Fethullah Gülen’in 12 Mayıs 2020 tarihli sohbeti, “Hizmet Mürtedleri” kavramının teorik çerçevesini pratik stratejilere dönüştüren kritik bir metin. Beş yıllık süreçte kavramın nasıl olgunlaştığını, bireysel ayrılmaların nasıl normalleştirildiğini ve grup direncinin nasıl inşa edildiğini gözlemliyoruz. “Ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar!” diyen liderin empati ve stratejisi arasındaki ince çizgi.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
‘Hizmet Mürtedleri’ başlığıyla derinleştirmeye çalıştığımız “Hizmet/Cemaat” kavramsal analizine şimdilik nokta koyacağımız bu son metinde merhum Fethullah Gülen’in bu konudaki son sohbetine odaklanıp, biraz daha temele inmeye çalışacağız. Bilmiyorum sosyal medyada ne kadar takip edebildiniz ama bir takım gereksiz hedef göstermeler, ön yargı ile saldırılar, densizce itirazlar ile uğraştığımız için mevzu biraz uzadı.
“Bunda da bir hayır vardır!” diyerek biz esas konumuza devam edelim.
Bilmem tekrar uyarı yapmam gerek var mı?
Bu yazı serisinde ‘Hizmet Mürtedi’nin Gülen evrenindeki karşılığı ve epistemolojik derinleştirmesine yoğunlaşıyoruz. Yoksa güncel tartışmalar ile konumuzun en ufak bir alakası yoktur. Bu yazıların kimseyi “mürted” ilan etmek gibi bir amacı olamayacağını daha ilk yazının girişinde belirtmiştik. Lakin o bile işe yaramadı ve linçe uğramaktan kurtulamadık.
Tekrar edelim; kimseyi din dışı olmakla suçlamıyoruz. Bu yazılar tamamen teorik çözümleme çabalarıdır. Güncel kısır kavgalarınıza bu yazıları alet etmeyiniz lütfen.
İstersen bugünün konusuna geçmeden önce, daha önceki ilk iki yazının bir özetini çıkaralım:
Üçüncüsünü okuduğunuz bu makale serisinde “Hizmet Mürtedleri” kavramını derinlemesine analiz ediyoruz. Fethullah Gülen’in 26 Aralık 2014 tarihindeki konuşmasında kullandığı bu kavram, sadece terminolojik bir ifade değil; hareketin ontolojik yapısını anlamaya yönelik kritik bir anahtar esasen.
Çalışmamızın temel tezi şuydu: Hizmet ile Cemaat aynı şey değildir. Hizmet, ontolojik düzlemde ilahi ve ebedi bir misyon olan “İla-yı Kelimetullah” davasının tarihsel tezahürüdür. Kant’ın “noumenal düzlem” kavramsallaştırmasına benzer şekilde, Hizmet aşkın, ideal ve ilahi garanti altındaki bir çağrıdır.
Cemaat ise “phenomenal düzlem”de yer alan, görülebilen, sayılabilen, tarihi başlangıç ve sonları olan beşeri bir yapılanmadır. Bu yapılanmanın kurumları, binaları, bütçesi vardır ve doğal yaşam döngüleri içinde dönüşümlere uğrar.
O yazılarda paylaştığımız infografiğimizde gösterdiğimiz üzere, 1960-2025 dönemini altı faza ayırdık:
- Faz 1 (1960-1972): Bireysel Rönesans – Hizmet ve Cemaat ayrı daireler
- Faz 2-3 (1972-1996): Temellerin atılması ve derinleşme – Dairelerin yaklaşması
- Faz 4 (1996-2013): Tam örtüşme – Altın Çağ dönemi
- Faz 5 (2013-2016): Baskı ve çözülme – 17-25 Aralık sonrası kırılma
- Faz 6 (2016-2025): Yeni Faz – Birbirine adeta pamuk ipliğiyle bağlı ayrışma
Yaptığımız ontolojik analiz sonucunda, Gülen’in kendi konteksi içinde “mürted” kavramına yüklediği anlamdan yola çıkarak “Hizmet Mürtedleri” yerine “Cemaat Mürtedleri” kavramının daha doğru olduğunu söylemiştik. Çünkü:
- Hizmetin kutsiyetini korur – Kutsal davadan dönüş değil, beşeri yapılanmadan uzaklaşma.
- Eleştirinin doğru adresini belirler – Kurumsal sorunlar cemaat düzeyinde değerlendirilebilir.
