestosunda: “Elbette hakkı gözeterek, insaftan uzaklaşmayarak, hedefi şaşırmayarak, mazlumu unutmayarak, vicdanı kaybetmeyerek, araştırarak, sorarak, doğrulayarak… Objektif gazetecilik yaparak…” diyen sevgili yazarımız, uygulamada ise Bulaç’ın saydığı “kulaktan dolma bilgiler, aslı astarı olmayan söylentiler” kategorisine giren kulis bilgilerini doğrulamadan milletin üzerine boca ediyor.

Tamı tamına Hadisteki “Kişiye yalan olarak her duyduğunu anlatması” ihlali tam da budur.

Pek çok örnek sayabilirim ama benim yazılarımla ilintili olması dolayısıyla hemen bir çırpıda birkaçını sıralayalım…

Pinhan örneği: Üç ortaklı olduğunu bildiği halde Ali Çelik’i sahipmiş gibi göstermesi. 

“İlkokul mezunu” vurgusu: Kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması. 

Yönetim kurulu toplantısı: Sıradan yemeği “yönetim kurulu toplantısı” diye sunması. Sadece bir tek yazıdaki işlediği kabahatler bunlar. 

“Gözün görmediği, kulağın işitmediği… zan ve kanaatler hüküm vermede mesnet olarak kullanılamazlar”

Tam da Dönmez’in yaptığı şey bu.

“Temelsiz hükümlerden kaçınmak” derken Bulaç’ın kastettiği, Dönmez’in sistematik olarak yaptığı şey.

İşin esas matrak kısmı ise şurada:

Manifestoda “habbeyi kubbe yapmayın” (ki bunu birazdan detaylı inceleyeceğiz) diyenleri eleştirirken, kendisi de gerçekleri “habbe”, dedikodularını “kubbe” yapıyor. Öte yandan hadiste geçen sorumluluk bilinci ile manifest arasında derin bir uçurum var. “Objektif gazetecilik” iddiası, pratikte “angajman gazeteciliği”ne dönüşüvermiş!

Ahmet in Borderland!

Gelelim Ahmet Dönmez’in kendince muazzam bir buluş zannettiği “Cemaat Harikalar Dünyası”nda “parodik allüzyonuna!” Dönmez’in iddialı başlığına karşı bizim mütevazı ara başlığımız kırıcı olmaz umarım. Zira; malum olduğu üzere Lewis Carroll’ın Alice’i bir tavşan deliğinden düşerek harikalar diyarına ulaştı. Sevgili Ahmet ise çok daha karmaşık bir yolculukta: Ne harikalar diyarında ne gerçek dünyada, sürekli ikisinin arasındaki sınır bölgesinde dolanıp duruyor.

Ve fakat Alice’in düştüğü yer tutarlı bir absürd dünyada en azından – oradaki çılgınlığın kendine has kuralları vardı. Ahmet’in bulunduğu “borderland” ise ne tam gazeteci ne tam propagandacı, ne tam eleştirmen ne tam savunucu olma halinin duçar olduğu bir belirsizlik alanı.

Carroll’ın Alice’i merakla sorular sorar, çelişkileri fark eder, düşünmeye devam ederdi. Dönmez ise kendi yazdığı “Cemaat harikalar diyarında” başlıklı yazısında, başkalarını Alice Harikalar Diyarında Sendromu’yla suçlarken, aslında kendi durumunu tarif ettiğinin farkında değil. Çünkü gerçek sorun harikalar diyarında olmak değil, hiçbir yerde tam olarak bulunamamak, sürekli sınırda salınmak.

Yazıyı analiz edeceğiz ancak şu retorik meselesine basitleştirerek bir göz atalım mı?

Retorik, kısaca ikna etme sanatıdır. Antik Yunan’dan beri insanlar güzel konuşmanın, etkili yazmanın kurallarını öğrenmeye çalışır. Bizim literatürümüzde buna “belagat” deniyor; “maksada ulaştıran güzel söz” anlamında.

