MAHMUT AKPINAR | YORUM
Ekonominin iflası nedeniyle insanımız açlık ve sefalete doğru giderken, Ortadoğu yanıyorken, 3. Dünya Savaşı kapıdayken bu neyin önerisi diyebilirsiniz. Şu anda muhtemelen İran-İsrail savaşı üzerine yorumlar yapmam bekleniyor. Ama olaylar sıcakken, tablo tam netleşmemişken yapılacak yorumlarda yanılma payı büyük olur. Oysa ele aldığım konular demlenmiş, dinlenmiş, netleşmiş mevzular. Türkiye’nin ateşe girmemesi, bir dizayna maruz kalmaması için öncelikle iç barışını kurması gerekiyor.
Şu anda İran’ın en büyük zaafı rejime onayın yüzde 20’lere düşmesidir. İran halkının çok büyük bir kısmı kirli, otoriter, adaletsiz, liyakatsız yönetimden rahatsız. Toplum bir şeklide Molla Rejimi’nin gitmesini istiyor. İsrail ve ABD, İran devleti ve toplumu arasındaki uyumsuzluğun farkında. Rejimi halk nezdinde tamamen acze düşürmeye, devlete, kurumlara güveni sıfırlamaya çalışıyor. Buradan bir halk ayaklanması çıkar mı, yoksa halk dıştan gelen saldırılar karşısında kenetlenir mi zamanla göreceğiz. Ama biz Türkiye için önerilerimizi yazıp bir kenara koyalım. Belki bir gün, birilerine lazım olur.
Türkiye, tarih boyunca farklı medeniyetlerin kesiştiği, etnik ve dini grupların, kültürlerin karıştığı bir coğrafyadır. Bu zengin çeşitlilik, Anadolu’nun toplumsal dokusunu şekillendirmiş ve bugünkü kültürel mirasın temelini oluşturmuştur. Ancak, modern ulus-devlet paradigması ve tarihsel süreçler, bu çeşitliliği kucaklamak yerine dışlayıcı politikalar üretmiştir. Bu makale, Türkiye’nin toplumsal barışını güçlendirmek için çoğulcu, demokratik ve kapsayıcı bir yaklaşım önerisini sunmaktadır. Öneri, etnik, dini ve kültürel farklılıkları zenginlik olarak kabul eden ve toplumsal uyumu güçlendiren çözümlere dayanmaktadır.
Ulus kavramının yeniden yorumlanması
Ulus, millet (nation) kavramı, yalnızca etnisiteye veya genetik kökenlere indirgenemez. Ortak kültür, tarih, değerler ve birlikte yaşama arzusu, bir milleti tanımlayan temel unsurlardır. Avrupa’daki ulus-devletlerin çoğu da tarihsel süreçte farklı kavimlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.
Türkiye saf bir etnik yapıya sahip değildir. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Çerkezler ve diğer topluluklar, Anadolu’nun çok katmanlı kimliğini oluşturmuştur.
Selçuklu ve Osmanlı devletleri çok kültürlü, çok dinli ve dilli yapıya sahipti. Avrupa şehirleri yüzyıllarca homojen ve tekdüze beşerî yapıda iken, İstanbul, Selanik, Üsküp, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Halep, Kudüs.. pek çok din ve dilin binlerce yıldır iç içe ve barış içinde yaşadığı çok renkli, çok kültürlü şehirlerdi.
Ancak Cumhuriyet döneminde bu miras reddedildi, katı ulusçu, dışlayıcı politikalar uygulandı. Kemalist rejim yoğun endoktrinasyonla sosyal mühendislik ürünü nesiller ve toplum oluşturma yolunu tercih etti. Homojen ulus inşasını hedefleyen bu uygulamalar günün sonunda Dindar/laik, Türk/Kürt, Alevi/Sünni düzleminde derin yarılmalara neden oldu. Cumhuriyeti demokrasiye dönüştürmeyi başaramadığımız, ortak ilkeler-değerler üretemediğimiz için fay hatlarındaki gerilimler artarak devam etti.
Kürt meselesine çözüm önerileri
Kürt meselesi, Türkiye’nin toplumsal barışını doğrudan etkileyen çok önemli bir sorundur. Kürt halkının dil, kültür ve kimlik haklarının tanınması, bu sorunun çözümü için vazgeçilmezdir. Önerilen adımlar şunlardır:
- Kürtçe’nin Resmi Kullanımı: Resmi belgelerde ve hizmetlerde Kürtçe’nin bir seçenek olarak sunulması, dilin kamusal alanda görünürlüğünü artıracaktır.
