Türkiye’deki tüm kurumlar gibi TRT de, kamu kaynaklarını yutan bir çiftliğe dönüşmüş durumda. Bandrol gelirlerinden milyonluk yapımcı servetlerine, sadakatle işleyen bir soygun makinesi artık! Nepotizm almış başını yürümüş ve geriye sadece soğanın cücüğü kalmış!
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Meşhur, “Ali Baba’nın bir çiftliği var” çocuk şarkısını herkes bilir. Şarkının bir yerinde geçer “…çiftliğinde Ali babanın!” diye… Vaktiyle TRT çocuk korosunda da öğretilen bu şarkı adeta Türkiye için yazılmış gibi bir kader yaşatıyor bize. Geçtiğimiz gün kaleme aldığımız Ahır başlıklı yazıda özellikle camilerin nasıl siyasetin ahırına dönüştürüldüğünü ayrıntı analiz etmiştik.
Belki yazının sonunda şarkıyı sizin için “Cover”layabiliriz belli olmaz!
Şunu hemen belirtelim ki, bu çiftlik, klasik çiftlik mantığından farklı olarak üretken değil, tüketici. Sürekli dışarıdan kaynak çekiyor, kendi imkanlarını kullanamıyor ve en kötüsü, sahiplerinin bile ihtiyaçlarını karşılayamayacak hale geliyor.
Ciddiyet sularına geri dönecek olursak; TRT’nin çiftlik haline gelmesi, sadece bu kuruma özgü bir sorun değil. Türkiye’deki tüm kamu kurumlarının sistematik olarak nasıl çiftliklere dönüştürüldüğünün minyatür bir örneğidir. Bu sistem, kısa vadede belirli çevreleri zenginleştirse de uzun vadede hem kurumları hem toplumu hem de nihayetinde sistem sahiplerini bile çıkmazda bırakıyor.
Thomas Friedman kleptokrasiyi tanımlarken şöyle diyor: “Kleptokrasi, memurların ve düzen koyucuların, uygulamakla görevli oldukları kuralların kendileri için geçerli olmadığını düşünmeleridir.”
TRT’nin durumu, bu tanımın mükemmel bir çağdaş örneğini oluşturuyor. (Bu konuda da şöyle bir yazı yazmıştım.)
Ve maalesef, bu çiftlikte “dürüst kamu görevlisi” arayışı, Somali’deki arayıştan da başarısız görünüyor. Çünkü orada en azından arama yapılıyordu. Burada ise dürüstlük, zaten aranan bir özellik olmaktan çıkmış durumda. (Somali Transparency International’ın 2024 Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 180 ülke arasında son sırada yer alıyor.)
Friedman’ın “Lexus ve Zeytin Ağacı” kitabında tanımladığı kleptokrasi kavramı, günümüz Türkiye’sinin devlet kurumlarını anlamak için şahane bir çerçeve sunuyor. Kleptokraside devlet sistemi- vergi toplama sisteminden gümrüklere, özelleştirmeye ve piyasa mevzuatına kadar, kilit fonksiyonlarından birçoğu ya da hepsi yolsuzluğa o kadar batmıştır ki yasal işlemler normdan çok istisna haline gelmiştir.
Friedman’ın tanımındaki gibi, kleptokraside hem göz yumulan, hem de uyulması beklenen norm şudur: Her düzeydeki görevli yurttaşlardan, yatırımcılardan ve devletin kendisinden olabildiğince para koparmak için mevkiini kullanır; yurttaşlar ve yatırımcılar da karar veya hizmet elde etmenin tek yolunun birilerine rüşvet vermek olduğu varsayımıyla hareket eder.
Bu sistemin Türkiye’deki yansımalarını en net şekilde Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda (TRT) görmek mümkün. 1964 yılında özerk bir kamu kuruluşu olarak kurulan TRT’nin bugünkü hali, kleptokratik dönüşümün tüm aşamalarını sergiliyor. Kurumun nasıl bir “çiftliğe” dönüştürüldüğünü anlamak için, Friedman’ın baskıcı rejimlerin ekonomik modellerini açıklayan başka bir teorisine, meşhur “benzin istasyonları” metaforuna bakmak aydınlatıcı olacaktır.