Retoriğin üç temel sacayağı var: Logos (mantık), Ethos (güvenilirlik) ve Pathos (duygu). Yani etkili bir metin hem mantıklı olmalı, hem yazarı güvenilir görünmeli, hem de okuyucunun duygularına dokunmalı.

Peki bu nasıl değerlendirilir? Kaynak kullanımına bakarsınız; güvenilir mi, doğrulanabilir mi? Mantık zincirini kontrol edersiniz; sebep-sonuç ilişkileri tutarlı mı? Dil tercihlerini incelersiniz; hangi kelimeler seçilmiş, hangi metaforlar kullanılmış? Ve en önemlisi hedefi sorgularsınız; bu metin okuyucuyu bilgilendirmeye mi, yoksa bir angajman çerçevesinde belirli bir yöne itmeye mi çalışıyor?

Geleneğimizde belağat, sadece güzel konuşma değil, doğru söz söyleme sanatıdır da. Kur’an’ın “En güzel söz Allah’ın sözüdür” (Zümer 23) ayeti, sözcüklerin güzelliğinin hakikatle birleşmesi gerektiğini vurgular.

Ne ki eğer entelektüel bakiyeniz yeterli değilse ortaya facia boyutunda sonuçlar çıkabiliyor!

İş bu çerçevede Dönmez’in “Cemaat harikalar diyarında” yazısına bakalım. Retoriği nasıl kullanıyor, belagat kurallarına ne kadar uyuyor, okuyucuyu nereye götürmeye çalışıyor?

Öncelikle üzülerek vurgulamam gerekiyor ki, Ahmet Dönmez daha yazısına girerken ilk düğmeyi yanlış ilikliyor. Entelektüel Vitrin Süslemeciliği, diyebileceğimiz bir “yetersiz bakiye” hastalığından muzdarip zira! Misal; “Simülakra”, “Omega noktası”, “makropsi-mikropsi” gibi terimler derinleştirmeden lalettayin atılıyor. Bir tür “uysa da kullandım, uymasa da!” durumu. Oysa Baudrillard’ın “simülakra” kavramı, gerçeklikle kopyasının ayırt edilememesi durumunu anlatır; gel gör ki Dönmez bunu sadece “sahte dünya” anlamında/bağlamında kullanıyor. Omega noktası ise Teilhard de Chardin’in evrim felsefesinden geliyor, burada hiçbir bağlantısı yok.

Yazının bir diğer defosu ise tıbbi terimlerle yaptığı politik hücum. Bir kere; Alice Sendromu’nu politik eleştiri aracı yapmak ciddi bir kategorik hata. Tıbbi bir durumu metafor olarak kullanmak sorun değil, ama sanki bilimsel tanı koyuyormuş gibi sunmak, en hafif tabirle, entelektüel sahtekarlık.

Bir diğer problem ise başlık ve içerik çelişkisi. “Cemaat harikalar diyarında” diyor demesine ama nedense ama Alice’in asıl özelliklerini kullanmıyor, ya çok sevdiği ifade ile “Şark kurnazlığı” yapıyor ya da; “yetersiz bakiye!”

Carroll’da Alice sorguluyor, düşünüyor, çelişkileri fark ediyor. Dönmez ise sadece “yanılsama içindeler” diyor.

Öte yandan çok tehlikeli bir şey daha yapıyor, hadis bağlamında tahrif!

“İsabet ederseniz iki sevap, hata ederseniz bir sevap” hadisini yanlış bağlamda kullanıyor. Bu hadis içtihat konusunda, yani samimi çaba sonrası bile yanılabilecek müçtehitler için. Dönmez bunu “her türlü hata mazurdur” anlamında sunuyor.

Tipik bir “şark kurnazlığı!”

Bir de sosyal psikoloji yanılgısı var ki, belki de en fenası. “Kitle hareketlerinin gerek şartı” derken Le Bon ya da Hoffer okuyormuş gibi yapıyor ama bu konulardaki nüansları ya kaçırıyor ya da görmezden geliyor. Kitle psikolojisi daha karmaşık bir alan olduğunu bilmiyor olabilir lakin.