- Kürtçe Eğitimin Desteklenmesi: Kürtçe’nin eğitim süreçlerinde kullanılmasının önündeki engeller kaldırılmalı; ana dilde eğitim hakkı tanınmalıdır.
- Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi: Üniter devlet yapısının kaldırılması toplumsa derin kaygılar doğurmaktadır. Bu nedenle üniter yapı korunup belediyelere dil ve kültür politikalarında geniş yetkiler tanınabilir. Pek çok demokratik ülkede olduğu üzere temel eğitim, ilk öğretim yerel yönetimlere bırakılabilir. Böylece Kürtçe yanında diğer halkların dilleri için de eğitim yolu açılabilir.
Türkler ve Kürtler arasındaki tarihsel ve kültürel kaynaşma, bölünme hedefleyen yaklaşımların uygulanabilir olmadığını göstermektedir. Son 50 yılda Kürt nüfusun büyük kısmının Batı Anadolu’ya göçmesi, evlilikler, kurulan akrabalıklar iki halkın ayrışamayacak şekilde kaynaştığını ortaya koymaktadır. İki etnisiteyle de bağı olan geniş ve yeni bir nesil var. Beşeri gerçeklikler toplumu birlikte yaşamaya zorluyor.
Alevi-Sünni geriliminin azaltılması
Alevi-Sünni ayrışması, tarihsel ve siyasi nedenlerle toplumsal gerilim yaratmıştır. Bu sorunun çözümü için objektif tarih yazımına ve çok kültürlü eğitime ihtiyaç var. Çaldıran Savaşı gibi olaylar, Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail gibi tarihi karakterler objektif şekilde (pozitif ve negatif yönleriyle) ele alınarak müfredatlarda yer alabilir. Sünni itikadını ve fıkhını öne çıkaran din dersleri yerine seçmeli veya tercihli din dersleri konabilir.
Laiklik, din özgürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı
Türkiye’de uygulanan katı sekülerizm, din özgürlüğünü kısıtlayarak dindar kesimlerde devlete karşı bir yabancılaşma, soğukluk doğurmuştur. Öte yandan 1980 ihtilali sonrası mecburi hale getirilen Sünni İslam’a dayalı din dersleri hem seküler kesimleri hem de heterodoks Müslümanları, hatta Hanefi vurgusu nedeniyle Sünni Şafileri rahatsız etmiştir.
“Dinde zorlama yoktur”, “senin dinin sana benim dinim bana” gibi ayetlere, Hz. Peygamber’in (sas) diğer dinlere toleransına baktığımızda Anglo-Sakson tarzı laiklik (inclusive Secularism) yaklaşımının İslam’ın ruhuna aykırı olmadığı söylenebilir. Kapsayıcı laiklik, farklı inançların özerk alanlarını korurken toplumsal barışa katkı sağlayabilir. Dileyen aileler çocuklarının din eğitimini kendi inançlarına göre, tercih ettiği yerlerden aldırabilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde devasa kadrosu ve muazzam bütçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumlandığı yer çelişkiler barındırmaktadır. Ayrıca laik/seküler ve Alevi/Sünni düzleminde gerilimlere neden olmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Dönüşümü veya Feshedilmesi: Diyanet, kamu kaynaklarından finanse edilen büyük bir kurum olarak, dinler ve mezhepler arasında adaletsizliğe yol açmaktadır. Camilerin ve dini kurumların devlet kontrolünde olması, politik istismara açık hale gelmesine neden olmakta, sivil İslam anlayışının gelişmesini engellemektedir. Diyanet’in yapısı dini kurumların ve din adamlarının siyasallaşmasına, istismarına sebep olmaktadır. Demokratik, çoğulcu bir toplum inşasına engeldir. Bu nedenle, aşağıdaki öneriler sunulmaktadır:
- Diyanet’in Feshedilmesi: Diyanet İşleri Başkanlığı tamamen kaldırılarak, dini kurumların yönetimi sivil toplum kuruluşlarına, derneklere, cemiyetlere devredilebilir. Bu durum dini cemiyetlerin ve kurumların özerk yapılara kavuşmasını sağlayacak, sivil toplumu güçlendirecektir. Kemalistlerin itirazlarının aksine batıdaki pek çok STK’nın temelinde kiliseler, dini gruplar vardır. Devlet, farklı din ve inançlar karşısında adil denetleyici ve hakem olmalıdır.
