AHMET KURUCAN | YORUM
İtalya’nın Akdeniz rüzgarlarının okşadığı bir köşesinde, 4 gün boyunca gelen gideniyle yaklaşık 80 kişilik bir toplulukla kamp yaptık. Katılımcılar arasında çocuklar, gençler, yetişkinler; farklı meslek ve tecrübelerden insanlar vardı. Bu buluşmaların en kıymetli tarafı, hazır reçeteler sunulan konuşmalardan çok, hayattan damıtılmış soruların ortaya çıkmasıdır. Soru, sadece bilgi talebi değildir; aynı zamanda kimliğin pusulasıdır.
Bu kampta da gördüm ki, sorulan sorular tek tek cevaplarından daha değerli. Çünkü onlar, İtalya’da ve benzeri ülkelerde yaşayan Müslümanların zihinsel atlasını, ruh dünyasını, gelecek kaygılarını ve umut ufkunu gösteriyor.
Kategorilere ayırdım bana sorulan soruları. İlk gruptaki sorular kimlik ile entegrasyon arasındaki ince çizgiyi gösteriyordu. “Bir Müslümanın asgari fıkıh ve ilmihal bilgisi ne olmalı?”, “Diyalog ne değildir?”, “Bazı dini hükümler zamana bağlı değişebilirken bazıları niçin değişmez?”
Bana göre bu sorular, salt teorik merakın ürünü değil; azınlık olarak yaşanan bir ülkede, inancı hem koruma hem de yeniden inşa etme çabasının ifadesidir.
Burada kritik olan, bu çabanın içine entegrasyon meselesinin de sızmış olmasıdır. Entegrasyon, kimliğini kaybetmeden yaşadığın topluma uyum sağlama sürecidir. Bu, “eritme potası” anlayışıyla değil, “mozaik” bilinciyle başarılabilir. Nitekim gençler ve yetişkinler, “Nesiller arasındaki zihniyet farklılığını nasıl aşarız?” sorusunu da sordular ki bu aslında gençlerin anne babaları ile denge arayışlarını gösterir.
Evet, birinci kuşak, geldikleri ülkenin alışkanlıklarını doğal kimlik unsuru olarak taşır. İkinci ve üçüncü kuşaklar ise içinde büyüdükleri toplumun kültürel kodlarını içselleştirir. İki kuşak arasındaki bu “ikili aidiyet”, çoğu zaman çatışma doğurur ama arzu edilen bu sürecin doğru bir şekilde yönetilerek zenginlik doğurmasıdır. Onun için diyorum ki bu soruların tamamı aslında iki dünyanın birbirini anlaması için köprü işlevi görüyor.
İkinci kategorideki sorular aile içi huzur arayışları ve toplumsal sorumluluklar üzerineydi. “Karı koca ilişkileri”, “eşlerin hizmette birbirini desteklemesi”, “ev işlerinde rol paylaşımı” gibi konular, sadece evin içiyle ilgili değil; toplumsal temsilin de zeminini oluşturuyor. Ailenin iç dengesi bozuksa, dışarıya yansıyan temsil gücü de zayıf olur. Bu nedenle kampta yöneltilen bu sorular, Hizmet’in geleceğini ilgilendiren stratejik meselelerdir diye düşünüyorum.
Unutmayalım, ailede huzur, hizmette istikrarın sigortasıdır. Hele ki kadınların aktif hizmette yer aldığı ortamlarda, rollerin yeniden tanımlanması bir lüks değil, zarurettir. Sorular, bu zaruretin farkında olunduğunu gösteriyor.
Yalnız hemen ifade edeyim kendi ansiklopedik okumalar ve tecrübelerimden hareketle bu bağlamdaki sorulara cevap verdim ama konunun uzmanı olmadığımı da itiraf ettim. Hayatımızın en önemli boyutunu oluşturan ve olumlu-olumsuz boyutları ile dünyevi ve uhrevi hayatımızı derinden etkileyen bu konular için sahanın uzmanlarına müracaat edilmesi şart.