Son tahlilde daha giriş bölümünde anlaşılıyor ki; Ahmet Dönmez entelektüel kavramları dekoratif olarak kullanıyor, derinlemesine bilmiyor. Retorikte buna “false erudition” – sahte bilginlik deniyor ama ben “Yetersiz bakiye” olarak nitelendiriyorum.

Dediğim gibi ilk düğme yanlış iliklenince artık kavgada yumruk mu sayılacak, girişiyor Dönmez, sağlı sollu, yetersiz bakiyesine bakmadan!

Misal, Ursula K. Le Guin’i yanlış okuyor. Bu sebeple Anarres-Urras dikotomisini tamamen yanlış kullanıyor. Le Guin’in romanında Anarres mükemmel cennet değil, kendi sorunları olan anarşist toplum. Urras da salt kötü değil, hem iyi hem kötü yanları var. Le Guin’in mesajı “her ütopyanın kendi tuzakları vardır” iken, Dönmez bunu basit iyi-kötü dikotomisi yapıyor.

Ne demişti; şark kurnazlığı!

Ayrıca ne kadar farkında bilmiyorum ama çok tehlikeli bir şey daha yapıyor Dönmez; dini terminolojiyi kendi retoriğini güçlendirmek adına sığlaştırdıkça sığlaştırıyor.  “Mülaa’ne”, “Gayretullah”, “asrın Yezidi” gibi ağır terminolojik kavramları siyasi polemik aracı yapıyor. Mülaa’ne çok ciddi dini terim, bunu daha önce defalarca tarihi çarpıtarak bir bağlam oluşturmayı deneyip, sonunda yanlışını kabul edip özür dilemesine rağmen, bu özründe samimi olmadığını ispat edercesine tekrar yazısına malzeme yapabiliyor!

Ve yine muhtemelen birilerinden duyduğu her lakırdıyı, birer mutlak hakikat gibi üzerimize boca ediyor: Hz. Peygamber, Hz. Hamza, Hz. Ali, Halid bin Velid’i cemaat sanki mevcut siyasi hesaplaşmanın parçasıymış gibi kullandığını ima ediyor, tıpkı yazılarında binlerce defa yaptığı gibi. Kendi kurduğu bir fikre, angajman defosuyla tekrar sarılıyor. Buna, en hafif tabirle,  anokranizm diyebiliriz!

Öte yandan Nursi’den beri kullanılan “Medres-i Yusufiye metaforunu bilerek ve isteyerek çarpıtıyor. Hz. Yusuf’un hapishane kıssasını kendince güncel duruma uyarlarken asıl mesajını ıskalıyor. Hz. Yusuf sabır, tevekkül ve af örneği iken, burada cemaatin bunu “biz haklıyız” argümanı için kullandığı algısını oluşturmayı deniyor.

Ve Alice metaforunun çöp olduğu nokta…

“Halis tavşan peşinde” diyerek Carroll’ın Beyaz Tavşan’ını bir darbeci paşaya indirgiyor. Bu hem ucuz bir mantık oyunu hem de metaforik tutarsızlık. Zira esas hikayede Alice’in temel motivasyonu meraktır, darbe yapmak değil!

Üstüne üstlük “Bir kepçe de suyundan koy!” misali çok ciddi bir teolojik manipülasyon yapmaktan “ar” etmiyor. Cemaatin “Allah bizi daha büyük hizmetlere hazırlıyor!” söylemini alıntılayıp, sanki teolojik eleştiri yapıyormuş gibi davranıyor. Oysa bu klasik imtihan teolojisi – bırakanız cemaati, İslam’da çok normal bir yaklaşımdır.

Son tahlilde; son derece sığ ve popülist eleştiri için entelektüel ve dini kavramları istismar etmekten gocunmuyor. Ne Le Guin’i ne Carroll’ı ne de İslam terminolojisi kavramlarını derinlemesine anlıyor!

Kavramsal Parazitlik!

Esas eğlenceli kısma geldi. Bir yazının ortasına kadar kendi çapında bir retorik kurmaya çalışan Dönmez, birdenbire Abdullah Aymaz’ın şu yazısına sarılıyor sımsıkı… Ve direksiyonu başka bir yöne kırıyor.

