NECİP F. BAHADIR | YORUM
Tayyip Erdoğan’ın kafası fena karışık. Ahlat’ta, “Son düzlüğe varmış bulunuyoruz.” dedi. Neyin son düzlüğü? Barış veya çözüm sürecinin… Daha adı konmadı. Erdoğan’a bakarsan ‘Terörsüz Türkiye…’. Onun dışında söyleyen yok. Süreçten önce terör mü vardı? PKK ve Öcalan şiddet ve terörden siyasete doğru verilmeye başlamıştı. ‘Terörsüz Türkiye’ bir slogan olabilir. Altı boş, üstü hoş; mu acaba? Hiç sanmam.
Süreç ‘son düzlüğe’ nasıl vardı? Hangi engelleri aştı, hangi dağı, hangi tepeyi geride bıraktı? Ne tür somut adımlar atıldı? Süre olarak, evet bir yıla yaklaştı. Devlet Bahçeli, Ekim’in ilk günü Meclis’in açılışında düğmeye basmıştı.
Hiçbir şey yapılmadı değil. İmralı, barış ve çözüm yolunda ‘iradesini’ ortaya koydu. PKK kendini feshetti. Sembolik olarak bir çanağın içinde 30 kadar keleş silahı yaktı.
Ankara ne yaptı? Komisyon kurdu. İYİ Parti dışında tüm partiler üye verdi. Çalışmalara başladı…
Peki, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un bizzat başkanlığını yaptığı komisyon ne çalışıyor? Şu an dinleme safhasında… Baro başkanlarının görüşlerini aldı. MHP’li Feti Yıldız, “Meseleyi anlamadılar!” diye itiraz etti. Tepkisini kamuoyuyla paylaştı. Baroların ‘hukuk, adalet, AİMH…’ demesinden daha doğal ne olabilir? “AİHM kararları uygulansın…” demek neden MHP’nin canını sıktı? Doğru ve olması gereken bu değil mi?
Süreç, hukuk ve demokrasiyi kapsamıyor mu? Demokrasi ve hukuk olmadan barışın inşası mümkün mü? “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun…” diyen Bahçeli’nin siyasi perspektifi nerede, Yıldız’ın bakışı nerede?
Demokratikleşme olmadan sürecin ilerleme şansı yok. Hukuk normalleşmeden barıştan söz edilemez. Göstermelik ve sembolik manevralarla süreci ‘son düzlüğüne’ kadar götürmek mümkün değil.
Komisyon bugün (28 Ağustos) çoğu AKP’li eski Meclis başkanlarını dinledi. Peki sonra ne olacak?
Erdoğan’ın “Son düzlükteyiz!” sözüne inanan bir Allah’ın kulu var mı acaba? ‘Son düzlük’ meselenin bitmekte olduğunu ifade eder. Hayır, daha oraya çok var… Henüz yolun başı… İlk viraj bile alınmış değil… Aşılması gereken zirvelerde karlı dağlar, fırtınalı tepeler var.
AKP ne yapacak? Hangi somut adımı atacak? ‘İnfaz düzenlemesi, terörün tanımı, genel af…’ gibi konularda ilerleme söz konusu mu? Kurtulmuş’un dediği mi olacak, Mehmet Uçum’un söylediği mi?
Kurtulmuş’un vaat ettiği gibi infaz ve af düzenlemesinde hiçkimse dışarıda bırakılmayacak mı? Yoksa Uçum’un söylediği gibi sadece PKK mı kapsama alınacak? Erdoğan bu konuda ne düşünüyor? Kimse bilmiyor, ne açıklama var, ne de kulis… “AKP, MHP ve DEM birlikte yürüyecek…” dışında bir cümlesi yok, ki ona da DEM itiraz etti. “Hayır, biz böyle bir ittifakta yokuz!” dedi.
Tayyip Erdoğan hızını alamadı bir de Arapları ekledi. ‘Türk, Kürt ve Arap üçlemesinin’ süreçle ne alakası var? Arap derken kimi, hangi ülkeyi kastediyor? Suriye mi? Bilen var mı? Hangi amaç doğrultusunda üç unsur bir araya gelecek? Meçhul… Erdoğan bir devlet ve siyaset adamı ufkuyla değil, ergen bir İmam Hatip öğrencisi gibi konuşuyor.