Yaşanan süreç bir son değil, dönüşüm noktası (turning point” olduğu da vardığımız ara sonuçlardan biriydi. Tıpkı Anka/Phoenix kuşu gibi, Hizmet yeni formlar bularak yeniden doğabilme kapasitesine sahipti çünkü. Bu “yaratıcı yıkım” süreci, eski yapıların dönüşümüyle yeni imkanların doğmasını sağlayacak bir potansiyel taşıyordu.
Sonuç olarak, “Hizmet Mürtedleri” kavramı bize şunu öğretiyor: Cemaat geçici olabilir, Hizmet ise kıyamete kadar devam edecek ebedi bir davadır. Bu perspektif hem eleştirel muhasebeyi hem de geleceğe dair sağlam umudu birlikte taşımamızı sağlar.
Şimdi bu konudaki Gülen’in son görüşlerine bakalım.
Fethullah Gülen’in 12 Mayıs 2020 tarihli “Kine doymayan nifak şebekesi karşısında mü’mince duruş” başlıklı sohbeti, “Hizmet Mürtedleri” kavramına ilişkin yaklaşımının olgunlaşmış halini yansıtan kritik bir metin oluşturmakta. Bu konuşma, 2015 yılındaki kavramsal çerçevelemenin beş yıl sonra nasıl derinleştiğini ve pratik uygulamalarının ne şekilde somutlaştığını gözlemlemek için eşsiz bir analitik materyal sunmakta.
2020 yılında yapılan bu konuşma, 15 Temmuz sonrası süreçte yaşanan gelişmelerin tam merkezinde konumlanıyor. Bu tarihsel bağlam, Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” fenomenine ilişkin öngörülerinin gerçekleşmesinin ardından, konuya nasıl yaklaştığını anlamak için kritik önem taşıyor. “Kolektif hafıza” kuramı çerçevesinde değerlendirdiğimizde, bu konuşma hem geçmiş deneyimlerin sentezi hem de gelecek için yol haritası niteliği taşımakta.
Gülen’in konuşmasında “Menfi bir kısım hâdiselerin cereyan etmesi ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır” vurgusu sanki Herakleitos’un meşhur “panta rhei” (her şey akar) felsefesinin İslami yorumu gibi geldi bana. Bir yönüyle süreci diyalektik bir mercek ile okuyor sanki Gülen.
“Tahrip-tamir vetiresinin sürekli birbirini takip etmesi” formülasyonu, bu kadim devinim İbn Haldun’un “Mukaddime” eserindeki döngüsel tarih anlayışının çağdaş bir uyarlamasını temsil ediyor.
Özellikle dikkat çekici olan nokta, Gülen’in bu tarihsel perspektifi “Hizmet Mürtedleri” fenomenini normalleştirmek için kullanması. Enteresan bir şekilde Nietzsche’nin “amor fati” (kaderi sevme) kavramına benzer, zorluklara karşı stoik bir kabul anlayışı geliştirdiğini görüyoruz Hocaefendi’nin…
Gülen’in, “Yirmi yaşımdan bu yana hayatım hep baskı ve tazyik altında geçmesine rağmen hiç ümidimi kaybetmedim.” ifadesi, “Hizmet Mürtedleri” vakasına yaklaşımının psikolojik direnç eşiğini kurduğu yüksekliği de göstermesi açısından önemli bence.
“Doğacaktır sana va´dettiği günler Hakk’ın; Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın” cümlelerindeki iflah olmaz umut tohumları Gülen’in sadece kriz anlarında değil, hayatının tamamındaki düsturlarının başında geliyor zaten.
Sohbette kullandığı “Bu sözlerimle, zannediyorum adanmışların hissiyatına tercüman oluyorum.” ifadesi, “grup kimliği” inşa etme sürecinin çağdaş bir uygulamasını oluşturmakta. Öte yandan Nesimi’nin mısralarına atıf yapılması, “Hizmet Mürtedleri” karşısında beklenen tavır için mistik bir referans çerçevesi sağlamakta: “Bir cefâkeş âşıkem ey Yâr Sen’den dönmezem” yaşanan müsibetlere karşı geliştirilen ideal direnç örüntüsünü tanımlıyor adeta. Aslında bu hissiyat da bize yabancı olmamalı. Zira bu ideal, Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik” eserindeki “megalopsychia” (büyük ruhsallık) erdeminin bir tür tasavvufi yorumu da diyebiliriz!
Şu cümle aslında bir can yangısının naif ifadesi: “Bizim bir kısım ciğersûz hâdiselere maruz kalmamızın ne önemi olabilir ki?”