Friedman’ın Beş Benzin İstasyonu Teorisi
Thomas Friedman “Lexus ve Zeytin Ağacı-Küreselleşmenin Geleceği” kitabında, dünya ekonomilerini beş temel benzin istasyonu çeşidine indirgenebileceği teorisini ortaya atıyor. Bu teori, farklı ekonomik sistemlerin işleyişini basit ama çarpıcı bir metaforla açıklarken, aynı zamanda kurumların kaliteden kalitesizliğe doğru evrimini de gözler önüne seriyor. TRT’nin hikayesi, bu evrim sürecinin tersine işlediği, sürekli daha kötüye giden bir kurumsal trajediyi anlatıyor.
Bu modellerin ilki, mükemmeliyeti temsil eden Japon benzin istasyonu. Benzinin galonu 5 dolardır. Bir ömürlük iş anlaşmaları imzalamış, üniformalı ve beyaz eldivenli dört adam size hizmet eder. Benzininizi doldururlar, yağınızı değiştirirler. Camınızı siler ve siz huzur içinde oradan ayrılırken, dostça bir gülümseme ile arkanızdan el sallarlar. Bu model yüksek kalite ve yüksek maliyet anlayışına dayanıyor. Uzun vadeli istihdam güvencesi, müşteri memnuniyeti odaklılık, profesyonel hizmet anlayışı ve sürdürülebilir iş modeli bu sistemin temel karakteristikleri.
İkincisi Amerikan benzin istasyonudur. Benzinin galonu sadece 1 dolardır ama benzini kendiniz doldurursunuz. Camınızı kendiniz silersiniz, lastiklerinize kendiniz hava basarsınız. Sonra köşeyi döndüğünüzde, dört evsiz insan, jant kapaklarınızı çalmaya çalışır. Bu model düşük maliyet ve self-servis anlayışına dayanıyor. Bireysel sorumluluk, rekabet ortamı, risk/fayda dengesinin müşteri tarafından üstlenilmesi ve minimal devlet müdahalesi bu sistemin temel özellikleri.
Avrupa modeli ise bambaşka bir hikaye anlatır; güçlü işçi haklarının verimsizlikle buluştuğu bir hikaye. Batı Avrupa (Örneğin Almanya) benzin istasyonunda benzinin galonu 5 dolardır, ancak bu yüksek fiyat kaliteye değil, sisteme yansımıştır. İstasyonda tek bir görevli vardır, benzin doldurmak için değil para almak için! Parasını ödeseniz bile asık suratla yağınızı değiştirir ama sendika sözleşmesinin onu sadece para karşılığı benzin doldurmak ve yağ değiştirmekle yükümlü kıldığını size her an hatırlatarak camları silmez.
Haftada sadece 32 saat çalışır, her gün 90 dakika yemek molası verir ve bu süre içinde benzin istasyonu kapalı kalır. Her yaz Güney Fransa’da 6 hafta tatil yapar. Bu arada, devletin işsizlik sigortası son işlerinden daha çok para verdiği için 10 yıldır çalışmamış iki erkek kardeşi ve amcası, sokağın karşı tarafında bowling oynamaktadır.
Friedman’ın dördüncü modeli, gelişmekte olan ülke ya da tipik Ortadoğu benzin istasyonu, TRT’nin bugünkü halini neredeyse fotoğraf gibi yansıtıyor. Burada artık trajikomik bir tablo var: 15 kişi çalışır ve hepsi de birbirinin kuzenidir. İçeri girdiğinizde kimse sizinle ilgilenmez, çünkü herkes birbirine laf yetiştirmekle meşguldür. Devlet benzini sübvanse ettiği için benzinin galonu sadece 35 senttir ama 6 pompadan sadece biri çalışmaktadır. Diğerleri bozulmuştur ve Avrupa’dan gelecek yedek parçaları beklemektedir.
İstasyon hayli kırık döküktür, çünkü sahibi Zürih’te yaşamakta ve bütün kazancını ülke dışına çıkarmaktadır. İstasyon sahibi, işçilerin yarısının geceleri tamirhanede uyuduğundan ve araba yerini duş olarak kullandığından habersizdir. Gelişmekte olan ülke istasyonunda müşterilerin çoğu ya son model Mercedes ya da uyduruk bir motosiklet kullanır ama burası her zaman doludur, çünkü bisiklet lastiklerine hava basmak için insanlar akın akın gelmektedir.