- Koordinasyon Kurumuna Dönüşüm: Alternatif olarak, Diyanet, tüm din ve mezhepleri kapsayan, tarafsız bir “İnançlar Koordinasyon Kurumu”na dönüştürülebilir. Bu kurum, dini topluluklar arasında eşitlikçi bir şekilde kaynak dağıtımı yapmalı, din özgürlüğünü garanti altına almalı ve mezhepsel gerilimleri azaltacak projeler geliştirmelidir. Örneğin, Alevi dedelerine, Süryani din adamlarına veya diğer inanç temsilcilerine eşit destek sağlanabilir.
Medine Vesikası’nın çoğulcu yaklaşımı, farklı din ve inançlara özerk alanlar bırakan düzenlemeler için model, ilham kaynağı olabilir. Devlet, din ve inanç gruplarına eşit mesafede durarak, inanç özgürlüğünü garanti altına almalıdır.
Kemalizm ve Kemalist dayatmalar
Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin kurucusu olarak haklı bir yeri vardır; ancak, Kemalizm’in dayatılması, zorunlu eğitim süreçlerinde her çocuğun Kemalist endoktrinasyona muhatap olması dindarlar yanında, Kürtleri ve diğer azınlıkları rahatsız etmektedir. 1930’ların ideolojik eğitim yöntemlerinin sürdürülmesi pek çok kesimde rahatsızlık oluşturmaktadır. Bunun için şunlar yapılabilir.
- Objektif Tarih Yazımı: Mustafa Kemal’in tarihsel rolü, başarıları ve eleştirileriyle birlikte dengeli bir şekilde öğretilmelidir. Atatürk’e yönelik resmi yaklaşım bireylerin özgür düşünce alanına saygılı olacak şekilde yeniden ele alınmalıdır. Kemalizm’in bir devlet ideolojisi olarak dayatılması yerine, tarihî bir şahsiyet olarak objektif biçimde anlatılmalıdır.
- Zorunlu İdeoloji Dayatmasının Sonlandırılması: Kemalizm’in belirli sembollerinin, söylemlerinin heryerde görünür ve zorunlu olması demokratik bir toplumla bağdaşmaz.
Çoğulcu ve demokratik bir Türkiye vizyonu
Türkiye, etnik ve kültürel çeşitliliğini bir zenginlik olarak görmelidir. Devlet, vatandaşlarını şekillendiren bir aygıt olmaktan çıkıp, onların haklarını, kültürünü ve kimliğini koruyan bir sera haline gelmelidir. Bunun için bir eğitim reformuna, seferberliğine ihtiyaç vardır. Demokratik bilinç, birlikte yaşama, ötekine saygı, çoğulcu kültür, örgün ve yaygın eğitim aracılığıyla yaygınlaştırılmalıdır. Kamu kurumlarında ve hayatın her alanında etiketlemelerin, fişlemelerin ortadan kaldırılması, adil, liyakat ve şeffaflığa dayalı düzen kurulması zorunluluktur.
Türkiye, tarihsel ve kültürel zenginliğini kucaklayarak toplumsal barışını güçlendirebilir. Kürt meselesinin çözümü, tarihsel yaralarla yüzleşme, Alevi-Sünni geriliminin azaltılması, kapsayıcı laiklik anlayışı ve Diyanet’in (DİB) dönüşümü bu sürecin başlıca adımları olabilir. Çoğulcu, demokratik ve kucaklayıcı bir Türkiye, vatandaşlarının refahını artırmakla kalmaz, bölgesel ve küresel barış, istikrar merkezi olur. İç barışını sağlamış Türkiye bütün komşularıyla barışçıl ilişkiler geliştirerek bölgenin cazibe merkezi, huzur ve barış üreten, denge unsuru olur.
Türkiye bölgeki bazı aktörler gibi dış dizaynlara maruz kalmak istemiyorsa toplumsal barışını güçlendirmelidir. Bütün kesimlerin onay vereceği ve razı olacağı adil, demokratik, çoğulcu bir kamu düzeni kurmalıdır. İçte birlik ve güçlü olmayan devletler dış operasyonlara her zaman açıktır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***