Dikkat buyurun muazzam bir perspektif relativizmidir bu. İfade, Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” fenomenine yaklaşımındaki en kritik psikolojik stratejisini yansıtıyor. “Ciğersûz hâdiseler” tanımlaması, acı verici deneyimlerin anlamsal değerini azaltma amacı taşımıyor elbette ancak bir tür rasyonel emotif terapi nevinden “reframing” (yeniden çerçeveleme) diyebileceğimiz tekniğin dini bağlamdaki uygulamasını oluşturur nitelikte.
“Arzın altındaki öküz değiliz ki, öldüğümüz zaman yer yıkılsın.” metaforu, bireysel egonun evrensel misyon karşısındaki nispiliğini vurguluyor. Ve bu perspektif relativizmi, “Hizmet Mürtedleri” olgusunu normalleştirme stratejisinin temel bileşenini oluşturmakta. Bireysel ayrılmaların büyük resim içerisindeki önemsizliği vurgulanarak, kalan üyelerin moral çöküntüsü onarılmaya çalışılıyor sanki.
Şu cümle de çok ilginç gelmişti bana: “Korkusuzluk ve kararlılık, kötü niyetlilerin oyununu bozar.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, on numara bir stratejik psikoloji formülasyonu yapıveriyor. Bu formülasyon, Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” fenomenine karşı geliştirdiği en sofistike yaklaşımlardan belki de birincidir esasen. “Ölüm tehditlerini gülerek karşılamak” tavsiyesiyle birleşince çok güçlü bir mental ve ruhani bariyer kurulmasına vesile oluyor bu stratejinin. Hatta bir yönüyle Gandhi’nin “ahimsa” felsefesindeki “passive resistance” (pasif direniş) stratejisini de çağrıştırıyor.
“Karşı tarafı şaşırtır, onları çaresizliğe mahkûm kılar” stratejisi, baskı altındaki grup üyelerinin psikolojik direncini güçlendirme amacı taşımakta.
Öte yandan Gülen’in sabır kavramına yaklaşımı, klasik felsefenin (Söz gelimi Aquinas’ın “Summa Theologica”sındaki) “perseverantia” (sebat) erdeminin bir tür İslami yorumu denebilir. “Sabır, necata ermenin biricik sırlı ve sihirli anahtarıdır” formülasyonu, sabır kavramını hem dünyevi hem uhrevi başarının temel kriteri olarak konumlandırmaktar.
Gülen, sabrın türleri olarak kategorizasyon da sunuyor hatta:
İbade-ü taati aksatmama.
Günahlara karşı koyma.
Musibetlere katlanma.
Zulümler karşısında eğilmeme.
Zamana merhun hususlarda acele etmeme.
Dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında yol-yön değiştirmeme.
Soruyorum size bu maddelerin biri ya da birkaçıyla imtihan edilmeyen hangimiz varız?
“Âb-ı pâke ne zarar, vakvaka-i kurbağadan” atasözüne atıf, Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” sürecinde ortaya çıkan eleştirilere karşı geliştirdiği bir tür immünizasyon stratejisi diyebiliriz. “Fitne ve fesada kilitlenmiş bir kısım kirli ağızların aleyhinizde söyleyeceği lafların hiçbir önemi yoktur.” ifadesi, grup kimliğini koruma amacıyla dış eleştirilerin delegitimize edilmesi de keza.
Bediüzzaman’dan aktardığı, “Her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.” alıntısı, eleştiri immünizasyonu için muhteşem bir seviye. Bu seviyenin hareket mensuplarının dış eleştirilere karşı psikolojik direncini güçlendireceği ise çok açık.
Evet kritik noktalara geliyoruz.
Aslında muazzam bir moral üstünlük söylemi olan, “Yanlış yolda gidenler korksun akibetinden.” cümlesi “Mürted” kavramı perspektifiyle ele alındığında epey ürkütücü, bunu kabul etmemiz lazım. Hatta objektif mercek ile bakıldığında problemli olduğunu bile söylemek mümkün. Ancak, sonradan gelen, “Asıl endişeye kapılması, paniklemesi, ne yapacağını şaşırması ve paranoyalar yaşaması gereken birileri varsa onlar da yanlış yolda yürüyenlerdir.” ifadesi yine cemaati için kalın ve sağlam bir dış çeper kurmaya çalışan lider profili görüyoruz.