Bu dördüncü modelin her satırı TRT’nin mevcut durumunu adeta kodluyor. Nepotizm ve akraba ağları açısından bakıldığında, Friedman’ın “15 kişi çalışır ve hepsi de birbirinin kuzenidir” tanımlaması TRT’de somut karşılığını buluyor. Amasya Akyazı Köyü’nden 46 kişilik köyden 11 kişinin TRT’de çalışması bunun en çarpıcı örneği. Seçimlerde sadece 35 kişinin oy kullandığı bir köyden bu kadar personel çıkması tesadüf olamaz. Recep Şahin’in kızı ve yeğenlerinin stratejik pozisyonlarda bulunması, İbrahim Şahin’in kardeşi Mehmet Ali Şahin’in MPS Yapım şirketi üzerinden işler alması ve Bekir Bozdağ’ın yeğeni Mehmet Bozdağ’ın yapım imparatorluğu kurması, bu nepotizm ağının sadece görünen yüzü.
İç hesaplaşmalar konusunda da Friedman’ın tasvirinin TRT’deki gerçeklikle birebir örtüşmesi şaşırtıcı. “Kimse sizinle ilgilenmez, çünkü herkes birbirine laf yetiştirmekle meşguldür” tanımlaması, TRT’deki sürekli iç çatışmaları, farklı kliklerin birbirine ayak kaydırmasını, asıl işin unutulup güç mücadelelerinin öne çıkmasını ve müfettiş raporlarında sürekli görülen disiplin sorunlarını mükemmel özetliyor. Kurum artık program üretmekten çok, içerideki hesaplaşmalarla meşgul.
Sübvansiyonlu ama işlemeyen sistem meselesi ise başka bir trajedi. “Devlet benzini sübvanse ettiği için 35 sent ama pompalar çalışmıyor!” durumu, TRT’nin bandrol ve elektrik vergilerinden 1.2 milyar TL gelir elde etmesine rağmen teknik altyapının çoğunun çalışmaz durumda olması gerçeğiyle örtüşüyor. Kendi stüdyoları varken dışarıdan kiralama yapılması, 10.000 personeli varken dışarıdan hizmet alımına gidilmesi, bu çarpık sistemin mantığını gösteriyor.
Dış yatırım ve kaynak kaçırma konusunda “sahibi Zürih’te yaşar ve kazancını ülke dışına çıkarır” tanımlaması da boşuna değil. Yapımcıların 30 milyon Euro’ya Almanya’da gayrimenkul alması, 100 milyon euroya otel yatırımları yapması, yapım şirketlerinin yurt dışı hesaplara para transferleri gerçekleştirmesi ve TRT kaynaklarının sistemli olarak dışarı aktarılması, Friedman’ın teorik modelinin pratikteki karşılıkları.
Hayalet personel sorunu da “işçilerin yarısı geceleri tamirhanede uyur” tanımlamasında kendini buluyor: TRT’deki bankamatik memurları, sabah gelip kart basıp giden personel, Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’ndaki yüzlerce atıl çalışan, görevde görünüp iş yapmayan koordinatörler ve Baha Şahin gibi “kurumda görülmeyen” personel bunun somut örnekleri.
Ancak TRT sadece dördüncü modelde kalmıyor, Friedman’ın beşinci ve belki de en karanlık modeli olan Rusya benzin istasyonu özellikleri de gösteriyor. Burada benzinin galonu sadece 50 senttir ama hiç benzin yoktur, çünkü burada çalışan dört işçi bütün benzini karaborsada galonu 5 dolara satmıştır. Benzin istasyonunda görevli olan dört adamdan sadece biri oradadır. Diğer üçü yer altı ekonomisinde başka işler tutmuştur ve sadece haftada bir kez haftalıklarını almak için uğrarlar.