Felakette burada başlıyor. Satırlar boyunca Aymaz’ın retoriğini alıp alıp tepe tepe kullanıyor. Bir habbe, diyor bir kubbe ki sormayın… Bir yazar için gerçekten hazin bir durum bu.

Bakalım.

Öncelikle biraz önce belirttiğim gibi, başkasının retoriğini gasp söz konusu.

“Habbe-kubbe” tamamen Abdullah Aymaz’ın kavramsal çerçevesi. Dönmez bunu alıp kendi silahı yapıyor. Aymaz’ın yazısında bu kavramlar “temelsiz dedikodulara kanmayın” mesajı için kullanılırken, Dönmez tam tersi amaca kullanıyor.

Ve dahası muazzam bir obsesyonel tekrarlama söz konusu. “Habbe… habbeydi… kubbeydi” dizinini sayısız kere tekrarlıyor. Bu ise çok net bir retorik yetersizliğin işareti; kendi kavramsal çerçevesi olmadığı için ödünç aldığıyla idare ediyor.

Üstelik Aymaz Hoca, “habbeyi kubbe yapmayın” derken “küçük şeyleri büyütmeyin” demek istiyor. Dönmez ise aynı kalıbı kullanarak tam tersi argüman üretiyor: “büyük şeyler habbe sayılıyor” diyor.

Şöyle de bir ironik durum söz konusu: Dönmez kendi kendiyle de sözüm ona ironik habbe-kubbe oyunu oynuyor! Kendi yazısı küçük, Cemaat büyük! Kendi eleştirileri kubbe, Cemaat’in sorunları habbe diyor.

Ve bittabi bu bölümde Alice metaforu tamamen unutuluyor. Eee hani Cemaat, Alice, harikalar diyarı, tavşan?

Çöp ettin hepsini sevgili Ahmet!

Neyse ki, sadece son satırda “Alice uyuyor” diyerek mecburi bağlantı kurmaya çalışıyor.

En art niyetli olanı ise; Aymaz’ın metninden aldığı “biz işimize bakalım” ifadesini bile kendi eleştiri aracı yapıyor. Bu çok ciddi anlamda bir entelektüel dürüstlük eksikliği.

Hasılı kelam, bu bölümde Dönmez özgün retorik üretemediğini adeta itiraf ediyor. Başkasının kavramsal çerçevesiyle kendi savaşını veriyor; işte bu da yazının başından beri ileri sürdüğün bu da retoriğin en zayıf hali, yani yetersiz bakiye!

Dibine kadar ironi!

Dönmez, son derece saçma bir şekilde beni “yalancılıkla” suçladığı konuda ne kadar haklı olduğumu bu yazısında bizzat kendisi itiraf ediyor. Cemaate ne kadar öfke ve hatta nefret  duyduğunu ve bu öfkeyi baskılamak için adeta kendi canına okuduğunu gösteren kısma geldik.

Öncelikle bu kısımda muhteşem bir (Bunu çok başarılı anlamında kullanmadığım aşikar) sahte diyalog kurgusu yani “Strawman” yapıyor.

“- E ama… — Önemli değil…” formatında hayali bir muhatap üretiyor. Bilen bilir bu klasik Strawman taktiğidir; karşı tarafı en zayıf halinde gösterip kendi pozisyonunu güçlü göstermek.

Hemen ardından buna bir tutam da Ventriloquist (Kukla Oyunu) retoriği ekleştiriyor. Esasen hem soruyu hem cevabı kendisi yazıyor ama sanki gerçek tartışmaymış gibi sunuyor. Her iki ses de onun bu entelektüel dürüstsüzlüğü konusunda ciddi gösterge olduğunu farkında değil bittabi.

Aklı sıra “Vardır bir hikmeti” cevabını alaya alıyor: Elbette bunun bir kavram istismarı olduğu çok umurunda değil! Oysa hikmet çok ciddi teolojik kavram, onu böyle kullanmak -en hafif tabirle- saygısızlık.

