Esasen yaşadığımız sürece tartıştığımız kavramlar perspektifiyle baktığımızda yaşanan ayrışmanın Hizmet’in ilahi ve ebedi karakteri ile cemaatin fenomenal yapısı ve doğarı arasındaki ontolojik farkın somutlaşmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Şimdi geliyoruz önceki yazıda yayınladığımız infografiğimizin belki de en ilginç bölümüne: Yeni Faz. Bu dönem aslında 1960’larda yaşanan ilk fazla çarpıcı benzerlikler taşıyor. O dönemde nasıl Hizmet ve Cemaat iki ayrı daire halindeyse, bugün de benzer bir ayrışma yaşanıyor. Ancak bu kez işin içinde daha derin bir anlayış, daha olgun bir perspektif var.
Üstelik iki zıt yönlü çevresel baskılar da cabası. Bir yandan hizmet/cemaat ayrışması tamamen yaşansın diye, cemaatin bitirilebileceğini düşünülerek sırtını Hizmet kümesine dayayıp cemaati aksi yönde itmeye çabalayanlarla, sırtını hizmete dayayıp kümeyi tekrar hizmet kümesine oturtmaya çabalayanların ciddi bir çatışması ve ayrışması söz konusu.
İşte tam da bu noktada Gülen’in on yıl önce kavramsallaştırdığı “Hizmet Mürtedleri” olgusu yaşanıyor da denebilir. Ancak tekrar uyarıyorum, bu her tartışmanın, her tartışmaya giren tarafın “Mürted” olarak suçlanması değil asla. İnceliği okurumuzun fark edeceğini umuyorum.
Konumuza dönecek olursak, 2016 sonrası süreçte yaşananları anlamak için, aslında Hizmet ile Cemaat kavramları arasındaki ontolojik farka daha derinden bakmamız gerekiyor. Bu fark sadece teorik değil, yaşanan gerçekliğin ta kendisi.
Hocaefendi’nin düşünce evreninde Hizmet, İla-yı Kelimetullah (Allah’ın adını yüceltme) davasının tarihsel tezahürü olarak konumlanıyor. Bu dava, peygamberlerden bu yana süregelen, zaman ve mekan sınırlarını aşan kadim bir ilahi misyon. Hz. İbrahim’in putları kırmasından Hz. Musa’nın Firavun’a meydan okumasına, Hz. İsa’nın havarilerine öğretisini yaymasından Hz. Muhammed’in son risaletle insanlığa rehberlik etmesine kadar uzanan bu çizgi, tek bir silsilenin farklı halkaları gibi.
Cemaat ise bu misyonun belirli bir dönemde, belirli coğrafyada, belirli insanlar tarafından gerçekleştirilen geçici ve göreli tezahürü. Yani Cemaat’in bir başlangıcı, bir gelişimi, bir olgunluk dönemi ve tabii ki bir dönüşüm süreci var. Tıpkı canlı organizmaların yaşam döngüleri gibi.
“Hizmet Mürtedleri” mi, “Cemaat Mürtedleri” mi?
İşte bu noktada çok önemli bir kavramsal netleştirme yapabiliriz. Aslında “Hizmet Mürtedleri” kavramı, ontolojik açıdan bakıldığında “Cemaat Mürtedleri” anlamına geliyor. Çünkü hizmette mürted olmak varlık bilimsel açıdan mümkün olsa da keskin ve can yakıcı neticeleri var ve Gülen daha konuşmasının başında böyle bir durumun olmayacağını söyleyip ön alıyor. Yani kimsenin kimseyi tekfir ettiği yok. Söylem ve kasıt tamamen cemaat üzerine.
Mürted olunan şey daha çok cemaat yapılanması, kurumsal bağlılık, sosyal ağ ve kolektif kimlik oluyor. Hizmet ise bu yapılanmaları aşan, onlardan bağımsız var olan bir çağrı olarak kalmak durumunda. Hizmeti ontolojik olarak kabul edersek, cemaat epistemolojik olarak görmek durumundayız. Tıpkı birinin metafizik, diğerinin fenomenolojik olması gibi.