Bu model de TRT’nin durumunu açıklıyor. Sistemli kaynak sızıntısı açısından “benzin ucuz ama hiç yok, çünkü karaborsada satılmış” durumu, TRT’nin 2020 yılında 1.6 milyar TL, 2021 yılında 3 milyar TL zarar etmesi, bütçenin yapım şirketlerine aktarılıp geri dönmemesi ve reklam gelirlerinin komisyonlar nedeniyle yüzde 35’ten yüzde 7’ye düşmesi ile somutlaşıyor.
Bankamatik memurları durumu “dört görevliden sadece biri orada” tanımlamasında karşılığını buluyor. İstifa edip maaş almaya devam eden müdürler, istifa ettikten sonra da maaş alan koordinatörler, sadece haftalık almaya gelen ama hiç çalışmayan personel ve gerçek işi yapanların sayısının çok az olması bu durumun örnekleri.
Yan iş ekonomisi de “diğerleri yer altı ekonomisinde başka işler tutar” tanımlamasında görülüyor. Yapım koordinatörlerinin dış firmalardan komisyon alması, TRT personelinin özel şirketlerle iş yapması, bilgi sızıntısı karşılığında maddi çıkar sağlanması ve kurumsal kaynakların kişisel çıkar için kullanılması bu durumu örnekliyor.
TRT’nin Benzin İstasyonu Profili
TRT esasen Friedman’ın beşinci ve dördüncü modelinin en kötü özelliklerini birleştiren hibrit bir yapı sergiliyor. Gelişmekte olan ülke modelinden nepotizm ağlarını, teknik altyapı çöküntüsünü, iç hesaplaşmaları ve kaynak israfını; Rusya modelinden ise sistemli kaynak sızıntısını, hayalet personeli, karaborsacılığı ve kurumsal çöküşü almış durumda. Bu hibrit yapı, TRT’yi hem hizmet veremeyen hem de sürekli zarar eden bir kurum haline getirmiş.
TRT’nin mevcut durumu incelendiğinde, Friedman’ın tanımladığı “bana benzin istasyonunu söyle sana devletinin modelini söyleyeyim” tezine tam uyduğu görülüyor. Sayıştay raporlarına göre TRT’de (Bundan neredeyse on yıl önce) 7.053 personel çalışıyor(du) (Bugün bu rakam 10 bini çok aşmış durumda) ancak bunların büyük çoğunluğu gerçek anlamda iş yapmıyor. Kurumda bin 750 kişi yayın ve yapımcı olarak gösteriliyor, bu kadrodan (yaklaşık) geri kalan 5.000 kişi ise “idari personel” kategorisinde. Bu aşırı personel, sıfır verimlilik durumunu açıkça ortaya koyuyor.
Dış kaynak bağımlılığı da çarpıcı boyutlarda. TRT, 2012 yılında personel giderlerine 432 milyon TL öderken, “dışarıdan sağlanan fayda ve hizmetler” için 655 milyon TL harcamış. Yani kendi personeline program yaptırmak yerine, dışarıdan program satın almaya çok daha fazla para ödüyor. Rakamların ait olduğu yıllar bile TRT’nin ve Türkiye’nin içine girmiş olduğu durumu özetliyor. Çünkü yaklaşık 10 yıldan beri hiçbir rakam, kimseye söylenmiyor. Tamamen belirsizlik hakim.
TRT’nin kaynak israfı da çarpıcı boyutlarda. (Yine yaklaşık on yıl öncenin rakamlarına göre) Kurum dramalar ve dizilere 153 milyon TL, eğitim kültür programlarına 55 milyon TL, müzik eğlence programlarına 20 milyon TL, habere 23 milyon TL harcarken, din ve ahlak programları için bile dış firmalara 6 milyon TL ödeme yapıyor. Bu rakamlar, TRT’nin binlerce personeli ve kapsamlı teknik altyapısı bulunmasına rağmen kendi imkanlarını kullanmak yerine sistematik olarak dışarıya kaynak aktardığını gösteriyor.