Sanırım Ahmet Dönmez’in en büyük yarası “Cevdet Türkyolu Cemaati Üzerine yaptı” şeklinde attığı zevzek başlık. Buna sanırım o kadar çok tepki gelmiş ki, özür dilemek yerine haklı çıkmayı deniyor.

Yazısının bir yerinde cephesini geniş tutmak adına; “Bir zamanlar gazetenin en önemli yazarları olan ve ağır bedeller de ödeyen Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay, Mümtaz’er Türköne, İhsan Dağı, Ali Bulaç’ın eleştirileri de var.” şeklinde bir ifade kullanıyor.

Yemin ederim okurken kahkaha attım. Hani böyle değerli bir kümenin içinde olmak elbette önemli. Evet bahsini ettiği isimlerin hepsi Cemaat’i eleştirdiler ama hiçbiri her duyduğu bilgiyi, kesinlik içeren ifadelerle milletin üzerine boca etmedi. Dahası hiçbiri “Cevdet Türkyolu Cemaat’i üzerine yaptı!” zevzekliğini göstermedi!

“Simitçi, kahveci, gazozcu” sıralaması ise tam bir retorik çaresizlik göstergesi. Ciddi argüman yerine ucuz mizah ve popülist dil…

Ve anlaşılan Aymaz’ın kavramları ona ağır gelmiş. Her şeyi bu ikiliğe sığdırma çabası retorik tek boyutluluk ve yetersizlik ispatı.

Bir de “meta-ironi” denilebilecek bir defo var yazıda. “Habbeyi kubbe yapma” diye eleştirdiği yaklaşımı bizzat kendisi yapıyor; kendi eleştirilerini kubbe, karşı argümanları habbe sayarak.

Bu diyalog formatının okuyucu manipülasyonu amaçladığını anlamak çok güç değil elbette.. Gerçek tartışma yerine sahte senaryoyla kendi haklılığını ispat etmeye çalışmak ise çok acınası.

Retorik çöküşün doruğu!

Dönmez’in “Laf ola beri gele” nevinden yazısına ekleştirdiği “Hisseli harikalar kumpanyası” tabiri ne bağlam, ne anlam açısından bir şey ifade etmiyor. Tamamen anlamsız bir uydurma. Ne Carroll’la ne kendi arfümanlarıyla organik bir bağlantısı var. Şirket-Cemaat analojisi de komik ötesi yüzeysel.

Öte yandan “Alice ile Polyanna arasında” demesi büyük hata. Alice sorguluyor, araştırıyor. Polyanna ise aşırı iyimser, her şeyi güzel gören karakter. Tamamen farklı tipolojiler; bunları karıştırmak temel edebiyat bilgisinin olmadığını gösteriyor.

“Beş çayında” referansı Mad Tea Party’ye atıf ama asıl anlamını kaçırıyor. Carroll’da “zaman durmuş” ve anlamsız konuşmalar dönüyor. Dönmez bunu sadece “çılgınlık” anlamında kullanıyor.

“Kupa Kraliçesi ile kriket” referansı Carroll’dan ama yüzeysel. Orijinalinde kuralların sürekli değişmesi, adaletin yokluğu temaları var. Dönmez sadece “absürd durumu” kastediyor.

En fenası ise “Günah keçisi” sosyolojik kavram ama Rene Girard’ın derinlikli analizini popülist klişeye indirgemesi. “Abilerimizin hataları habbe, gazetecinin çelişkileri kubbe” derken tam da kendi yaptığını yapıyor! Kendi yazılarını kubbe, eleştirileri habbe sayıyor.

Yine hayali muhatap oluşturup hem soruyu hem cevabı kendisi yazması ise okuyucu manipülasyonunun devamı. Ez cümle bu bölümde görüyoruz ki Dönmez’in yetersiz retoriği artık tamamen çökmüş durumda. Ne Carroll’ı ne sosyolojik kavramları doğru kullanamıyor. Entelektüel yetersizlik had safhada.

Çöküşün devamına bakalım.