Olmaz…
Erdoğan aynı konuşmada, “Şunu da biliyoruz ki kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz…” ifadelerini kullanıyor. Kime kılıç salladı? PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’ye mi? Yoksa PKK’nın doğrudan kendisine mi? Sürecin, barışın, çözümün konuşulduğu, tartışıldığı bir dönemde ‘kılıç’ da neyin nesi? Hem ‘son düzlük’ hem ‘kılıç’ aynı konuşma içinde nasıl yer alabildi? Son düzlükte isek ‘kılıç göstermenin’ ne anlamı var? ‘Kılıç…’ denecekse son düzlükte değiliz.
Hakikaten Erdoğan’ın kafası da, zihni de, duyguları da fena halde karışık. Böyle bir kafadan sağlıklı politika çıkar mı?
Farkındayım, Suriye’de ‘can sıkıcı’ gelişmeler var. YPG’nin silah bırakmaya niyeti yok. Özel ve özerk bir alan peşinde… PKK silahlara veda ederken amacı bu değil mi? Silahla, şiddetle değil ‘siyasetle, politikayla var olmak’.
Gayesini de gizlemiyor. Öcalan yeni parti kuracak. Adını bile koydu; Demokratik Cumhuriyet Partisi… Mümkün mü? AKP, Kürt siyasetinin önünün açacağına söz verdi. Fesih ondan sonra geldi. Öcalan bir örgütün başı değil, partinin lideri olarak arzı endam edecek.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Ankara ve bölge ülkelerini bir süre oyaladıktan sonra ağzındaki baklayı çıkardı. “Bir federasyon değil ama onun biraz altında, herkesin kendi bütünlüğünü, kendi kültürünü, kendi dilini korumasına izin veren ve İslamcılık tehdidi olmayan bir yapı…”.
Hadi buyurun… Cevap verin… Öyle imayla, ‘kılıç’ diyerek değil açık açık, haddini bildirin. Niye bekliyorsunuz? ‘Eyy Trump…’ diye haykırmak için daha ne olması lazım? AKP, ‘Suriye’nin tehlikelerle dolu olduğu’ uyarılarını dikkate almadı. Şam’da bayrak salladı.
Peki sonuç…?
Bu satırları yazarken DEM heyeti bir ay aradan sonra İmralı’daydı. AKP bir süre adanın yolunu kapattı. DEM’in itirazı üzerine tekrar açtı. Öcalan’sız bir süreç mümkün mü? AKP neden trafiği durdurdu, sonra neden açtı? Yolunda gitmeyen şeyler mi var? PKK ‘silah bırakma’ işini mi sulandırdı? ‘Birkaç ay…’ denmişti. Sembolik görüntünün üzerinden iki aya yakın zaman geçti. Ne tür ilerleme sağlandı? Bilmiyoruz.
DEM’in bir talebi var; “Öcalan başmüzakereci olsun…”
DEM’in Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları ima etmedi, açıkça söyledi: “Bir tarafın muhatabı ve baş müzakerecisi Sayın Öcalan ve dolayısıyla kendisi de böyle bir talebi de var. Örgütünün de öyle bir talebi var. Sonuçta bu sürecin bugüne kadar gelmesinde devletin İmralı’da Öcalan’la yaptığı görüşmelerin sonucu süreç buraya kadar geldi. Dolayısıyla bu sürecin daha da ilerletilmesi için baştan beri devletin muhatap aldığı kişi Sayın Öcalan’dı…”
Başmüzakereci konusu ülkenin gündemine AB sürecinde girdi. Bakan düzeyinde ‘başmüzakerecisi’ vardı Türkiye’nin… Egemen Bağış’ı hatırlarsınız. Sonra Erdoğan bu görevi de bizzat üstlendi.
Öcalan, DEM’in söylediği gibi sürecin ‘başmüzakerecisi’ mi? “Müzakere, pazarlık yok…” doğru ve gerçekçi bir ifade değil. Öcalan’la görüşmeler niye yapıldı? DEM ile İmralı arasında neden görüşme trafiği yaşanıyor? Sohbet ve istişare için mi? Buna kim inanır? Bahçeli, Öcalan’a ‘kurucu önder’ diyerek taltif etti, Erdoğan da ‘başmüzakereci…’ olarak.
Türkiye, Erdoğan’ın ‘son düzlük’, ‘kılıç’ ve ‘başmüzakerecilik’ sarkaçları arasında sağa sola yalpalarken galiba ‘bindi bir alamete, gidiyor kıyamete…’
“Böyle gecenin sabahından hayr umulur mu?”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***