Soğan Soyma Teorisi
Friedman’ın benzin istasyonları teorisi TRT’nin bugünkü halini açıklıyor açıklamasına ama bu teoriyi sanki biraz yerelleştirmemiz gerekiyor. Taber-i diğer ile yerli ve milli bir perspektife ihtiyacımız var. Üşenmedim, sizin adına düşündüm taşındım ve karar verdim: TRT’nin ele geçirilme sürecini en iyi açıklayan kavram “soğan soyma teorisi”dir. Bu teori, AKP’nin kurumları nasıl aşama aşama, sabırla ve sistematik olarak dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor. Tıpkı bir soğanın katman katman soyulması gibi, TRT de belirli aşamalardan geçerek bugünkü haline getirildi. Her katmanın soyulması, bir sonraki katmana ulaşmak için zemin hazırladı.
İlk aşama, 2002-2007 yılları arasında gerçekleşen ve dış kabuk olarak tanımlanabilecek dönemdi. AKP iktidara gelir gelmez TRT’nin en üst kademesindeki “güvenilmez” isimlerin temizlenmesi işlemine başladı. O zamanlar herkes bunun iktidar değişikliğinde normal olan rutin bir operasyon olduğunu düşündü. Sonuçta her yeni iktidar kendi kadrolarını getirirdi, değil mi? Bu aşamada sadece en dıştaki katman, yani eskiden kalan ve yeni iktidara uzak görülen isimler sistemden uzaklaştırıldı. Henüz kurumun özüne dokunulmamıştı, en azından öyle görünüyordu.
Ne var ki bu sadece başlangıçtı. İkinci aşama 2007-2014 yılları arasında yaşandı ve artık ikinci katmanın soyulması süreci başlamıştıKadrolaşma süreci bu dönemde dramatik biçimde hızlandı. Yandaş medyadan 560 kişilik devasa bir personel transferi gerçekleştirildi; yapılan sadece sayısal bir transfer değil, aynı zamanda kurumsal kültürün de transferiydi. Taşeron yasası ile rüşvet mekanizmaları kurumsallaştırıldı, yolsuzluk sistemin doğal parçası haline getirildi. Daha da önemlisi, kurumun anayasal özerk yapısı bu dönemde tamamen ortadan kaldırıldı. Soğanın ikinci katmanı da soyulmuştu ve artık kurum daha derinlemesine, geri dönüşü olmayacak şekilde dönüştürülmeye başlanmıştı.
Üçüncü aşama 2014-2018 yılları arasında gerçekleşti ve buna çekirdek oluşturma süreci diyebiliriz. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte TRT artık doğrudan saray kontrolüne alındı. Bu sadece idari bir değişiklik değildi; kurum Kamu İhale Kanunu kapsamının dışına çıkarıldı, yani artık harcamalar denetlenemez hale geldi. Yönetim kurulu atama yetkisi tamamen Cumhurbaşkanı’na verildi. Soğanın daha derin katmanları da soyularak, artık çekirdek bölgeye doğru ilerlenmişti. Kurumda muhalif ya da bağımsız düşünebilecek kimse kalmamıştı.
Son aşama 2018’den günümüze kadar devam ediyor ve bunu çelik çekirdek dönemi olarak adlandırabiliriz. Bu dönemde artık sadece soğanın cücüğü denilen, en merkezdeki küçücük kısım kaldı. Bu çelik çekirdek, sadece mutlak sadakat üzerine kurulu ama liyakat açısından tamamen iflas etmiş bir yapıdan oluşuyor. Bu da paradoksal bir durumu ortaya çıkarıyor: Sadakat konusunda ona büyük fayda sağlamakla beraber ciddi sıkıntılar da getirmesi. Çünkü liyakat olmadığı için bu cücük kısmından asla kaliteli işler çıkmıyor. Sistem kendi kendini yiyor, sadakat o kadar önemli hale gelmiş ki, artık basit işleri bile yapabilecek nitelikli insan bulunamıyor.
Soğan soyma teorisinin en çarpıcı yanı, bunun sadece TRT’ye özgü olmayışı. Türkiye’deki tüm kamu kurumlarında uygulanan sistematik bir yöntem bu. Her katmanın soyulması özenle planlanmış, her aşamada olası direncin nasıl kırılacağı hesaplanmış. Sonuçta geriye kalan çekirdek, tamamen sadakat temelli ama iş üretme kapasitesi olmayan, içi boşaltılmış bir yapı. Bu boşaltılmış yapının nasıl bir “aile işletmesi”ne dönüştüğünü görmek için, TRT’deki nepotizm ağlarına daha yakından bakmak gerekiyor.