Ahmet Dönmez yazısında “Bunlar aynada hiç görünmüyor” derken Carroll’ın “Through the Looking-Glass”ina atıf yapıyor ama asıl anlamını ıskalıyor. Carroll’da ayna perspektif değişimi, farklı bakış açısı sağlar. Dönmez ise “görmezden gelme” anlamında kullanıyor bunu.

Ve öyle bir noktaya geliyor ki, kendi çelişkisini itiraf ettiğinin farkında bile değil.

“Ahmet Dönmez küçük ama büyük… Habbe her zaman habbe değil, kubbe her zaman kubbe değil” Bu cümle kendi retorik tutarsızlığının itirafı! Relativizmi eleştirirken kendisi de relativist oluyor.

“Erdoğan soru sordurdu… 2 kitap yazdırdı… Bebeği yurtdışına gönderdi” Bunlar son derece megaloman ifadeler. Adeta dünya Ahmet Dönmez etrafında dönüyor!

Sinemaya merakı olduğunu bildiğimiz ama bu klasik popüler film izleyiciliğinden bir milim ilerde olmayan Dönmez’in “Film bu sahneyle açılıyor” diyerek sinema metaforuna geçmesi gayet tabii. Ancak alakasız yerde yapıyor bunu, zira bu vurgunun Alice metaforuyla bağlantısı yok. Metaforik tutarlılık tam bir fiyasko anlayacağınız.

Film ile devam edelim. Bakın entelektüel fukaralığın seviyesine…

“Film yine Ahmet‘le bitiyor. Yalanları, iftiraları yüzüne vurulurken ve Ahmet mahcubiyet içinde af dilerken… Sonra birden Tweedledee ve Tweedledum çıkıp geliyor ve “Sen aslında gerçek değilsin. Şu an Kral seni rüyasında görüyor.” diyor.

Anladık, Carroll’un kitabında görmüşsünüz Tweedledee ve Tweedledum’u ancak oturup bir araştırın değil mi? Kullandığınız bağlamın çok dışında hatta tamamen zıt sayılabilecek bir mana var. Carroll da zaten bunu, en başta belirttiğimiz Byrom’un şiirinden ödünç alıyor. Ahmet ise maksat “Çan çan çan” olsun mahiyetinde kattıkça katıştırıyor.

En büyük iftirayı ise soru çalma meselesinde yapmaya devam ediyor. Sadece bu bile, Dönmez’in art niyetinin, öfke ve kininin ispatı olmaya yeter. Hem iftira, hem aşağılık bir yalanı gerçekmiş gibi sunuyor. Ve nihayetinde kendisinin de bu işin bir parçası olduğunu unutarak, pilot açıya geçiyor ve “Burası Harikalar Diyarı’dır” diyor.

Kahrolası yetersizlik!

Geldik entelektül yetersizliğin en bariz gösterge kısmına.

Ahmet Dönmez, kendi angajmanını okuruna geçirmek için yanlış, bağlam facialarıyla dolu yazısını bir de sahte alıntıyla süslüyor. Muhtemelen internette Türkçe olarak denk geldiği ve Cicero’ya atfedilen “Hata yaptıklarına üzülmezler de, eleştirilmek ağırlarına gider!” sözünü kendisine delil olarak sunuyor.

Naçizane bir de tavsiyede bulunayım Dönmez’e, bu kadar ciddi iddiaları taşıyan bir metinde, bir alıntı yapacaksınız, Türkçe asla yapmayın. Zira biliyorsunuz bu tür sahte alıntılar internette trilyon tane var. Şöyle gelişir: Alıntı ünlü isimlere (Cicero, Sokrates, Platon, Gandi, Mevlana vs) atfedilir. Kolay anlaşılır, güncel mesajlar içerir. Kaynak belirtilmez veya “meşhur sözü” diye geçiştirilir. Sosyal medyada viral olur.

Evet Dönmez’in uyduruk atıf kullanması, retorik yetersizliğinin başka bir delili. Kaynak doğrulaması yapmıyor. İnternet mitlerine kanıyor ve entelektüel güvenilirliğini sarsıyor. İşte bu da benim kastettiğim, pseudo-entelektüelin (entelektüel vitrin süslemeciliği) örneği; bilmiyor ama biliyormuş gibi yapıyor.

