AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
Amerikan siyasetinde bu hafta yaşanan Trump–Musk çatışması, yüzeyde bir ego savaşı gibi görünebilir. Ancak bu gerilim, çok daha derin bir fay hattını işaret ediyor: Popülist iktidarın, özel sektör merkezli teknokratik vizyonla yaşadığı yapısal bir çelişki.
Elon Musk’ın Trump’ı azil çağrısıyla hedef alması ve karşılığında Trump’ın Musk’a yönelik “Aklını yitirdi!” çıkışı, sadece kişisel bir kırılmanın değil, güç mimarisindeki bir dönüşümün de sembolü haline geldi.
Trump’ın “One Big Beautiful Bill” adını verdiği yasa paketi, seçim yatırımı olduğu kadar, ikinci döneminin ideolojik temelini inşa etme çabasıydı. Musk’ın bu pakete yönelttiği eleştiriler –özellikle kamu borcu ve mali disiplinsizlik vurgusu– ilk bakışta klasik bir “mali muhafazakâr” refleksi gibi okunabilir. Ancak bu eleştirilerin arkasında yatan esas mesele, devletin ekonomik yönlendirme kapasitesine karşı özel sektörün otonomisini savunmasıdır.
Musk’ın bu pozisyonu, 21. yüzyılın Silikon Vadisi merkezli yeni kapitalist sınıfının genel eğilimiyle örtüşüyor: Devletle simbiyotik bir ilişki kurmak ama onun siyasal hegemonyasına boyun eğmemek. Trump ise tam aksine, sadakat talep eden ve devleti hem ekonomik hem ideolojik düzlemde merkeze alan bir liderlik modeli sunuyor. İşte çatışma tam burada başlıyor.
Steve Bannon’un “Rubicon’u geçti” ifadesi bir metafordan fazlası. Roma tarihinde Rubicon Nehri’nin geçilmesi, generallerin kendi şehirlerine karşı savaş ilan etmesi anlamına geliyordu. Bannon, bu benzetmeyle Musk’ı adeta bir ‘hain’ olarak kodluyor. Artık onunla müzakere değil, mücadele edilmesi gereken biri olarak konumlandırıyor.
Bu retorik, Trump hareketinin içinden gelen her türlü itirazın meşruiyetini ortadan kaldırma stratejisine işaret ediyor. “Ya bizdensin ya düşmansın!” çizgisi, popülist liderliğin kriz zamanlarında başvurduğu klasik yöntemdir. Elon Musk, bu çizgiyi geçtiği anda “öteki” haline gelmiştir.
Trump cephesi, Musk’ı yalnızca eleştirmiyor; aynı zamanda onun kişisel hayatı ve vatandaşlık geçmişi üzerinden bir tür “ulusal güvenlik tehdidi” olarak çerçeveliyor. Uyuşturucu kullanımı iddiaları, Çin’le olan ticari ilişkileri ve geçmişteki vize statüsü üzerinden oluşturulan söylem, klasik Amerikan “iç düşman” yaratma pratiğini hatırlatıyor.
Burada dikkat çekici olan, ABD vatandaşlığını 2002’de kazanmış olan Musk’ın bile “yabancı” konumuna itilmesi. Bu, Amerikan muhafazakâr hareketinin, kendi içinden çıkan en etkili sermaye figürünü bile dışlayabileceği bir radikalleşme eşiğine geldiğini gösteriyor. Bu aynı zamanda post-truth çağında gerçeklikten ziyade algının nasıl yönetildiğini de gözler önüne seriyor.
YouGov anketine göre Cumhuriyetçi seçmenlerin yüzde 71’i Trump’ı destekliyor, sadece yüzde 6’sı Musk’ın yanında. Bu tablo, Trump’ın seçmen üzerindeki hakimiyetini açıkça ortaya koyuyor. Ancak aynı anket, seçmenlerin yüzde 48’inin Trump ve Musk’ın tekrar birlikte çalışmasını istemesiyle çelişkili bir tablo da sunuyor. Bu çelişki, Cumhuriyetçi seçmenin sadakat ile pragmatizm arasında sıkıştığını gösteriyor.
Musk, “Trump bensiz kazanamazdı!” diyerek seçmen nezdinde sahip olduğu etkiden emin gibi konuşuyor. Ancak bu özgüven, henüz sahada test edilmedi. Şayet Musk, 2028 seçimleri için daha aktif bir siyasi pozisyon alırsa, bu etki sınanacaktır.