Yapım Şirketleri Karteli- Çiftliğin İşletmecileri
Tekden Film’in kuruluş hikayesi, TRT’nin nasıl belirli çevrelerin zenginleşme aracı haline getirildiğini gösteriyor. Kemal Tekden’in 2015’te AKP milletvekili olması, Mehmet Bozdağ’ın Bekir Bozdağ’ın yeğeni olarak “kaldırımdan” milyoner haline gelmesi ve Diriliş Ertuğrul ile başlayan büyük vurgun, sistemin işleyişini açıkça ortaya koyuyor.
Kazanç listesi incelendiğinde Son Rüya, Kardeş Şehirler, Ustalar Alimler ve Sultanlar, Yunus Emre Aşkın Yolculuğu ve Mehmetçik Kut’ül Emare gibi her biri milyonluk bütçeli projelerin, hepsinin TRT’den aldıkları paralarla yapıldığı ve Bekir Bozdağ’ın yeğenini dolar milyoneri yaptığı görülüyor.
ES Film’in Payitaht dizisi üzerinden zenginleşmesi de benzer bir hikaye sunuyor. Siyasi amaçlı dizi yapımcılığı yapan, TRT dışında sadece bir tane Kanal D yapımı bulunan ve milyonluk bölüm başı ödemeler alan bu şirket, sistemin nasıl işlediğinin başka bir örneği.
Timur Savcı’nın hikayesi ise ironilerle dolu. Malum klasik AKP yandaşları vaktiyle onu ve meşhur dizisi Muhteşem Yüzyıl’ı “ecdadı namussuz göstermek”le suçlamış, büyük protestolar düzenlemişlerdi. Şimdi aynı ekip Teşkilat dizisini yaparak MIT’i yüceltiyor, seyirciye gaz üzerine gaz basıyor! Savcı’nın Türkiye yapımcılar birliği başkanlığına getirilmesi ve 30 milyon Euro’ya Almanya’da gayrimenkul, 100 milyon Euro’ya otel alabilecek servete ulaşması, TRT kaynaklarının nasıl kişisel zenginleşme aracı haline getirildiğini ortaya koyuyor.
Katmerli Soygun Sistemi – Beşli Vurgun
Dikkatle incelediğimizde TRT’de “katmerli soygun” sistemi olduğunu görüyoruz. Bu sistem beş ayrı katmanda işliyor ve her katmanda farklı aktörler devreye giriyor.
Birinci katman vergi toplama katmanı. Elektrik faturalarından TRT payı olarak 2012 yılında 662 milyon TL, bandrol geliri olarak 545 milyon TL toplanıyor. Toplam kamu katkısı 1.2 milyar TL’nin üzerine çıkıyor. Bu para teorik olarak kamu yayıncılığı için toplanıyor ama pratikte bambaşka amaçlara hizmet ediyor.
İkinci katman yapım soygunu katmanı. Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi üzerinden organize edilen yapım dağıtımında, yapımcıların tüm kazançlarının yüzde 25’ini Bilal Erdoğan’ın vakıflarına aktarması sistemi işliyor. Kalan kısımdan da şişirilmiş faturalarla ekstra kazanç sağlanıyor.
Üçüncü katman reklam soygunu katmanı. Serhat Albayrak’ın reklam ajansları üzerinden komisyon kesme sistemi çalışıyor. TRT’nin reklam gelirlerinin yüzde 35’ten yüzde 7’ye düşmesi, büyük komisyonların aracı firmalar tarafından alınması bu katmanın işleyişini gösteriyor.
Dördüncü katman yurt dışı satış soygunu katmanı. TRT’nin büyük paralar ödediği yapımların haklarını almadan bırakılması, yapım şirketlerinin Ortadoğu ve Balkan ülkelerine satışından TRT’nin pay alamaması ve paraların transit yurt dışı hesaplara gönderilmesi bu katmanda gerçekleşiyor.
Beşinci katman fikri mülkiyet hırsızlığı katmanı. Bağımsız yapımcıların fikirlerinin çalınması, AKP’li çocuklara bedava proje transferi ve mahkemelere başvuru harcının projenin yüzde 20’si olması ile caydırma sistemi bu son katmanda işliyor.