Hatırlayın Cem Yılmaz’ın enfes “10 Adımda Anadolu Rock nasıl yazılır?” şakasını. Ne diyordu, “Hadi beni boş ver, bak Dadaloğlu diyor işte!”

Öte yandan Gustave Le Bon alıntısını Cemaat eleştirisi için kullanırken aslında kendi durumunu tarif ettiğinin farkında değil sanırım: “Yanılsamalar sunabilen kişi efendi olur.” Dönmez tam da bunu yapıyor! Kendi takipçilerine yanılsamalar sunuyor.

“İnuitler ya da Ainular kabilesi” alıntıları ise maksat sofra zengin görünsün çabasıyla yapılmış tam bir saçmalık. İnuitler Kuzey Kutbu halkı, Ainular Japonya’nın yerli halkı. Hiçbir dilsel ya da etnik bağlantıları yok, bağlam filan da hak getire. Sadece egzotik isimler olduğu için yan yana getirmiş sanırım.

Keza Teilhard de Chardin’in evrim felsefesindeki “Omega noktası” burada hiçbir anlamı yok. Sadece bilim kurgu havası katmak için boca edilmiş.

Dönmez ne yazık ki Baudrillard’ı da tam anlayamamış. “Simülakra” kavramını “sahte evren” olarak açıklıyor ama Baudrillard’ın kastettiği çok daha derin: gerçeklik ile kopyasının ayırt edilemez hale gelmesi. Dönmez Wikipedia seviyesinde bir anlayışla kullanıyor bu kavramı.

“Grubun gözlüğü ile bakar, grubun süzgeci ile süzer” derken tam da kendi durumunu anlatıyor! Emre Uslu’nun Muteriz, benim ise Muarız dediğim; anti-cemaat grubunun ve kendi angajman gözlüğüyle bakıyor, onların süzgeciyle süzüyor.

Finalde gelinen nokta ise vahim, kusursuz bir nihilizm. “Ne önemi var? Biz Harikalar Diyarı’ndayız” diyerek tüm argümanlarını çöpe atıp Nihilizme sapıveriyor.

Bitiriyorum…

Einstein’ın “Basit anlatamıyorsa bilmiyordur!” sözüyle başladık ve umarım Dönmez’in entelektüel hesabındaki bakiye yetersizliğini açık bir şekilde ortaya koyabildik.

Dikkatli okurlar hemen fark edecektir ki, temelde üç sorunda odaklandı bu yetersizlik:

Abdullah Aymaz’ın “habbe-kubbe” retoriğini alıp kendi silahı yapmak, özgün düşünce üretememenin itirafı mahiyetindeki kavramsal hırsızlık.

Cicero’ya uydurma alıntı atfedip, Carroll’ı yüzeysel kullanıp, Baudrillard’ı ise hemen hiç anlamayıp entelektüel vitrin süslemeciliğinin mükemmel örneklerine sergileyerek sahte erudisyon yapmak.

Ve en trajik olanıysa, “Araştırarak, sorarak, doğrulayarak gazetecilik” vaat edip tam da epigrafımızdaki hadisin yasakladığı şeyi yaparak; “her duyduğunu anlatma” pratiğiyle düşülen muazzam Manifest çelişkisi.

Ve fakat bu sadece bir gazetecinin bireysel başarısızlığı değil; dijital çağda bilgi kirliliğinin nasıl üretildiğinin semptomatik örneğidir. Google çağının pseudo-entelektüeli, yüzeysel bilgiyle derin analiz yapmaya kalkıyor ve okuyucuyu kandırmaya çalışmasının değerlendirmesini sizlere bırakıyorum.

İronik olan şu: Asıl “Harikalar Diyarı sendromu” kendisinde olması. Gerçeklikle fantezi, bilgiyle bilgi yanılsaması arasındaki farkı kaybetmiş durumda Ahmet Dönmez.

