MAHMUT AKPINAR | YORUM
Hizmet tarihinde önemli yere sahip ‘Kaynaklar’ kampları İzmir’in doğusunda, ormanın içinde yer alan Kaynaklar Köyü’nün yakınlarında yapılmıştı. Kamp yeri köye varmadan 2-3 kilometre önce, yoldan 1 kilometre kadar içerdeydi. Köye giderken “Şurası kamp yeri!” diye uzaktan gösterirlerdi. Ama uzunca yıllar ziyaret fırsatı bulamamıştım.
İzmir’in dayanılmaz sıcağı ve nemine mukabil 300 metre rakımdaki Kaynaklar Köyü’nün havası kuru ve serindi. Orman içindeki köyün üstünden kaynak suyu çıkıyor, dereye dönüşüp ortasından akıyordu. Köy meydanını, 1000 yıllık, 4 metre çapında, 30 metre boyundaki devasa yaşlı çınar kaplıyordu. Uzun kollarıyla, bol yapraklı dallarıyla köyün sembolü koca çınar, güneşten korumak için insanları kanatlarının altına alıyordu. Çınarın gölgesi, suyun şırıltısı ve ortamın dinginliği huzur veriyordu. Ağacı, 10-12 kişi el ele tutuşarak kavrayabiliyordu. Bu yaşlı ve mehabetli çınarın ortasında var olan oyuk, o yıllarda bir ayakkabı tamircisi tarafından “işyeri” olarak kullanılıyordu.
Meydanın iki yakasında yer alan köy kahvelerinin ahşap iskemlelerinde oturuyor, esintiler yüzünüzü yalarken, dinlene dinlene çayınızı içebiliyordunuz. Kahvelerde önceleri sadece köylüler oturuyordu ama son dönemde turistik alana dönüştüğünü, köy meydanını dışardan gelenlerin doldurduğunu gördüm. Çınarın etekleri köylülerin seyyar tezgahlar kurdukları otantik bir pazar olmuştu.
1990’larda köy sohbetleri başladı. Buca’nın köylerine, Kaynaklar’a, Kırıklar’a, Belenbaşı’na sohbetlere gidiyorduk. Hocaefendi’nin 1970’lerde yaptığı gibi ilk sohbetler köy kahvelerinde yapıldı. Öyle ki bazı köylerde kahveler tıklım tıklım doluyordu. Sonra evlerini açanlar oldu. Şimdilerde, hizmetlere destek olan köylülerin hapis yattığını duyuyorum.
Bir grup arkadaşla Kaynaklar köyünde yaz kampı yapalım diye niyet ettik. Zira serinliğiyle, tertemiz havasıyla İzmir’den kaçmak için Kaynaklar idealdi. Meydanda yer alan Köy camisi yeniden yapılmış, zemin katta 10-15 kişinin kalabileceği mekan oluşmuştu. Oraya yerleştik. Caminin altı adeta doğal klimaya sahipti. Namazlarımızı camide cemaatle kılıyor, ulu çınarın altında, derenin şırıltısı eşliğinde kitaplarımızı okuyor, çayımızı içiyorduk. Favori içeceğimiz dolaptan çıkmış buz gibi sade gazozdu. Bazı günler kitapları alıp orman içlerine gidiyorduk.
Bir gün, yakın zamanda vefat ettiğini öğrendiğim (Allah rahmet eylesin) köyden berber H. abiye: “Bizi Kaynaklar kamplarının olduğu yere götür ve oraları bir anlat!” dedik. Abi ilk kamplarda öğrencileri traş edermiş. İki arabayla kamp yerine vardık. Seyrek ama yüksek çamlardan oluşan düzlükteki kamp alanında, güneş zemine nadiren vuruyordu. Eskiden mandıra olan metruk bina yıkılmaya yüz tutmuştu.
Bu makaleyi yazmadan önce kampa katılan bazı abilerle görüştüm ve bilgileri tazeledim. Kaynaklar kampları 1967, 1968 ve 1969 yıllarında olmak üzere 3 yıl yapılmış. Her bir kampın 3 ay kadar sürdüğünü, öğrencilerin, 20 kişi alabilen beyaz branda çadırlarda kaldığını söylediler. Büyükçe bir ağacın altına hasırlar serilerek mescid oluşturulmuş. Hocaefendi başta olmak üzere elinden iş gelenlerle 10 kadar çukur kazılmış ve basit helalar yapılmış. Kamplarda çoğunluğu 13-15 yaşlarında yüz civarı öğrenci kalırmış. Bir kaç üniversite öğrencisi ve yaşı büyük imam hatip öğrencisi kamp eğitiminde, düzeninde Hocaefendi’ye yardımcı olurmuş. Yemekler ağaç dallarıyla kapatılmıs basit mutfakta pişer, erzak mandıranın bir odasında korunurmuş, buzdolabı yokmuş. İlk kampta yemekleri de Hocaefendi yaparmış, un helvası efsaneymiş.