TRT ile ilgili söylenebilecek şeyler arasında en ironik durum ise şu: “Bizzat Tayyip Erdoğan özenle yaptırdığı ve kendisinin halka seslendiği millete hizmet yolunda/ulusa sesleniş programlarını bile 11 yıldır çekemiyor. Çünkü onun suyuna gidecek ve daha önce çekilenler gibi kaliteli çekilebilecek ekip kalmadı TRT’de.
Bu durum, çiftlik sisteminin en büyük zaafını gösteriyor. Sadakat temelli kadrolaşma, uzun vadede kaliteyi öylesine yok ediyor ki, sistemin en tepesindeki kişinin bile ihtiyaçları karşılanamıyor. Kendi kurdukları sistem, nihayetinde kendilerini de mağdur ediyor.
Sayıştay raporlarında tespit edilen durum trajikomik boyutlara ulaşmış durumda. Hiçbir iş yapmayan ama maaş alan onlarca koordinatör ve “Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı” adıyla ısı merkezinin altına sürgün edilen deneyimli personel, kurumun nasıl işlevsizleştirildiğini gösteriyor.
TRT’nin absürt durumları gerçekten açıklaması zor boyutlarda. 10.000 çalışanı var ama dışarıdan kameraman kiralıyor. Kendi stüdyoları var ama dışarıdan stüdyo kiralıyor. Tonlarca teknik imkanı var ama her şeyi dışarıdan alıyor. Bu durum, kurumun kendi kapasitesini kullanamayacak hale getirildiğini, belki de kasıtlı olarak işlevsizleştirildiğini gösteriyor.
TRT’deki yapımların üç temel propaganda ekseni etrafında dönüyor.
Birincisi Abdülhamit nostaljisi ekseni. Günümüz siyasetinin tarihsel kostümlerle anlatılması, muhalefet liderlerinin hain karakterlerle temsil edilmesi ve Erdoğan’ın “Mağrur Lider” olarak kodlanması bu eksenin temel stratejisi. Payitaht dizisi bu stratejinin en belirgin örneği olarak karşımıza çıkıyor.
İkincisi kuruluş mitolojisi ekseni. Diriliş Ertuğrul ve benzeri dizilerle “yeni Türkiye” propagandası yapılıyor. 15 Temmuz sonrası rejimin kuruluş destanı yaratma çabası ve “yeni kuruluş” sürecinin meşrulaştırılması bu eksenin hedefleri arasında.
Üçüncüsü istihbarat kahramanlığı ekseni. Teşkilat dizisi ile MIT’in James Bond’laştırılması, gerçekteki istihbarat skandallarının örtülmesi ve milli gururun yapay biçimde şişirilmesi bu son eksenin stratejisini oluşturuyor.
TRT’nin çiftliğe dönüştürülmesinin toplumsal maliyeti çok boyutlu olarak karşımıza çıkıyor.
Ekonomik maliyet açısından bakıldığında, 2020 yılında 1.6 milyar TL, 2021 yılında 3 milyar TL zarar eden kurumun bu zararlarının halkın cebinden karşılanması ve vergi ile bandrol artışlarıyla vatandaşa yansıtılması söz konusu.
Kültürel maliyet boyutunda kamu hizmeti yayıncılığının yok edilmesi, özgün içeriğin ortadan kalkması, toplumsal belleğin manipülasyonu ve sanatsal kalitesizleşme yaşanıyor.
Demokratik maliyet açısından anayasal özerklik ilkesinin çiğnenmesi, kamu kaynaklarının partizan amaçlarla kullanılması, toplumsal çoğulculuğun yok edilmesi ve eleştirel düşüncenin bastırılması görülüyor.
Kurumsal maliyet boyutunda ise liyakat ilkesinin tamamen ortadan kalkması, kurumsal hafızanın yitirilmesi, teknik kapasitelerin atıl hale gelmesi ve deneyimli personelin sürgüne gönderilmesi yaşanıyor.
İşte Tayyib beyin çiftliklerinden birinde durum böyleyken böyle.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***