Üçüncü kategori farklı inançlara sahip olan kişilerle ilişkiler ve o ilişkilerin sınırlarını oluşturuyor. “Müslüman olmayan ama Allah’a inanan bir kadınla evlenmenin hükmü”, “Müslüman kadınların başka din mensuplarıyla evlilikleri”, “kendilerini LGBTQI+ olarak tanımlayan şahıslarla münasebetler” gibi sorular, fıkhî, sosyolojik, psikolojik, hukuki ve tıbbi boyutları olan meselelerdi. Bu konular özellikle Avrupa’da yetişen gençlerimizin zihninde “dini sınır” haritasının nasıl şekillendiğini göstermesi açısından anahtar niteliğinde. Avrupa’da yetişen gençlerimizin sosyal çevresinin çoğu zaman Müslüman olmayanlardan oluştuğunu düşündüğümüzde, bu soruların sahici hayat deneyimlerinden doğduğunu görüyoruz. Bu durum ister istemez “biz” ve “öteki” arasındaki ilişkileri sağlıklı bir zemine oturtma ihtiyacını ortaya koyuyor.
Son kategorideki soruların başlığına metodoloji ve vizyon tartışmaları koydum. Fedakarlık ile konfor alanı arasındaki ilişki, kaynakların sınırlılığı, küçük toplulukların motivasyonunu nasıl diri tutacağı vb hususlar. Mesela, “Kaynak azlığı bizi neden yapılmayana odaklıyor?” sorusu, aslında psikolojik bir tespit. İnsan, sürekli imkansızlıklara odaklanırsa üretemez. Bu tür sorular, motivasyon yönetimi, stratejik önceliklendirme ve psikolojik direnç gibi alanlarda ciddi düşünmeyi gerektiriyor.
Bitiriyorum.
Benim açımdan kampın en unutulmaz anısını bir yatsı namazı sonrası yaşadım. O gece akşam namazı sonrası bir arkadaşımız kalp ritminde bozukluk yaşamış ve bu nedenle kamp programı sarkmıştı. Ev sahipleri, “Karpuz hazırladık aşağıda. Namazdan sonra da yiyebiliriz!” dediler. O sıcak gecede hazır dilimlenmiş ve buzdolabına konulmuş olduğu söylenen karpuzlar cazipti ama gece de hayli ilerlemişti. Ben “O zaman bugün uzun tesbihat yapmayalım.” dedim. Tam o sırada genç bir kızımız, gülümseyerek ama ciddi bir tonla bana döndü ve “Bir karpuz uğruna tesbihatı mı terk edeceğiz?” diye sordu.
O an çok utandım. Hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi bana. Evet, bazen insanın aldığı en büyük ders, bir başkasının basit görünen ama derin manalar taşıyan ikazıdır. O genç kızımızın sözü, kamp boyunca konuşulan onlarca başlık kadar zihnimde yer etti. Çünkü o söz, “öncelikler” konusundaki hassasiyetin, genç kuşakta hâlâ diri olduğunu gösteriyordu.
Hasılı, İtalya’da katıldığım kısa süreli o kamp için sorular üzerinden yaptığım bu değerlendirmeler sonunda şunu diyebilirim: Doğru sorular düşünceyi provoke eder, zihni açar, bakış açısını genişletir. Hele ki bu sorular, hayatın tam ortasından geliyorsa, cevaplar teoride kalmaz; pratiğe akar. Bu kampta olduğu gibi. Yemek sırasında, çocukların oyun sesleri arasında, yürüyüş yollarında, sabah namazı sonrası yapılan sohbetlerde, Roma sokaklarında, Milano caddelerinde, iş yerlerinde…
Bir soru ile bitireyim; İtalya’ya mı mahsus bu durum? Bildiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla cevaplayayım: Hayır, İtalya’ya mahsus değil. Amerika’dan Avustralya’ya, Almanya’dan Güney Afrika’ya, muhacir arkadaşlarımızın ortak hikayesi bu. Sorular değişse de öz aynı: Kimliğimizi nasıl koruruz, nasıl geliştiririz ve bu topraklarda insanlara nasıl te’sir edebiliriz?
Kampa dair zihnimde kalan en kıymetli hediye, bavuluma yerleşmiş bir “soru demeti” oldu. O yüzden bu yazıda aktardığım sorular, sadece İtalya kampına ait değil; dünyanın her yerindeki Müslüman gençlerin, annelerin, babaların, hizmet gönüllülerinin ortak soruları. Ve inanıyorum ki, bu sorulara cevap arama iradesi, bizi birbirimize daha çok bağlayacak.
Ortak sorular, ortak ufuklar demektir. Ufkumuz ise sınırları aşan, kıtaları birleştiren bir umut haritası olmalı. Çünkü biz, cevabını birlikte arayanlar oldukça, geleceğe dair umudu da birlikte inşa edeceğiz. Ve ben inanıyorum ki, sorularını kaybetmeyen, geleceğini de kaybetmez.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***