ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2023 yılında patlak veren ve “Operation Nightingale” adı verilen soruşturma, bir hukuk devletinde sahte diplomalara karşı nasıl kapsamlı, şeffaf ve ciddi bir adli süreç işletileceğinin öğretici bir örneğiydi. FBI’ın yürüttüğü bu operasyonda, Amerika’da bazı tıp okullarının binlerce kişiye sahte hemşirelik diploması sattığı ortaya çıkmıştı.
25 eyalette 7 binin üzerinde kişi, bu sahte diplomalarla lisans almış ve aktif olarak sağlık sektöründe çalışmıştı. FBI, bu kişilerin tespit edilip sağlık sisteminden temizlenmesi için geniş çaplı bir operasyon başlattı. Hukuki süreçler işletildi, suçlu bulunanlar ceza aldı, ilgili kurumlar kapatıldı ve sistemdeki açıklara ilişkin detaylı raporlar yayınlandı.
Amerikan sistemi burada yalnızca bireyleri değil, sistemi kötüye kullanan kurumları da mercek altına aldı; eğitim otoriteleri, sağlık kuruluşları, hastaneler ve denklik kurumları zincirleme bir şekilde denetime tabi tutuldu. Çünkü mesele yalnızca birkaç kişinin yasa dışı yolla elde ettiği bir unvandan ibaret değildi. İşin aslı, halk sağlığını tehdit eden, mesleki güveni zedeleyen ve toplumun devlete olan güvenini sarsabilecek büyüklükte bir sahtekarlıktı.
Şimdi buradan Türkiye’ye dönüp bakalım…
Sistem topyekün çökmüş!
Türkiye’de patlayan sahte diploma skandalı ise ne yazık ki yalnızca bir yolsuzluk vakası olarak değil, bir rejim krizinin, hatta bir sistemin topyekûn çöküşünün sembolü olarak karşımızda duruyor. Aralarında kaymakamlar, büyükelçiler, bakan yardımcıları, MİT’e yakın isimler ve Cumhurbaşkanlığı personelinin de bulunduğu yüzlerce kişinin sahte diplomalarla devlet kadrolarına yerleştiği iddiası artık herkesin malumu.
Bu iddiaların en çarpıcısı ise yurttaşın devletine emanet ettiği bütün kişisel verilerin kullanılarak sahte mezuniyet belgeleri üretildiği, sistemde geriye dönük işlem yapıldığı, e-devlet’in bir tür “paralel-fake” versiyonunun yaratıldığı yönünde. Yani, kamu sisteminin en mahrem alanlarına nüfuz eden bir sahtekârlık mekanizması kurulmuş.
Peki bu duruma şaşırmalı mıyız?
Bu skandal, aslında Erdoğan rejiminin özellikle son on yılda kurumsal devlet yapısını nasıl sistemli bir şekilde çürüttüğünün yalnızca görünen yüzü. Cezasızlık kültürü, kayırmacılık, sadakat esaslı atama sistemi ve “bizden olsun çamurdan olsun” anlayışı Türkiye’yi liyakatten tamamen koparmış durumda.
Devletin en önemli mevkilerine ehliyet ve liyakat sahibi değil, ‘sadakatinden emin olunan’ kişiler getiriliyor. Hal böyle olunca da, diplomanın gerçek mi, sahte mi olduğunun artık bir önemi kalmıyor. Yeter ki “Reisçi” ol, gerisi bir şekilde halledilir ve ediliyor!
Ortada devlet kalmadı
Burada sormamız gereken temel soru şudur: Diploması sahte olan büyükelçi, devleti nasıl temsil eder? Sahte belgeyle kaymakam olmuş biri, adalet ve hakkaniyet temelinde nasıl yönetim sağlar? Bir kamu personeli, sırf rejime yakın olduğu için sistemin arka kapısından girip milletin vergileriyle maaş alıyorsa, o sistem artık ne kadar devlettir?
Ve elbette bu soruların en tepesinde şu duruyor: Ülkenin en tepesindeki ismin, yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diploması nerede? Transkriptini (not dökümlerini) neden gören olmadı?
2007 yılından beri kamuoyunun gündeminden düşmeyen bu konu, hiçbir zaman açıklığa kavuş(turul)madı. Sorulan her soru, açılan her dava ya geçiştirildi ya da yargı engeline takıldı. Kendisi hakkında hazırlanan diplomaya dair dosya, mahkemelere sunulamadı; YÖK ve üniversiteler bir devlet sırrı korur gibi bu meseleden kaçındı. Basit bir mezuniyet belgesi bile halka gösterilemedi. Ve ne gariptir ki, o güne dek Erdoğan’la aynı sınıfta okuduğunu söyleyen tek bir kişi çıkmadı.
Bir ülkede, sıradan bir memur bile göreve başlarken diplomasını sunmak zorundayken, Cumhurbaşkanı’nın diploması konusunda bu denli büyük bir sis perdesi olması, aslında tüm bu sahtecilik düzeninin tepe noktasında kimin olduğunu açıkça gösteriyor.
Erdoğan’ın hayalini kurduğu devlet
Bugün yaşadığımız sahte diploma skandalı yalnızca bir “belge” sahtekârlığı değil, bir “devlet tasarımı” meselesidir. Ve bugün Türkiye’de yaşanan, devletin çürümüş kadrolarla, çökmüş kurumlarla ve liyakatsiz aktörlerle yeniden dizayn edilmesidir.
Bu, rejimin bilinçli tercihiyle yaratılmış bir sahte devlet simülasyonudur. İyi eğitimli, dürüst insanlar KHK ile ihraç edildi ve yerlerine sahte diplomalı sahtekarlar dolduruldu. Aslında Erdoğan’ın vaad ettiği buydu ve KHK zulmüne sessiz kalanlar gelinen noktadan şikayet etme hakkına sahip değiller.
Söz konusu çürümenin merkezinde sadece birkaç bürokrat, birkaç kaymakam, birkaç istihbaratçı yok. Malum düzenin tepesinde, kendi diplomasını bile saklayan bir cumhurbaşkanı var.
Bu noktada şu soruyu sormadan geçmek mümkün değil: E-imza ile diploma üretilen bir ülkede, acaba kaç sahte seçmen yaratılmıştır? Kaç e-vatandaş kodlanmıştır? MERNİS’e güvenerek seçime girilir mi?
Çünkü mesele yalnızca diplomalarla sınırlı değil. Aynı sistemler nüfus kayıtlarını da, seçmen listelerini de, adres beyanlarını da barındırıyor. Eğer bir kişi, bir e-imza aracılığıyla diplomaya, sicile, kimliğe erişebiliyorsa; seçmen veri tabanına erişip orada oynamalar yapması da teknik olarak imkânsız değil. Hele ki “seçimleri kazandıran” teknolojik altyapı tek elde toplanmışsa…
Yükseköğretim Kurulu’ndan Dışişleri Bakanlığı’na, MERNİS’ten seçim kurullarına kadar uzanan bu çürüme, sadece bir sistem hatası değil. Devletin yeniden inşası ancak temiz bir sayfa ve gerçek liyakat ile mümkündür.
Çünkü artık mesele diploma değil. Mesele, rejimin kendisi.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***