Biraz daha derinleştirecek olursak, Kant felsefesindeki noumenal (akli/aşkın) ve phenomenal (görünür/duyusal) düzlem ayrımı da konumuza ışık tutacaktır.
Kant’a göre Noumenal (Nominal değil aman dikkat!) düzlem, aklın kavradığı ama duyularla algılanamayan gerçeklik alanı. Phenomenal düzlem ise duyularımızla algıladığımız, deneyimlediğimiz görünürler dünyası.
Hizmet noumenal (Numenal) alanda konumlanıyor; onu tam olarak göremezsiniz, ellleyemezsiniz ama aklınızla kavrayabilirsiniz. O, ideal düzlemde var olan, aşkın bir çağrıdır. Ve ilahi garanti altındadır. Oysa hareket(ler), cemaat(ler) için böyle bir garanti yok!
Cemaat ise phenomenal (fenomenal) alanda yer alır; onu görürsünüz, sayarsınız, ölçersiniz. Onun kurumları, binaları, bütçesi, üye sayısı vardır. O, deneyimsel düzlemde var olan, somut bir yapılanmadır.
Bu açıdan bakınca, 2016 sonrası yaşanan süreç “hizmetin bitişi” filan değil, sadece belirli bir cemaat yapılanmasının tarihi döngüsünün tamamlanması anlamına geliyor. Hizmet, bu yapılanmanın ötesinde var olmaya devam ediyor ve edecek. Ancak yeni formlar arıyor, yeni kanallar buluyor. Elbette burada murad-ı ilahi asıl nokta.
Burada güzel bir metafor kullanabiliriz: Phoenix yani Anka kuşu. Hizmetin kolay sönümlendirilemeyecek karakteri, onun phoenix kuşu gibi yeniden doğabilme kapasitesini deiçeriyor. Bir cemaat yapılanması çökebilir, dağılabilir, tarihi işlevini yitirebilir; ancak hizmet, yeni formlar bularak yeniden canlılık kazanır, tezimiz burada aynen geçerli.
Bu süreç biraz da ekonomistlerin “yaratıcı yıkım” dediği şeyi andırıyor. Eski yapılar yıkılırken, yeni imkânlar doğuyor; geleneksel kanallar tıkanırken, alternatif yollar açılıyor.
Yeni Faz’ın belki de en kritik boyutu, nesiller arası aktarım meselesi. Çoğu kişinin ıskaladığı şey ise şu: Hizmetin süreklilik kazanması, kurumsal değil kültürel boyutta gerçekleşen bir aktarımla mümkün oluyor. Değerler, idealler, duygusal bağlılıklar ve misyon bilinci yeni nesillere geçiyor.
Bu bağlamda “Hizmet Mürtedleri” diye nitelediğimiz kişiler, aslında geçiş döneminin aktörleri olarak görülebilir. Onlar, eski cemaat yapılanmasından yeni ifade biçimlerine geçişin köprüsünde bu hareketin içinde olmamayı tercih edenlerdir. Ve tabiatıyla bu (her ne kadar Hocaefendi’yi çok üzdüğü anlaşılsa da) anlaşılabilecek bir durumdur.
Peki şu an hangi noktadayız?
2025’e geldiğimizde, infografikteki Yeni Faz döneminin henüz başlarında olduğumuzu söyleyebiliriz. İki daire yeniden ayrık durumda ama – dikkat edilirse – tamamen kopuk da değil. Aralarında incecik de olsa bir bağlantı hala mevcut.
Aşağıdaki infografikte tam çizemedim belki ama, yeni fazda tamamen bir kopuş henüz yaşanmış değil. Dün belirttiğimiz gibi, pamuk ipliği misali de olsa hala bir temas söz konusu ve bu tür temaslar partiküler (tikel) de olsa kıymetli, hatta yaşamsal.