Elektirik yok, mescidi ve çadırları lüküslerle aydınlatırlarmış. Sonraki yıllarda jeneratör kullanmışlar. Su ihtiyacı mandıranın tulumbasından karşılanırmış ancak yetmediği için esnaflar büyük bidonlarla su taşırlarmış. İbriklerle abdest alınırmış. O dönemin bilinen esnafları Dr. Mustafa Asutay, Yusuf Pekmezci, Mustafa Ok, Köse Mahmut gibi abiler kampa malzeme, erzak getirir, hafta sonları kampta kalırlarmış.
Hocaefendi, kampa erzak taşıyan çarpık bacaklı Skoda kamyonetin radyosundan bütün kampa Mustafa İsmail’in ve Mısırlı hafızların Kur’an tilavetlerini dinletirmiş. Kamplara öğrenci olarak katılan bir abi anlatıyor: “Kampın mükemmel bir konumu vardı, herşey doğaldı, tabiatın ortasında çok verimli zaman dilimleriydi. Güne teheccütle başlardık. Namazlardan sonra uzun tesbihatları yüksek sesle yapardık. Nebatatın, hayvanatın bizimle zikrettiğini hissederdik. İşrak, duha, evvabin gibi bütün nafile namazları kılardık. Herkes külliyatı bitirirdi. Ayrıca onar kişilik gruplar halinde bir abinin nezaretinde ağaçların altına dağılır ve müzakereli dersler yapardık. Kampa dair işler birlikte ve imece usulü yapılırdı. Bazı öğrenciler ellerinde lüküslerle gece nöbeti tutardı. Tabiatla iç içeydik, kainatla senkronize olurduk. O kamplar, ibadetler ve dualarla sahabe hayatı gibiydi bizim için.”
Bize kampı gezdiren H. abi, “O kamplarda ben öğrencileri traş ederdim, bir defasında Erbakan geldi, Hocaefendi ile şurada oturdular, konuştular.” demişti.
Sonra bu bilginin peşini kovaladım ve konuyu vuzuha kavuşturdum. Erbakan, 1969 genel seçimlerinde Adalet Partisinden Milletvekili adayı olmak istiyor ama Demirel listeye almıyor. Erbakan da seçimlere Konya’dan bağımsız girip iki milletvekiline yetecek oyla seçiliyor. O sıralar Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuyla meşgul.
Kendisine destek verecek, partiye katılacak insanlar arıyor. Türkiye’de halk üzerinde müessir hoca sayısı fazla değil. Bunlardan birisi de 30’lu yaşların başında olan İzmir vaizi genç Fethullan Gülen. Erbakan, 1969 yılındaki son Kaynaklar kampına gelip Hocaefendi’yi ziyaret ediyor.
Dönemin genç ve parlak siyasetçisi Erbakan, dindarlardan oy almayı hedeflediği için Fethullah Gülen’i kadrosuna katmak, desteğini almak için geliyor. Kampın bir köşesinde konuşuyorlar. Erbakan 43 yaşında ve profesör. Hocaefendi’den yaş, eğitim ve sosyal statü olarak daha yukarıda. Bu ziyarette 17 Ocak 1970’te kuracakları, 1971 muhtırasıyla kapatılacak Milli Nizam Partisi’nin çalışmalarını, amaçlarını vb anlatıyor. Fethullah Gülen’i de partiye davet ediyor.
Hocaefendi Necmettin Erbakan’ı saygıyla ve sözünü kesmeden dinliyor. Söylediklerine itiraz etmiyor ama “olur” da demiyor. Cevabın olumsuz olduğunu anlayan Erbakan, kızarak ve üst perdeden Gülen’e: “Bak hoca! Sizin bu işler çok zaman alır. Burada bir sürü çocuk görüyorum. Çoğu ilkokulu yeni bitirmiş. Siz bu çocukları okutacak, eğiteceksiniz, bunlar ortaokulu bitirecek, liseyi bitirecek, sonra üniversiteye gidecek, hayatın içine atılacak vs. Bu çook uzun bir yol. Bunların adam olup işe yaraması yıllar yıllar alır. Biz partiyi kuruyoruz, çok sürmez iktidar oluruz. Pek çok sorunu kısa yoldan halledeceğiz.” der. Kamp yerinden sitemle ve memnuniyetsizce ayrılır.