Ve sevabına verdiğimiz bu retorik dersleri umarız faydalı olur. Çünkü daha önce de defaatle vurguladığımız gibi hakikate hürmet, her şeyden önce geliyor; verdiğimiz referansları doğru kullanmak da dahil.

Ve nedense aklıma bir hadis geldi: “Utanmıyorsan dilediğini yap!”

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Previous Post

Dünyanın Konuştuğu Suikastta Yaralanan Başkan Adayı Hayatını Kaybetti

Next Post

Camide duvardan kopan sıva ve tuğla parçaları üzerlerine düştü, hayatını kaybetti!

SG

SG

Next Post
Camide duvardan kopan sıva ve tuğla parçaları üzerlerine düştü, hayatını kaybetti!

Camide duvardan kopan sıva ve tuğla parçaları üzerlerine düştü, hayatını kaybetti!

  • Trending
  • Comments
  • Latest
Financial Times'dan Sedat Peker yorumu: Türkiye'yi şaşkına çevirdi

Financial Times’dan Sedat Peker yorumu: Türkiye’yi şaşkına çevirdi

30 Mayıs 2021
Sedat Peker, Rubicon’u geçti mi?

Sedat Peker, Rubicon’u geçti mi?

9 Haziran 2021
15 Temmuz’un gizemli ismi MİT görevlisi Sadık Üstün ve faaliyetleri

15 Temmuz’un gizemli ismi MİT görevlisi Sadık Üstün ve faaliyetleri

9 Ekim 2021
11 yılda 43 yabancı şirket Türkiye’yi terk etti

11 yılda 43 yabancı şirket Türkiye’yi terk etti

6 Temmuz 2021
Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

0
Sirte neden herkesin kırmızı çizgisi?

Sirte neden herkesin kırmızı çizgisi?

0
Ekonomik kriz erken seçimi zorluyor

Ekonomik kriz erken seçimi zorluyor

0
Tutuklu Altı Gazetecinin Yargılanmasına Başlandı

Tutuklu Altı Gazetecinin Yargılanmasına Başlandı

0
Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

12 Ağustos 2025
Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

12 Ağustos 2025
HDK Eşsözcüsü komisyonda konuştu: ‘Umut hakkı’ uygulanmalı

Komisyona seçilen üç yeni üyenin ismi Meclis Başkanlığı’na bildirildi

12 Ağustos 2025
Gümrük kapısında 'kırmızı biber tohumu' kaçakçılığı

Gümrük kapısında ‘kırmızı biber tohumu’ kaçakçılığı

12 Ağustos 2025

Son Haberler

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

12 Ağustos 2025
3
Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

12 Ağustos 2025
3
HDK Eşsözcüsü komisyonda konuştu: ‘Umut hakkı’ uygulanmalı

Komisyona seçilen üç yeni üyenin ismi Meclis Başkanlığı’na bildirildi

12 Ağustos 2025
3
Gümrük kapısında 'kırmızı biber tohumu' kaçakçılığı

Gümrük kapısında ‘kırmızı biber tohumu’ kaçakçılığı

12 Ağustos 2025
3

Kur Bilgileri

Exchange Rate TRY: Sal, 12 Ağu.

Takip Edin

Kategoriler

  • 15 Temmuz
  • Bilim ve Teknolji
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Genel
  • Görüş & Analiz
  • Güncel
  • İnsan Hakları
  • Kültür – Sanat
  • Kürt Meselesi
  • Politika
  • Sağlık
  • Spor
  • Yaşam
Görüş & Analiz Gönder

Son Dakika

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

Yüzlerce kişi Tünç’ün taziyesine yürüdü

12 Ağustos 2025
Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

Bu hayvanların vebali hepinizin boynuna

12 Ağustos 2025
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  • İnsan Hakları
  • 15 Temmuz
  • Kürt Meselesi
  • Görüş & Analiz
  • Gizlilik politikası

© 2020 Serbest Görüş

No Result
View All Result
  • Ana Sayfa
  • Haberler
  • İnsan Hakları
  • 15 Temmuz
  • Kürt Meselesi
  • Görüş & Analiz
  • Gizlilik politikası

© 2020 Serbest Görüş