Bununla da kalmayıp, “Tahribatı temsil ettikleri, tahrip de tamire göre çok kolay olduğu hâlde yine de zikzaklar çizmekten kurtulamıyor.” değerlendirmesi yapması özellikle iktidar ve siyasal islam ve gizli/açık ortaklarının (bu konudaki) pek çok hamlesinin , başarısızlığını öngörme iddiası taşıyor ve geldiğimiz duruma baktığımızda bunda çok da haksız olmadığını söylemek mümkün.
Şu cümlesi bir küçümseme ya da aşağılama olarak okumamak lazım aslında, “Bu tür insanların bugüne kadar bir çuvaldız boyu yol aldıkları söylenemez!”
Az kaldı bitiriyoruz.
Hocaefendi’nin konuşma konusu ne olursa olsun, bir tür retoriği diyebileceğimiz, benim çok beğendiğim bir hususiyeti var. İster son derece derinlikli imani bir mevzu olsun, ister çok sıradan gündelik bir sohbet. Finalize ederken bir şekilde sıfır noktasına iniyor adeta: “Acaba bir peygamber olsaydı, böyle bir tablo karşısında nasıl hareket ederdi?” sorusu, sadece Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” krizi karşısında cemaat mensuplarından beklediği yaklaşımın en yüksek idealini yansıtmıyor aynı zamanda sırtını hangi değerlere dayayarak konuştuğunu da gösteriyor.
Bu “peygamberî perspektif” vurgusu, cemaat mensuplarının “Hizmet Mürtedleri” fenomeni karşısında moral üstünlük duygusu geliştirmelerini sağlıyor.
Ve şu ifadeler; “Ateş nereye düşerse düşsün beni de yakar!”
Muazzam bir empatik mesuliyet göstergesi.
Ve aynı zamanda Gülen’in “Hizmet Mürtedleri” fenomenine yaklaşımındaki en insani boyutunu da yansıtıyor. “Izdırapla inleyip, yapılması gerekenleri yapmayı” vurgusu, bireysel rahatlığın kolektif sorumluluk karşısında feda edilmesi gerektiğini hatırlatması açısından çok ama çok önemli.
Aslında bu formülasyon, “Hizmet Mürtedleri” olgusuna karşı ne tam bir lakaytlık ne de aşırı bir dramatizasyon yüklediğini de gösteriyor. Bu ise Aristoteles’in “orta yol” etiğine benzer şekilde, dengeli bir yaklaşım.
İsterseniz son olarak aralarında 5 yıl olan iki metni karşılaştırmalı olarak okumayı da deneyelim.
Kavramsal Olgunlaşma: 2015’te daha çok tanımsal olan kavram, 2020’de pratik yönlendirme aracına dönüştüğünü görüyoruz.
Psikolojik Sofistikasyon: 2020 konuşmasında daha gelişmiş psikolojik stratejiler ve savunma mekanizmaları gözlemlemek mümkün.
Tarihsel Perspektif: 2015’teki öngörüsel dil, 2020’de deneyimsel bilgiye dayalı bir yaklaşıma evrilmiş.
Empati Düzeyi: Her iki metinde de “Hizmet Mürtedleri”ne karşı anlayışlı yaklaşım korunmuş, cezalandırıcı tavır reddedilmiş.
Ez cümle; 12 Mayıs 2020 tarihli konuşma, “Hizmet Mürtedleri” kavramının teorik çerçevesini pratik uygulamalarla birleştiren önemli bir metin oluşturmakta. Bu konuşma, kavramın sadece betimleyici değil, aynı zamanda normatif ve stratejik boyutlarını da ortaya koymakta.
Gülen’in bu konuşmadaki yaklaşımı, “Hizmet Mürtedleri” fenomenini normalleştirirken aynı zamanda kalan cemaat mensuplarının psikolojik direncini güçlendirmeyi amaçlar nitelikte. Bu resyonel strateji, hem gerçekçi bir durum değerlendirmesi hem de grup moralini koruma çabası olarak değerlendirilebilir.
En önemli katkı ise, kavramın teorik düzeyden pratik düzeye taşınmasında yatmakta. 2020 konuşması, “Hizmet Mürtedleri” kavramının nasıl bir “grup direnci stratejisi” haline dönüştürülebileceğini göstermekte. Bu dönüşüm, çağdaş sosyal hareket literatürüne özgün bir “crisis management” (kriz yönetimi) modeli sunmakta.
Daha önce de belirttiğim gibi, bastırabilecek yayınevi bulabilir miyim bilmiyorum ama bu konuyu çok daha derinlikli ve ayrıntılı olarak ele alan bir kitabı yazıp bitirdim, şimdi redaksiyonu ile uğraşmaktayım.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***