Bu durum aslında çok anlamlı. Çünkü Hizmet ile Cemaat arasındaki ontolojik bağ, tarihsel koşullar ne olursa olsun, tamamen kopmayacak kadar derin. Evet belki şu anda zulmün ısrarla devam etmesi ve hala pek çok cemaat mensubunun “survive” modunda olmasından dolayı ve evet belki “pamuk ipliğiyle bağlı” gibi görünüyor ama bu iplik, gerektiğinde güçlenip kalınlaşabilecek potansiyeli taşıyor.
Hasılı “Hizmet Mürtedleri” yerine “Cemaat Mürtedleri” dememizin sadece itikadi ve terminolojik bir düzeltme olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bu aslında nazari bir netleştirme.
Çünkü bu değişiklik şu iki kritik işlevi yerine getiriyor:
Birincisi, hizmetin kutsiyetini koruyor. “Hizmet mürtedleri” dediğinizde, sanki kutsal bir davadan dönmüş gibi bir ima yaratıyorsunuz. Halbuki mürted olunan şey kutsal dava değil, beşeri yapılanma.
İkincisi, eleştirel değerlendirmenin doğru adresini belirliyor. Hangi kurumsal yanlışlar yapıldı? Hangi sosyolojik dinamikler göz ardı edildi? Hangi liderlik hataları işlendi? Bu soruları cemaat düzeyinde sorabiliriz, hizmet düzeyinde değil.
Bu nazari netleştirme aynı zamanda geleceğe umutla bakabilmeyi de sağlıyor. Çünkü problemi doğru teşhis ettiğinizde, çözümü de doğru adreste arayabilirsiniz. Cemaat yapılanması yenilenebilir, hizmet misyonu ebedidir.
Son tahlilde şunu söyleyebiliriz: Yaşanan süreç kesinlikle bir son değil, bir dönüşüm noktası (turning point) ve bir yeniden doğuş dönemidir. Gülen’in “yenilenme cehdi, yeniden diriliş” kavramlarını 2015’ten itibaren sıklıkla kullanması tesadüf olması gerek.
Aslında işin künhüne vakıf olanların hiç de yabancı olmadığı döngüsel bir dönüşüm. Tarih, kendini tekrar ediyor ama ayniyle değil, misliyle. Tarihte daha önce belki binlerce kez yaşanmış, yüzyılın başında Bediüzzaman’ın, 60’ların başında Gülen’in arkadaşlarıyla içinde bulunduğu pozisyonun bir tür tekrarı. Evet tablo misliyle aynı belki ama bu kez daha fazla deneyim, daha derin kavrayış ve daha geniş perspektifle.
Belki de “Hizmet Mürtedleri” kavramı ise, bu dönüşüm sürecini anlamamıza yardımcı olan bir anahtar kelime. Hocaefendi, bizlere cemaatin bittabi geçici olabileceğini, hizmetin tahmin edilebilenden çok daha fazla uzun ömürlü, hatta kıyamete kadar devam edeceğini bizlere hatırlatıyor.
Ve merhum Gülen’in yaptığı bu ikaz, hem eleştirel değerlendirme, yani kendimizi bireysel muhasebeye tabi tutmamızı, hem de geleceğe dair çok sağlam bir umut taşımamız gerektiğini hatırlatıyor. Ve üzgünüm ki bu tür büyük insanlar, sen/ben gibi sıradan insanların hemen anlayabileceği bir dil kullanmıyorlar her zaman!
Elbette aklımızın bir köşesine hep vazgeçilmez olmadığımızı tutmamız gerektiğini ve zihnimize “sizin yerinize başka bir topluluk getirir” kutsi sözünü de yerleştiriyor. Yani cemaatin sonsuza kadar hizmeti yürüteceğine dair bir garanti yok. Bu işler böyle!
Sonuçta, İla-yı Kelimetullah davası belirli insanların tekelinde değil, insanlığın ortak mirası. Bu davanın çağdaş temsilcileri değişebilir, kurumsal ifadeleri dönüşebilir ama dava kendisi tarih üstü karakterini koruyarak yoluna devam ediyor.
İşte Yeni Faz’ın bize öğrettiği de bu: Sabır, sebat ve büyük resmi görebilme basireti…
Devam edeceğiz…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***