O kamplarda bulunan çocuklar ortaokulu, liseyi, üniversiteyi bitirip çoğaldılar, hayatın içinde etkin hale geldiler. Sadece Türkiye’de 1200 okul, binlerce dershane, 17 üniversite kurdular. Dünyanın dört bir yanına dağılıp kurumlar açtı, çok başarılı işler yaptılar.
Milli Nizam Partisi 1971 muhtırasında kapatıldı, Gülen hapis yattı, Erbakan İsviçre’de olduğu için hapse girmedi. Ortam yumuşayınca (1973) Erbakan Türkiye’ye dönüp Milli Selamet Partisini kurdu. Tek başına iktidar olamasa da birkaç defa iktidar ortağı oldu ama Türkiye’deki Müslümanların problemleri çözülmedi.
Onun talebeleri 23 yıldır ve tek başına iktidardalar. “Mücahit”, “İslamcı” olarak başladıkları dava, müteahhitliğe, yalana ve talana dönüştü. Erbakan’ın yetiştirmesi AKP siyasetçileri demokrasi, hukuk, adalet söylemiyle işe başlayıp şirazeden çıktılar. Onların döneminde uyuşturucu kullanımı, fuhuş, alkol tüketimi, hırsızlık, yolsuzluk ve hertürden ahlaksızlık patlama yaptı. Namaz kılma oranları düştü, gençler deizme ve ateizme yöneliyor.
Siyasal İslamcılar ile Gülen’in ayrışması temelden ve yönteme dayalıydı. Gülen’in Kaynaklar Kampı’nda Erbakan’a “hayır” demesi, siyasetle arasına mesafe koyması ilkeseldi. Siyasal İslamcılar iktidarı ele geçirip toplumu tepeden şekillendirmeyi, “tümden gelim” yöntemini tercih ederken, Gülen “tüme varım” yöntemini tercih ediyordu. Zira Nebevi İslam güçle, siyasetle toplumu yukarıdan yapılandıran toptancı yaklaşımı onaylamıyordu.
Gülen ve Hizmet ahlaklı, kamil müminler yetiştirmek suretiyle, önce ailenin, sonra toplumun, sonra da devletin düzeleceğini, olumsuzluklardan kurtulacağını, ilerleyeceğini düşünüyordu. Siyasi parti kurup iktidar olmanın insan odaklı sorunları temelden çözeceğine inanmıyordu. İnsanlığın, İslam dünyasının ve Türkiye’nin sorunlarını çözmenin yolunun tek tek insanlarla meşgul olmaktan, eğitimli, donanımlı, ahlaklı, insaf ve vicdan sahibi bireyler yetiştirmekten geçtiğine inanıyordu.
Yöntem farklılığı nedeniyle Milli Görüş zihniyeti uzun yıllar Hizmet Hareketi’ni “Çoluk çocukla uğraşıyorlar! Bu işler siyasetle ve devleti ele geçirerek çözülür!“ diye küçümsedi, pasif gördü. Öte yandan siyaseten “Bizi desteklemiyorlar!” diye yıllarca, içten içe husumet beslediler.
Erbakan vefat edeli çok oldu. Ama iktidardaki talebeleri, “O çocuklar büyüdüler, hayatın içinde etkili hale geldiler!” diye hep hazımsızdı. Başlarda pragmatist davrandılar, “dost” gibi göründüler. Lakin, yolsuzluklarına göz yummuyor, “mutlak biat etmiyor” diye karın ağrıları hep vardı. Sonra, Ulusalcı/Ergenekoncularla ortak olup “Tağut” ilan ettikleri devleti kutsadılar. Bu işbirliğiyle, 15 Temmuz’da kamplardan yetişen insanlara tuzak kurdular.
Hırsızlar ve katiller koalisyonu 10 yıldır Anadolu’dan çıkıp bindir zorlukla hayata tutunan, eğitimli, donanımlı insanları biçiyor. Yüzbinlercesini hapislere doldurdu. Destek veren iş adamlarının mallarına çöktü. Yetmedi, hamile kadınlara, 80’lik ihtiyarlara kadar zulmettiler. İçlerinde nasıl bir kin, intikam biriktirdilerse en küçük adalet ve merhamet kaygısı taşımadan zulme devam ediyorlar. Öğrencilerin birlikte ders çalışmasını, sinemaya gitmesini bile “terör faaliyeti” sayıyorlar. Öcalan’ı hapisten çıkarıp TBMM’ye sokmanın planlarını yaparken, reşit olmayan kız çocuklarını “terör”den hapse atıyorlar.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***