Musk’ın öncülüğünü yaptığı “DOGE Service” gibi federal harcamaları azaltmayı amaçlayan projeler, Marjorie Taylor Greene gibi isimlerin liderliğinde Kongre’de ciddi karşılık bulmuştu. Ancak Musk-Trump kopuşu, bu projelerin meşruiyetini zedeleyebilir. Yeni sağ hareketin içindeki bu çatlak, mali muhafazakârlık ile Trumpçı popülizmin bir arada yürüyemeyeceğinin sinyali olabilir.
Elon Musk, özel sektörün içinden çıkıp siyasal etki alanını genişleten bir figür olarak, modern zamanların “teknokratik generali” haline geldi. Ancak bu general, devletin mutlak egemenliğini talep eden popülist bir komutanla karşı karşıya. Trump, gücü merkezileştirmek isterken; Musk onu dağıtmak istiyor. Trump, sadakat istiyor; Musk ise özerklik. Aralarındaki çatışma, sadece kişisel değil, ideolojiktir. Ve belki de bu yüzden, Rubicon gerçekten geçildi.
Bu sadece kişisel bir kavga değil. Bu, çağın yönünü tayin edecek bir hesaplaşmadır. Toprağa dayalı eski güçle, ağa dayalı yeni güç arasında bir tür “medeniyet içi iç savaş”.
Trump, siyasi gücün DNA’sını çok iyi biliyor. Seçmenleri sadık, medyayı yönlendirme kabiliyeti yüksek, devlet aygıtını baskı aracı olarak kullanma konusunda tecrübeli. Popülist öfkeyi bir silah gibi yönetebiliyor. Hâlâ Cumhuriyetçi seçmenin yüzde 70’inden fazlası onun yanında.
Amerikan müesses nizami ve istihbarat örgütleri, Trump ve Musk arasında doğrudan taraf olmaktan kaçınır. Her iki figürün de kendine özgü avantajları ve riskleri var. Trump, geniş siyasi desteği ve popülist tabanıyla önemli bir aktörken, müesses nizam içinde çoğu zaman düzeni zorlayan bir figür olarak görülür. Musk ise stratejik teknoloji alanlarında kritik bir oyuncu olup, kurumlarla işbirliği yapmasına rağmen bağımsız ve bazen tartışmalı duruşuyla güvenlik endişeleri yaratır. Bu nedenle, müesses nizam pragmatik bir şekilde çıkar ve ulusal güvenlik odaklı hareket ederek her iki tarafı dengede tutmaya çalışır.
Demokratlar, Trump-Musk çatışmasını kendi avantajlarına çevirmek için birkaç strateji geliştirebilir. Öncelikle, bu gerilimi Cumhuriyetler içindeki bölünmeyi derinleştiren bir faktör olarak kullanarak partiyi zayıflatabilir ve kendi seçmen tabanlarını motive edebilirler. Musk’ın özellikle teknoloji ve inovasyon alanındaki tartışmalı duruşu, Demokratların “ülke güvenliği ve istihbarat” temalarını öne çıkararak Musk’a yönelik eleştirileri artırmalarına olanak sağlar. Ayrıca, Trump’ın müesses nizamla sık sık çatışan popülist çizgisini vurgulayarak, merkez sağdaki ılımlı seçmenleri Demokratlara çekmeyi hedefleyebilirler. Bu kargaşa ortamında kendi politika ve yasama ajandalarını “istikrar” ve “sorumlu liderlik” temalarıyla öne çıkararak, seçmen nezdinde güven kazanmayı amaçlayabilirler.
Musk ise başka bir oyunun oyuncusu. Devletlerin ötesinde, ağların içinde. Tesla, SpaceX, Starlink… Hepsi yalnızca birer şirket değil; bunlar geleceğin ekonomisi, iletişimi ve güvenliği üzerinde kontrol anlamına geliyor. Ve bu, devletlerden bile daha kalıcı bir güç olabilir.
Trump anı yönetiyor. Musk ise geleceği yönetme iddiasında. Trump bugünün başkanı olabilir. Ama Musk, sistemin yarınki mimarı olabilir.
Ancak mesele sadece semboller üzerinden yürüyor değil. Asıl önemli olan şu: Bu savaşın sonucunu zaman, kriz ve sistem belirleyecek. Zaman Trump’tan yana: 2025 seçimleri yaklaştıkça, Musk’ın tartışmalı söylemleri ve tepkileri, Trump’a mağduriyet kartı oynama fırsatı veriyor.
Ama sistem Musk’tan yana: ABD devleti geçici olabilir ama veri, yapay zekâ ve uzay teknolojileri kalıcıdır. Bu altyapılar, artık savaşların değil barışların da mimarıdır.
Peki kim kazanır?
Kısa vadede Trump kazanabilir. Ama uzun vadede dünya Musk’a benzeyebilir. Musk, Trump’a benzeyebilir. Ama Trump asla Musk’a dönüşemez.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***